Gerçek Akıl Hikmetin Yarısıdır

“Daha bu beş numûne gibi belki beş bin hikmetle tahrik olunan zerrâtın tahavvülâtını, o akılsız feylesoflar hikmetsiz zannetmişler ve hakikatte; biri enfüsî, diğeri âfâkî iki hareket-i cezbekârânede zikir ve tesbih-i İlâhî ile Mevlevî gibi zikreden ve deverâna kalkan o zerreleri, kendi kendine, sersem gibi dönüp oynuyorlar zum etmişler. İşte, bundan anlaşılıyor ki, onların ilimleri ilim değil, cehildir; hikmetleri, hikmetsizliktir.”

İkinci Mebhas’da zerrelerde görünen halin ne olduğu, bu durmak bilmez koşuşturmanın, halden hale geçişlerin, karıncalanma ve kaynaşmanın neye işaret ettiğini anlatan beş muhteşem hikmet ortaya kondu. Bütün bu hikmetler gerçeğin tamamının ifadesi değil; azametini, asıl boyutlarını ve akıl almaz kuşatıcılığını bir nebze idrak ettirebilmek için ortaya konmuş numunelerdir. Varlıkların gerisindeki bütün esma gibi Hakim ismi de mutlaktır ve kayıt altına giremez. Zerrelerin hareketlerindeki hikmetler de mutlaktır, insanın idrakine ve zerrelerin sınırlarına sığmayacak kadar geniştir. Ancak, yine bu mutlak hikmetin gereği, mutlaklık bir şekilde idraki sınırlı, ihatası dar olan şuur sahiplerine ifade edilmelidir.

Bu noktada numuneler, gölgeler, farazilikler, itibarilikler, misaller, tebeilikler devreye girer ve gerçeği bir anlamda ifade edebilmek, onun hakkında fikir verebilmek için hakikati kayıt altına almış gibi, sınırlamış gibi ortaya koymakla idraki dar olanların zihinsel hazmına uygun hale getirmiş olurlar. Bu, görünen alemdeki varlıkların genel özelliğidir ve hikmetin insan zihni ile sınırlanmış hali akıl olarak kabul edilebilir. Bu sınırlılığına rağmen, doğru işleyen akıl hiçbir zaman vahyin ya da semavi kitapların ortaya koyduğu gerçeklerle çelişmemiştir. Bu da aklın mutlak doğruya götüren bir araç olduğunun delili olarak kabul edilebilir. İşte, burada ortaya konan beş hikmet; doğru işleyen aklın, mutlak doğrunun numunelerini hikmetli bir şekilde ortaya koymanın en güzel örneklerindendir. Akıl, özellikleri kendinden kaynaklanan ya da insana ait, onun özünden gelen bir cevher olmadığına ve Hakim-i Mutlak’ı, onun sınırsız hikmetlerini yansıtan bir ayna misali olduğuna göre akıl ve hikmetin çelişmemesi ya da birbirini naksetmemesi lazımdır. İşte bu nazardan hareketle aklın, hikmetin, doğrunun tarifleri tekrar yapılmalı ve gerçek anlamları ortaya konmalıdır.

Bu şekilde tarifi yapılan hiçbir akıl, zerreleri; tesadüfler eseri, olasılıklarla hareket eden, “kendi kendine, sersem gibi dönüp oynayan” varlıklar şeklinde tarif edemez. Bu tarifi, şehadet aleminde gözüken kısmında zerre ile ilgili bilgileri en üst düzeyde olan bir atom fizikçisi de ortaya koysa, akıldan ve hikmetten uzak kalma akıbetinden kurtulamaz. Hem böyle bir şahsın ilmi hem de bu ilmin verileri yalnızca mülk dairesinde, şehadet aleminin sınırlılığında yapıldığı için gerçek tarifleri ve gerçek anlamları ortaya koyabilmesi mümkün değildir. Fiziki anlamda zerrenin çok yakınında olsa bile, gerçek anlamda ve asli boyutta çok uzağındadır. Bu, dürbünün ters tarafından bakmak gibi bir şey ya da resim sanatından hiç haberi olmayan birinin galerideki bir tabloya çok yakından bakması gibi bir haldir. Buradaki fiziki yakınlık ihata, idrak anlamına gelmez. Böyle bir bakışın hükümleri ise gerçek aklın hükümleri ya da hakiki hikmet olarak algılanamaz. Külli akıl olan Kur’an’ın bakışı ile her şey, eşyanın kendi iç bağlantılarından kaynaklanan tariflerin -mülkün sınırları içindeki tariflerin ötesinde- her biri, kainat kitabının harfleri ve kainatı büyük bir kitap olarak halkeden Hakim-i Zül’cemal ile bağlantılarından kaynaklanan ve O’nun yüklediği anlamları taşırlar. Bu anlam Risale-i Nur literatüründe “mana-i harfi” şeklinde ifade edilmektedir. Bu tarifle zerrenin dönüşü, hücrenin dönüşü, Mevleviler’in dönüşü, gezegenler ve yıldızların dönüşü birbirinden çok farklı, alakasız şeyler değildir. Gözlenen farklılıklar, aynı hakikatin farklı lisanlarla ifadesinden başka bir şey değildir. Gerçek manaları ise her birini, bir sandukça yaparak Kadir-i Küll-i Şey’in içlerinde gizlediği esma olmalıdır. Bir semazenin kendinden geçmiş, bükük boynu ile enfüse, açılmış kolları ile afaka yönelmiş hali mana boyutu ile zerrelerden gezegenlere ve güneşlere uzanan umumi ahenge uymak ve azametli senfoninin bir tınısı olmak şeklinde algılanmalıdır. Her bir melodide, her bir tınıda ve kainat kitabının bütün harflerinde benzer haller kendini gösterir. Zerre bir yönüyle atom-içi alem ya da mikrokozmos şeklinde ifade edilen ve günlük yaşantımızın kurallarından çok uzak ancak, akıl almaz hikmetlerle dolu bir sandukça hali arz ederken, diğer yönüyle her bir zerrenin diğer bütün zerrelerle bağlantılı olduğu bir uyumun parçasıdır. Her tek zerrenin afakı bütün kainat olacak şekilde bir işleyiş vardır. Bu bir yönüyle enfüse bir yönüyle afaka bakan hal, her bir ismin vahidiyyet içinde ehadiyyeti de gösterir şekilde sergilenmesinden kaynaklanmaktadır. Sanki hangi zerreye bakılsa, onun merkezde olduğu ve diğerlerinin onun çevresinde döndüğü, her çarkın hem merkezi hem de tabi olduğu bir mekanik sistem gözlenmektedir. Hakim ismi de bir taraftan tek zerrede, diğer taraftan zerrelerin umumunda gözlenir. Bu nazardan varlık alemine bakıldığında zerre ile alakalı ya da zerrelerden mürekkep hiçbir şeyde hikmetsizlik, anlamsızlık, abesiyet bulabilmek mümkün değildir. Eğer bunu ifade eder bir hüküm ortaya konmuşsa; bu ya hüküm sahibinin çapsızlığından, mülke hapsolmuş bakışından ya da aklının, hikmetin yansıması olan gerçek akıl şeklinde işlememesinden kaynaklanır.

Varlıkların gerçek tanımını bulduğu, aklın hikmet olduğu bir alemde zerrelerin işleyişi, idrakin ulaşamayacağı ölçüde süratle halden hale girmeleri, karıncalanma şeklinde ifade edilen kaynaşmaları tam bir hikmet ifadesidir. Yani anlamsız, gayesiz, iradesiz ya da tesadüfi değildir. Bu zerre tuğlasından müteşekkil bütün varlıklar; elementler, hücreler, çiçekler, böcekler, kelebekler, bütün hayvanlar ve hepsinin merkezindeki insanlar da hikmetsiz olamazlar. Onların yaratılışında önemli bir konumu olan akılları, hikmetsizliğe hizmet edemez. Bütün bu hallerin yanlış algılanmasındaki temel problem aklın hikmet doğrultusunda kullanılmaması, ölçülerin, tariflerin, anlamların yalnızca mülk boyutunda ve bu boyuttaki varlıkların birbirine göre konumunu ifade eden işleyişlerle bağlantılı olarak ortaya konmasından kaynaklanmaktadır. Yoksa kainat her zerresiyle ve bütün zerreleriyle, zerrelerinin teşkil ettiği her unsurla “Ya Hakim! Ya Hakim!” zikrini varlık gerçeğinin en küçük zaman dilimlerinde ve bütün zamanlarda kesintisiz olarak dile getirmektedir. Gerekli olan bunu işitecek gerçek kulak ve idrak edecek hakiki akıldır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*