Genciniz varsa, lütfen bu yazıyı okuyun!

Her yaş, kendi şartları içinde değerlendirilmelidir

Yirmili yaşlardan geçenler belki çoktandır unuttular kendi yaşadıklarını, yaşattıklarını. Onlar, şimdilerde olgunlaşmış, yaşadıklarından dersler çıkarmış, bir anlamda hayatın törpülediği, eğittiği, öğrettiği büyükler olmuşlar. Doğrusu, hayat, aklı başa getirmiş gözüküyor. Ağızlarından çıkan cümleler oldukça anlamlı, oldukça akıllıca, oldukça mantıklı. Yani kitabın tam orta yerinden.

Ama bu cümlelerin şimdilerdeki sahipleri 20’li yaşlarda bu cümleleri söylemiyorlardı. Bu cümleleri hayatlarında yaşamıyorlardı. Hepsi, feleğin çemberinden geçmiş, bir sürü hatalar yapmış, adeta hadiste geçen şekliyle, gençliği ‘delilikten bir şube’ olarak yaşamış, ‘mantık dışılıklar’ yaşamış, yadırganmış, dışlanmış, terkler yaşamış, çizgi dışılıklar yaşamış derken yıllar gelip geçmişti.

Belki de kırklı yaşlar, ellili yaşlar kendine getiriyor insanı. Aslında insanı kendine getiren sadece yaş da değil. O bir sürecin adı. İnsanı olgunlaştıran, kendine getiren, doğru lâflar ettiren, hayatı öğrettiren, pek çok hasarlar bıraktıran ‘yaşananlar’dan başkası değil.

Onun için insan, yaşadıkları kadardır. Evet, tabiî ki büyüklerin tecrübeleri, gençler için birer kazanımdır. Dün yaşanan hatalara bugün düşmek, akıllıca bir şey olmayacaktır. Hele bir de biz düşelim demek olmaz. Çünkü insanda akıl var.

Kıymetli büyükler! Lütfen siz de, ne olur Allah aşkına, bir kişiyi değerlendirirken, o değerlendirdiğiniz kişinin yaşına bir gidin. Meselâ, siz nasıldınız o yıllarda? Neler yapardınız? Nelerden zevk alırdınız? Bu ve benzeri bazı soruları cesaretlice kendinize bir sorun ve öylece değerlendirin gençleri.

Göreceksiniz, çok şeyleri sadece söylemekten vazgeçeceksiniz. Çünkü sadece söylemek yorulmaktan ve yormaktan başka sonuç vermiyor. Oysa bu güne kadar ki yaşantınızla hakkınızda onlara pek çok kayıtlar verdiniz. Onlar baba deyince, anne deyince o kayıtları kullanıyorlar.

Kendiniz hakkındaki düşüncelerini çocuklarınıza sorabilir misiniz? Emin olun, soramayacaksınız. Konuşsanız bile onları susturacaksınız ve ses tonuyla, değişik ataklar ve tavırlar kullanarak kendinizi aklayacaksınız. O zavallılar da ‘Babamdır fazlaca üzmeyelim’ diye, bazı şeyleri söylemekten vazgeçecekler, geri adım atacaklar, siz de kendinizi başarılı zannedeceksiniz. Ama bu başarmak içinize sinmeyecek, vicdanınızı rahat bırakmayacaktır.

Ortadaki problemle ilgili, ‘Benim bu konudaki dahlim nedir?’ demediğimiz müddetçe, doğru sonuca ulaşamayacağız demektir. Diyeceğim o ki, her şeye kendimizden başlamak gerekiyor. Çocuğundan şikâyete gelenlere Ebu’l-Vefa Hazretleri, hemen evine gidiyor ve hanımına ulaşarak, ‘Hanım bizim çocuktan şikâyetler var. Acaba biz bu çocuk dünyaya gelirken nerede hata yaptık?’ diyerek, çareyi kendi etrafında olan hatalarda arıyorlar.

Faturayı, sonuca odaklamak, doğruyu

ıskalamaktır

Üniversiteli hanımefendi 20’li yaşlarda. Aile ortamında konuşuyoruz. Her şeyden şikâyetçi bir hâli var. Sanki dünya yıkılmış da o altında kalmış. Her şeye olumsuz bir yaklaşım geliştiriyor. Bu artık alışkanlığa dönüşmüş. Sahip olduğu hiçbir güzel durum onu mutlu etmiyor. Ailesi, yaşadığı semtleri, komşuları, üçüncü sınıfa geldiği üniversite, beraber kaldıkları arkadaşları, onlardaki zenginlikler, okul hayatında içinde yaşadığı toplum, şehir, hocalar, onu taşıyan minibüsler, taşımadığı hastalıklar, almadığı musîbet, taşıdığı güzellik, üzerinde giydiği marka giysiler, cebinden eksik edilmeyen harçlıkları, sürekli gelen anne baba telefonları, arkadaşların varlığı pek bir anlam ifade etmiyor.

Böyle bir kızı olan anne babaya; böyle bir arkadaşı olan arkadaşa, akrabaya; böyle bir talebesi olan öğretmene; böyle bir müşterisi olan minibüse; böyle bir ilgilisi olan mahlûkata Allah sabırlar versin.

İnsanın düşüncesi kirlenince; her şey bir

okunmazlığa bürünüyor

Epeyce konuştuk. Anlıyorsunuz ki, konuşmaktan başka da bir çare yok. Konuşmak ve sonuç için duâlar etmek en etkili yol. Ama bilesiniz ki, atılan hiçbir adım boşa gitmiyor. Gençlerle ilgili olanların kullanacağı tek çıkar yol, makul ölçüler içerisinde konuşmak, konuşmak ve defalarca konuşmak.

Her bir konuşmak bir basamak daha çıkmak gibi bir şey.

Hiçbirisi boşa gitmiyor. Adeta her bir konuşmak, bir merdiven basamağı daha çıkmak gibi bir şey. Her adımda yeni yeni görüntüler, yeni yeni anlamalar gerçekleşiyor. Onun içindir her halde, ‘Ettekrâr ü ahsen, velev kâne yüz seksen’ denilmiş. Yani tekrar çok güzeldir, velev ki yüz seksen defa dahi olsa yine çok güzeldir. Bu da böyle bir şey her halde.

Sabır içinde, şükür içinde, dua içinde konuşmak da konuşmak. Ama incitmeden, yormadan, zorlaştırmadan, korkutmadan; yüz kez konuşsan da yine de yüz birinci kez konuşmaya açık bir şekilde olarak, konuşmak. Bıkmadan, usanmadan, bitmeden, tükenmeden; sevmeye, içten ilgiye, samimî beraberliğe, ‘Hayat seninle güzel’ demeye, devam ederek.

Hiçbir ilgi boşa gitmiyor. Bambu ağacının hikâyesini bilirsiniz. Japonlar bambu ağacının tohumunu ekiyorlar. İlk yıl sulayıp, bakımını yapıyorlar. İkinci yıl, üçüncü yıl, dördüncü yıl yine aynı işlemler, ama ortada bambu ağacından bir eser yoktur. Beşinci yılda küçük bir belirti, bir filizlenme gözükmüştür bambu ağacından. Ama beşinci yılın içinde bambu ağacı öyle bir büyüme seyri gösterir ki, bambu yirmi yedi metreye kadar uzamıştır. Evet, bambu ağacı sadece beşinci yılda bu sıçramayı yapmamıştır. Dört yıl boyunca yapılan bütün tekrar gibi gözüken işler bambuyu sonuç vermiştir.

İnsan da böyledir. Bazen yapılan şeyler tekrarlardan ibaretmiş gibi gözükebilir. Ama her bir tekrar ilerideki muhteşem hayatın basamaklarını çıkmaktır. Hiçbir tekrar, tekrar değildir. Çünkü her an, ne insan, ne de insanın içinde yaşadığı âlem aynıdır. Öyle görenin, bakışları eskimiştir. Oysa Yunus, ‘Her dem yeniden doğmaktayız, bizden kim usanası’ diyor.

Tatlı konuşmalarınız bol olsun efendim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*