Genç ölümleri, mülk Sahibini daha bir derinden öğretiyor

Her canlı küçüklüğünde güzel ve sevimlidir. Bu durum bitkilerde de, hayvanlarda da, insanlarda da böyledir.

Küçücük bir fidanı düşünün. Taptaze yapraklar, dikkat çekici renkler ve muhteşem bir ağaç prototipi.

Yani yaşlı bir ağacın çağrışımları ile, henüz fide halindeki bir ağacın çağrışımları aynı değildir. Ve zaten fide halinde ilgi gösterilir ve satın alınır.

Sonrası anlamsızdır demek değil bu. Elbette odun da anlamlıdır. Nitekim bahçelerdeki kocaman ağaçlar zamanla yıkılır veya kesilerek çekilirler sahneden. Yerine fidanlar dikilir ve böylece bahçeler daha bir sevimli hale gelir.

Ama hayatın gerçeği şu ki, yaşlanınca sahneden çekiliyorsunuz.

Aynı durum hayvanlar için de geçerli.

Bir öküzü, bir ineği sevme isteği gelmez içinizden.

Ama yeni doğmuş bir buzağıyı düşünün…

Ne çok sevimlidir ve etkiler insanı.

İnsan bir öküzle fotoğraf çektirmez, ama buzağı ile seve seve çektirir. Yani onun karizmasından istifade etmek istersiniz. Çünkü onun öyle bir derdi yok. Yanıbaşındaki Amerika başkanı da olsa onun için fark etmez. Onun, insanların takıntılarına takılması diye bir şey yoktur. Ama resimde başbakanın yanında bir buzağı olsa, bu güzel bir görüntü oluşturur. Sevimli olur.

Ama, hayvanlar âleminde de bir gerçek var ki, yaşlanınca, etiniz insanlar tarafından yeniyorsa kesilir; yenmiyorsa ölür ve et yiyiciler tarafından ortadan kaldırılırsınız. Kanun böyle işliyor. Dur, durak yok. Sürekli bir değişkenlik.

Güzel olan şu ki, düzen oldukça güzel kurulmuş.

Hiçbir şey ihmal edilmemiş. Her şey bir düşünce ürünü ve rahmet ifadesi.

Leş yiyicilerin bile varlığı, tam bir ‘şükür’ konusu.

Yaratılışta, ‘Şu da şöyle olsaydı’ diyebileceğimiz hiçbir şey yok.

Düzen harika işliyor.

**

İnsan için de yine aynı kanun geçerli.

Nitekim bebekler güzeldir ve sevimlidir.

Belki de bu durum fıtrata en yakın dönem olduğundandır.

Çünkü büyüdükçe fıtrattan uzaklaşıyor insan.

Kirlenmeler başlıyor.

Düşüncede, davranışta, inanışta kirlenmeler kendini gösteriyor.

Tabiî insanın kirlenmesi diğer canlılar gibi değil.

İnsan, akıl sahibi olduğundan, düşüş/yükselişler daha bir dikkat çekiyor.

Onun için bozulmalar hat safhalara ulaşınca, insan, insan olmaktan çıkar ve aklına rağmen, şehvetinin esiri olarak sadece şehvetten yaratılan hayvanlar derekesine doğru, oradan da esfel-i safiline doğru bir düşüş yolculuğu başlar.

Ya da aklını kullanan insan, şehvetini, akılla vasatta tutarak, sadece akıldan yaratılan meleklerden daha yükseklere çıkar ve ala-i illiyine ulaşır.

***

Küçükken güzel ve sevimlidir her şey. Onun için genç ölümleri etkileyicidir. Çünkü yaşlı ölünce hatıralar, genç ölünce hayaller akla gelir.

***

28 yaşındaydı Necati. Henüz genç yaşta. Memuriyete yeni başlamıştı.

Güvenlik görevlisi olarak ülkeye hizmet etmek istiyordu.

Nice hayallerle eğitim almıştı. Fakülte bitirmiş, ama emniyet görevi yürütüyordu. Annesi de birkaç yıl önce hayata veda etmişti.

Mesleğini güzel icra edecek, evlenecek ve babasına, kardeşlerine evinde kucak açacaktı. Ama ona öyle bir kucak açılmıştı ki, bir mıknatıs gibi çekti adeta. Ve cazibeli bir çekiş…

Yani yirmi sekiz yaşında bir genç, güçlü bir iç dinamikle, sağlam bir imanla, gittiği yere, imanlı bir duruşun görüntülerini taşıyor. Sanki bir özel mesaj görevlisi gibi, muhatap olduğu insanlara moral veren, direnç veren, inanç veren cümleler kuruyor.

Bu olsa olsa, Yaratıcı, mülk sahibi Allah’ın, mülkünde istediği gibi tasarruf etmesidir. Yani genç bir insana, ölüm gibi bir hadise karşısında oldukça serin ve selâmetli bir duruş vermesi, apaçık bir İlâhî irade göstergesidir.

Demek ki, maddî bedenimizin mülk sahibi, varlığını bu hastalıkla gösterdiği gibi, manevî dünyamızın mülk sahibi olduğunu da verdiği hastalığa, yine verdiği tahammülle, sabırla gösteriyor.

O zaman her iki nimet için de yine yönümüzü O’na dönmekten başka bir çare gözükmüyor.

Ama şunu söyleyebiliriz ki, genç ölümleri her zaman, Mülk sahibinin Allah olduğunu öğreten derin ve etkili bir derstir.

Necati, hayat sahnesinden çok hızlı bir geçiş yaptı. Birkaç ay gibi kısa bir zamanda, misafiri olduğu bir hastalıkla birlikte ebedî yürüyüşünü gerçekleştirdi. Her genç gidişler gibi, Necati de giderken ardında pek çok gözü yaşlılar bıraktı. Tabiî en derin etkiler de yakın çevrede oluşuyor.

Necati en derin genç dersini babasıyla paylaşır. Vefata doğru giderken, babasının derin gözyaşlarını gördüğünde, ‘Baba! Gelmek de güzel, gitmek de bu dünyadan’ diyor.

Anlıyorum ki, gençlerimizi böyle, kahramanca yaşamalara ve kahramanca gidişlere hazırlamalıyız. İncitmeden, korkutmadan, gidiyor olunan yerin, gidiliyor olunan kimselerin sıcaklığını, cazibesini hissettirerek gitmek, tam bir kahramanlıktır.

Necati, gitti.

Ama öğrencilik yıllarında bir manevî şirkete hissedar olmuştu. O şirket şu an milyonlarca hissedara sahip. Şahs-ı manevî olarak Nur Talebeliği neticesinde, Necati’nin hisse kayıtları sürekli işliyor.

Ne güzel, haram ve günahlar cihetinde ölmek, ama sevap ve hayırlar cihetinde yaşamak.

Güle güle, Necati kardeşim.

Görüşmek üzere…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*