Gençliğimizin idolü: Mustafa Sungur

Dâvâyı yaşamış kahramanların hayat hikâyelerini taziyelerinde derlemek hakikate en yakın bir yol olsa gerek. Hakikat âlemine geçenlerin bilinmeyen binlerce vakıa ve hususiyetlerinin, vefatlarını müteakiben bir araya toplandıklarına şahit olursunuz.

Uzun yıllarda farklı insanlarla değişik zaman ve mekânda yaşanmışların taziye evine nasıl toplandığını, öncelikle, kahramanları uğurladıktan sonra taziye ziyaretçilerinin müşahedelerini bir köşede sessizce kaydedenler çok iyi öğrenirler. Bir kahramanın fazilet ve salâhat cihetlerini sübjektif pencerelerden seyrettikçe, uğurladığınız sevdiğinizi tamamen tanıyamadığınıza hayıflanırsınız. İnsanların faziletlerini hayatlarında ve yüzlerine karşı ifadeyi hoş karşılamamış kültürümüzden olacak ki, hayret ve sevgimizi dalgalandıracak şeyleri genellikle ardından duyarız.

Mustafa Sungur Ağabeyin 12 Mart’ta Nur Talebeleriyle beraber mahkûm olduğu zamanları tam hatırlayamıyorum. İzmir Basmane Camii’nin arka sokağındaki Fettah Medresesine Türkiye’nin dört bir yanından ağabeyler geliyordu. 1973-74 Malatya yıllarındaki Sungur Ağabeyin resmi hafızalarımıza daha çok nakşolmuştu. Çamurdan kerpiçleri tavşanlarca oyulan iki katlı medresemizin gıcırdayan tahta merdivenlerinden, saçları gümrahça ensesinden omuzlarına uzanmış ağabeyin üst kata çıkışı benim kadar o dönem gençlerinin kaydettikleri en güzel resimlerdi. Tatil, hafta sonu veya gecesi gündüzü olmaksızın geleceğini haber aldığımızda medresemizi tatlı bir heyecan ve helecan sarardı. M. Ali Bağlıtaş’ın teşvikiyle ve telâşla hazırlıklara koyulurduk…

Elazığ’dan Hulusi Ağabey, Gaziantep’ten Nazım Gökçek, Adıyaman’dan Mehmet Allahverdi, Kayseri’den Ali Mutlu, Diyarbakır’dan Fikret Ağabey ve seyrek de olsa Erzurum’dan M. Kırkıncı Hocamızın ferah bahçeli medreseye gelişleri, kuşağımızda bayram sevinci oluştururdu. O günün zor şartlarında şehirleri, kasabaları ve Nur Talebelerini en fazla birbirine bağlayan, Sungur Ağabey idi. Kışın karlı ve zorlu şartlarında onun Nurları Arapçaya tercüme eden Molla Zahid’i tâ Malazgirt’te ziyaretini anlatanlar keramet dolu hadiseleri de yaşamışlardı…

Kuşağımızın Sungur Ağabeye hayranlık duymasının birçok sebepleri olabilirdi: Öğretmendi… Bediüzzaman’ın “Sungur fenafinnur” müjdesini yaşıyordu. Nurların neşri ve medrese açılışları kadar tek başına köyünde veya kasabasında Nurlarla meşgul olanlar da onun ilgi dairesine girmişlerdi. Bediüzzaman’ın arkası sıra talebelerini meşveret ve şûrâda toplamış, Hizmet Rehberi’ni tüzüğümüz manasıyla Nurlardan derleyerek Üstadını takip etmiş Zübeyir Ağabeyden sonra, tesanüd ve şahs-ı manevinin tesisi için hayatını Anadolu yollarında feda etmiş Sungur Ağabeyi gönlümüz kadar gözlerimiz de özlerdi Malatya’da… Bu yolculuklar esnasında, Bekir Ağabey ve diğer ağabey’ler gibi Sungur Ağabey de marş ve ilâhiler eşliğinde seyahat ediyordu. Onun;  merhum M. Necati Bursalı’ya ait “Der yâ Rabbî, yâ Rabbî” nakaratlı şiirini ilâhi makamındaki söyleyişi elimizin altındaki bantlardadır.

Çok ilginçtir ki Sungur Ağabeyin Üstad ve Risale-i Nur’a mülâki olması bir taziyeden sonradır. Üstadımız “ikinci ruhum” dediği fedakâr ve kıymetşinas bir talebesini kaybetmiştir. “Ben bütün ömrümde bu derece, bir vefattan bu kadar müteessir olup ağlamamıştım” derken, acı ve ıztıraplarımızı dindiren Rabbimiz Üstada bir muallim Hasan Feyzi’ye bedel “İki Hasan ve iki Mustafa ve üç muallim ve bir çalışkan muallim, vazifeleri içinde Denizli Kahramanlarının vazifelerini görüyorlar” dedirterek, hirkatin sancısına yepyeni vuslatlarla şifa ihsan ediyordu.

Afyon’un Kara Zindan’larında Zübeyir, Ceylan ve Bayram’larla birlikte Üstadının halka-i tedrisine katılan Mustafa Sungur’un 1954’te daimî hizmetkârlık ve buradan da Emirdağ-Ankara arasında devlet makamatındaki meselelerde Üstadın kefil ve vekilliğine yükselmesi, “Sungur, fenafinnur” hakikatinin yansımasından başka birşey olmasa gerek.

Malatya’dan sonra nicelik itibarıyla kısa, fakat nitelik cihetinden benim için uzun sayılacak Bursa günlerimde Sungur Ağabeyin şenlendirdiği derslere katılma imkânı bulmuştum. Bursa’dan İstanbul’a Yalova üzerinden Kartal’a yaptığımız seyahatte, denizin Celal tecellileriyle yükselen dalgalarıyla vapurumuz tekne gibi sallandığında, o elime risaleyi vermiş ve yol boyunca ders yapmıştık. Erzurum’un 1970’li yıllarında, Nur hizmetinin buradaki şaşaalı günlerinde de Sungur Ağabey, pratikteki rehberimizdi. Türkiye solunu temsil eden Halk Partisi ve lideri Bülent Ecevit komünist Sovyetlerle dansa kalkışınca, efkâr-ı ammede millî meseleler tekrar öne çıkmıştı. Millî beraberlik çerçevesinde yurdun bazı şehirlerinde mitingler tertip ediliyordu. İstanbul’daki Taksim mitinginde Nazım Gökçek, Kırkıncı Hoca ve temayüz etmiş ağabeylerle kol kola yürümüşlerdi.

Tahirî Mutlu Ağabey Kocamustafapaşa’da, Abdullah Yeğin Ağabey Şehzadebaşı’nda, Bayram Yüksel Ağabey Ankara 27’de ve diğer ağabeyler daha çok mukim oldukları beldelerde kalıyorlardı… Anadolu’daki “müfritane irtibat” la sanki Sungur Ağabey vazifeliymiş gibi geliyordu gençliğimize. Veya şarktaki Nur gençliği manzaraya bu adeseden bakıyordu. Gerçi 1980’lerden sonra Sungur Ağabey de İstanbul Üsküdar’a yerleşmişti. O günlerde İstanbul’da memuriyet münasebetiyle kalıyordu… Kirazlımescit-46’daki İstanbul günlerimizde nev-i şahsına münhasır heyecan dolu kalbî okuyuşlarını dinler, farklı duygularla dolardık.

Sungur Ağabeyin 1970’li yıllarda Başbakan Süleyman Demirel’i ziyaretlerini diğer saff-ı evveller gençliğimize anlatırlardı. Karşılıklı mülâtefelerini ve onun başta Başbakan olmak üzere sair siyaset erkânını Kur’ân hizmetlerine teşvikini duyardık. Hatta denilebilir ki; 12 Eylül gibi dessas ve fevkalâde derin Kemalist ihtilâli olmasaydı Demirel Isparta’da, Sungur Ağabey de Zonguldak veya Kastamonu’da birer “Bediüzzaman Külliyesi” inşa edeceklerdi. O büyük felâketle niyetler de sair hayırlı teşebbüsler gibi akim kaldı. Bir felâket bir başka felâketi tetikleyerek bugüne geldik.

Mustafa Sungur’u hatıralardan ziyade Risale-i Nur’da, meşhur Afyon Mahkemesi müdafaasında ve Emirdağ Lâhikası-II’de aramak daha doğru olur kanaatindeyiz. Onun zaman zaman yazdığı mektuplar, gazeteye verdiği beyanatlar, “Anarşi, Sebep ve Çareleri” gibi onun imzasıyla hazırlanan eserler de Sungur Ağabey hakkında bir fikir verebilir. Fakat vefatından sonra onun hakkında yazılanları iki kapak arasında bulup okuduğumda da heyecanlanacağımı şimdiden hissediyor  gibiyim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*