![]()
Bugün cumartesiydi. Üniversite kampüsünün hemen yanındaki “Tarihi Kahve”de, Emir ve Kenan, kalın kitaplarını kenara itmiş; bir fincan çayın buğusuna dalmışlardı. Emir’in elinde, ruhlarına dokunan; yeni edindikleri bir eser vardı: “Gençlik Rehberi.”
Emir, kitabın bir yerinde durdu ve içini çekerek Kenan’a döndü.
“Kenan, Said Nursi Hazretlerinin hayatını konuşmuştuk ya. İşte o, kendi en bunalımlı, en yaşlılık döneminde bile gençliğe dair öyle evrensel bir ders çıkarıyor ki… Dinle, bu parça, modern dünyanın bize yaşattığı ‘varoluşsal kriz’i anlatıyor.”
Emir, Ankara Kalesi’nin o hüzünlü atmosferini sesine yansıtarak, Bediüzzaman’ın Ankara Kalesi’nden hissettiği o yedi katmanlı dehşet anını okumaya başladı.
“Bir zaman ihtiyarlığımın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılâb ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya, beni Eski Said zannedip oraya istediler; gittim. Güz mevsiminin ahirlerinde Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kalesinin başına çıktım. O kale, tahaccür (taşlaşmış) etmiş hadisat-ı tarihiye suretinde bana göründü.”
“Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devleti’nin ihtiyarlığı ve Hilâfet saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı; bana gayet hazin ve rikkatli ve firkatli (ayrılık ve hüzün dolu) bir hâlet içinde, o yüksek kalede geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım. Birbiri içinde beni ihata eden dört-beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiğimden, bir nur, bir teselli, bir rica aradım.”
“1. Geçmiş (Mazi): Sağ tarafıma baktım. Bütün atalarımın, ecdadımın ve kendi türümün (nev’imin) yattığı devasa bir Mezar-ı Ekber gördüm. Oradan bir vahşet (ıssızlık, ürküntü) dalgası geldi. Benimle dostluk kuracak bir miras yerine, sadece kemik yığınlarından ibaret bir yokluk hissettim.”
“2. Gelecek (İstikbal): Soluma, ileriye baktım. Orası da benim ve benden sonraki nesillerin karanlık, büyük Kabri olarak belirdi. Sonsuz bir bilinmezlik, dehşet verici bir ümitsizlikle (meyusiyet) beni karşıladı.”
“3. Şimdiki An: Gözümü hazır güne çevirdim. Gördüm ki, bu gün, can çekişen (hareket-i mezbuhâne) cismimin cenazesini taşıyan bir tabuttan ibaretti. Derman aradığım an, kendim için bir ölüm sahnesi oldu.”
“4. Yukarı (Ömür): Başımı kaldırıp ömür ağacımın tepesine baktım. Ağacın tek ve kaçınılmaz meyvesi benim cenazeydi. Bu da bir ürküntü (tevahhuş) daha kattı.”
“5. Aşağı (Mebde-i Hilkat): Aşağıya, yaratılışımın başlangıcı olan toprağa baktım. Kendi kemiklerimle karışmış o toprak, ayaklar altında çiğneniyordu. Bu, en baştan itibaren değersizliğin ve ezilmişliğin bir kanıtı gibiydi.”
“6. Arka (Dünya): Arkamda kalan dünyaya baktım; esassız, fâni dünya, hiçlik ve yokluk zulumatında yuvarlanıp gidiyordu. Bana bir dayanak olmasını beklerken, dertlerime sadece zehir kattı.”
“7. Ön (Yol): Önümde ise, Kabir Kapısı ağzını açmış, beni bekliyordu. Tek sığınağım ve silahım olan cüz-ü ihtiyârîm (sınırlı iradem) ise o hadsiz düşmanlar ve zulmetler karşısında nakıs (eksik), kısa ve âcizdi. Ne geçmişe geçebiliyordu ne de geleceğin korkularını kovabiliyordu.”
Özellikle, şu en dikkat çekici ifadelere bak:
“Geçmiş zaman, pederimin ve ecdadımın Mezar-ı Ekberi… Gelecek zaman, bizim büyük ve karanlıklı kabrimiz… Şu hazır gün, can çekişen cismimin cenazesini taşıyan bir tabut…”
Kenan, pencereden dışarıdaki telaşlı öğrenci kalabalığına baktı.
“İnanılmaz. Yüz yıl öncesinden, bizim en büyük korkularımızı nasıl da tespit etmiş? Sanki diyor ki: Eğer sadece maddeye odaklanırsanız, o zaman gençlik bile bir tabut olur.”
Emir, kitaptan başını kaldırdı.
“Bütün mesele, gaflet nazarıyla baktığımızda başlıyor. O nazarla bakınca, hayat bir hapishaneye dönüşüyor. Said Nursi Hazretleri diyor ki: Bu dehşete karşı elimizde kalan tek şey, cüz-ü ihtiyarımız (sınırlı irademiz). Ama o irade âciz, kısa ve nakıs olduğu için…”
Kenan: “Ne geçmişteki ‘keşkeleri’ siliyor, ne de gelecekteki ‘Kaygı Canavar’ını kovabiliyor. İşte bu, bizim şu anki tükenmişliğimizin tarifi! Sürekli çabalıyoruz ama ne geçmişten ders alabiliyoruz ne de gelecekten emin olabiliyoruz. O irade, tek başına bir kum tanesi.”
Emir: “Kesinlikle! Dünya arkamızda hiçlik zulumatına (karanlığına) yuvarlanıyor gibi görünüyor… Önümüzde ise Kabir Kapısı ağzını açmış. Bütün bunlar, bizim hayatımızdaki anlamsızlık krizinin sebebidir. Ama sonra o sihirli an geliyor…”
Emir: “Tam o çaresizlik anında, Said Nursi Hazretleri, Kur’an’dan parlayan iman nurlarının imdada yetiştiğini söylüyor. Ve o nurlar, yedi karanlığı birden aydınlatıp, bütün o dehşetleri ünsiyete (dostluğa) çeviriyor. İşte bu, bizim gibi gençlere yedi katmanlı bir rehberlik sunuyor.”
Kenan: “Nasıl bir rehberlik?”
Emir (Heyecanla): “Bak, bu maddeleri, kendi hayatımıza rehberlik eden pencereler olarak düşünelim.”
Geçmiş Artık Pişmanlık Değil, Nurani Bir Meclistir:
“Said Nursi Hazretleri Mezar-ı Ekber’i yırtıp atıyor! Geçmişteki sevdiklerimiz yok olmadı; onlar ruhları ebediyete intikal etmiş dostların toplandığı bir mecliste bizi bekliyor.”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Geçmişin hataları ve kayıpları bizi eziyorsa, artık oraya hüzünle değil, bir gün kavuşma ümidiyle bakmalıyız. Yok, olan sadece suretlerdir.”
Gelecek Artık Belirsizlik Değil, Ziyafet Vaadidir:
“Karanlık kabir, artık saadet saraylarında bir ziyafet-i Rahmani’ye olarak görünüyor.”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Geleceğin ne getireceği korkusu yerine, bizi sonsuz bir ikramın beklediği bilgisiyle yaşamalıyız. Korku, yerini heyecanlı bir beklentiye bırakıyor.”
Şimdiki An Tabut Değil, Kıymetli Bir Ticaretgâhtır:
“Şu an yaşadığımız gün, ölümün bekleme salonu veya bir tabut değil; ebedî kârı yapabileceğimiz, her nefesin altın değerinde olduğu uhrevî bir ticaret dükkânıdır.”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Can çekişen cismimiz, artık ruhumuzun ebediyet yolculuğuna çıkan gemisidir. Vaktin kıymetini bilmek, her anımızı bir yatırıma dönüştürmektir. En basit eylemler bile, doğru niyetle sonsuz bir sermayeye dönüşebilir.”
Ömür Ağacının Sonu Değil, Semavî Bir İkramdır:
“İman, ömür ağacının tepesindeki meyveyi; fanilikle çürüyen bir cenaze değil, ruhun yüksek makamlara çıkışını sağlayan bir iman ve amel sepeti olarak gösterir. O ürküntü (tevahhuş) kaybolur.”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Ömür, basit bir zaman geçişi değil; her anı Cennet’in yüksek katlarına merdiven olan bir yükseliş projesidir. İman, o ürküntüyü alıp yerine, Rıza-i İlahi’ye ulaşma coşkusunu koyar.”
Yaratılışımız Artık Değersizlik Değil, Yüce Sanatın Parçasıdır:
“Aşağıya (Mebde-i Hilkat), yaratılışımızın başlangıcına imanla baktığımızda; kendi kemiklerimizle karışmış o toprak; ayaklar altında çiğnenen, değersizliğin ve ezilmişliğin bir kanıtı değil, yokluktan varlığa geçişin en muhteşem beşiğidir. Her bir zerremiz, Kayyûm isminin tecellisiyle yeniden dirilişin sırrını taşır.”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Varlığımızın temelini oluşturan maddemiz bile, ehemmiyetsiz değil, ebediyet tohumlarını barındıran kıymetli bir mücevherdir. Artık o toprak, bizi ezen bir zemin değil; bizi koruyan ve bizi yeniden şekillendirecek olan şefkatli bir ana kucağıdır.”
Dünya Hayatı Artık Yokluk Değil, Kayyûm’un Misafirhanesidir:
“Esassız, fâni dünya, hiçlik zulumatına yuvarlanan bir yer değil, Kayyûm isminin tecellisiyle ağırlanılan ebedî bir ziyafetin hazırlık salonu ve korunup kollanan bir misafirhanedir. İman, dünyanın o fâni ve zehirli görüntüsünü alıp, onu ebedî bir ziyafetin hazırlık salonu ve sonsuzluğa açılan bir köprü olarak gösterir. Dünya, yokluğa yuvarlanan bir gemi değil; sahibi tarafından korunup kollanan bir misafirhanedir. İman, o kısacık, aciz irademizin eline bir vesika veriyor. Diyor ki: Sen tek başına zayıfsın, ama benim adıma kullandığın zaman, gayr-i mütenahi bir Kudrete dayanırsın!”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Hayatın anlamsızlık krizi biter; çünkü biliriz ki biz, bu dünyanın sahipsiz sakinleri değil; Kayyûm isminin tecellisiyle ağırlanan kıymetli misafirleriyiz. Bu inançla, dünyanın bütün dertlerini; hatta ihtiyarlığı bile teşekkür edilecek bir defineye çeviren o sırrı yakalamış oluyoruz. Kendi gücümüzle yorulmak yerine, Allah’ın rızası adına çalıştığımızda; küçük bir çabanın bile beş yüz senelik cenneti kazandırabileceği bilinciyle motivasyonumuzu ebediyete bağlamalıyız.”
Kabir Artık Son Değil, Nur Âlemine Açılan Kapıdır:
“ Önümüzde ise, kabir kapısı ağzını açmış bekliyordu. Tek sığınağımız olan cüz-ü ihtiyari o hadsiz düşmanlar karşısında nakıs (eksik), kısa ve acizdi. İman, o kısacık, âciz iradenin eline bir vesika verir ve der ki: Sen tek başına zayıfsın, ama benim adıma kullandığın zaman, gayr-i mütenahi bir Kudrete dayanırsın! İmanla en büyük korkumuz olan kabir, bir kuyu değil, Âlem-i Nur’un kapısı oldu.”
“Bu bize şöyle rehberlik ediyor: Kendi zayıf omuzlarımızla hayatın yükünü taşımak yerine; Allah’ın rızası adına hareket etmeliyiz. İrademiz, artık acizlik değil, o Küllî İrade’nin temsilcisidir. Hayatımızdaki en büyük dönüm noktasının bir yok oluş değil; daha güzel, daha aydınlık bir varoluşa geçiş olduğunu bilmeliyiz. Bu, hayatımıza huzur ve cesaret katıyor.”
Kenan: “Vay be! Demek ki Said Nursi Hazretlerinin bu Yedinci Rica’sı, bizim gençlik isyanımıza ve kaygımıza karşı yazılmış bir reçete gibiymiş. O, sadece ‘ölümü düşünün’ demiyor; ölümün arkasındaki hayatı gösteriyor.”
Emir: “Aynen öyle.”
“Ve son bir ders daha: İman, o iradenin dizginini cisimden alıp ruha teslim ediyor. Ruhun dairesi ise bu ana hapsolmadığı için, artık kuvvet-i imanla hem geçmişin hüzünlerini temizleyebiliyor hem de istikbalin korkularını izale edebiliyor.”
Kenan: “Bu, gençliğin tanımı olmalı: Ruhu zamanın zincirlerinden kurtulmuş insan.”
Emir gülümsedi.
“Öyle. Bütün o varoluşsal dehşetlerin dermanı, sadece basit bir hakikatte gizli: Biz, bu dünyanın misafirleriyiz ve misafirhanenin sahibi, ‘Kayyûm’ isminin tecellisiyle bize ebedî bir ziyafet hazırlıyor. Bu inançla, ihtiyarlığı bile teşekkür edilecek bir defineye çeviren o sırrı yakalamış oluyoruz.”
İki genç, kitabı kapatıp çaylarını yudumlarken, dışarıdaki kalabalık gözlerine artık farklı görünüyordu. Onlar, kendi içlerinde ebediyete açılan yedi kapıyı bulmuşlardı.
Benzer konuda makaleler:
- Bediüzzaman Said Nursi
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- İnsan problemlerine Kur´ân´î çözümler
- Risale-i Nur´un Metod ve Gayesi