Gerçek İnsanlık

İnsanın yeryüzüne gönderilmesinde ve varlık aleminin yaratılmasında gözetilen temel maksadın sonsuz bir güzelliğin varlıklar şeklinde ifade edilmesi ve şuur boyutumda yansıtılması sırrı olduğu, yine varlık ve şuur arası iletişimden anlaşılmaktadır. Bu anlamda ferdin ve ferdin de bir parçası olarak içinde var olduğunu algıladığı varlığın anlamlandırılması ve yine bu ikili bağlantının temel meyvesi olarak ortaya çıkmaktadır. Bu cümleden olarak tarihin farklı dönemlerinde, farklı varlık algıları ve kimlik tanımları ortaya çıkmıştır.

 

Son zamanlarda sıkılıkla, modern tıbbın bütün teknolojik gelişmelere rağmen yetersiz kaldığı noktalar ve buna karşılık gelişen alternatif metotlar gündeme gelmektedir. Bütün tartışmalarda ortaya çıkan sonuç, pozitif bilimlerin ve varlığı sadece maddi boyutu ile algılayan yaklaşımların eski hükümranlığını ve tartışmasız hakimiyetini kaybettiğidir. İnsanlık artık daha kuşatıcı madde yanında manayı ihmal etmeyen bütüncül (holistik) varlık izahı arayışı içine girmiştir.

Tarihi boyunca insanlık, varlık alemini ve kendi benliğini anlamak ve anlamlandırmak konumunda ve çevresindeki işleyişlerle iletişim halindedir. Varlık alemi ile ilgili farklı zamanlarda ortaya konan farklı yaklaşımlar, insan hayatı ile ilgi her şeyi ve doğal olarak kendi canlılığı, hayatı ve sağlığı ile ilgili problemleri çok yakından etkilemektedir. Kendini algılama şekli varlığı algılama şeklini ve varlığı algılama şekli bedeni ile ilgili problemleri algılama şeklini etkileyecektir. Bu anlamda sağlık problemleri varlık probleminden bağımsız olarak ele alınamaz ya da alınmamalıdır. Modern çağlara ve Rönesans sonrasına kadar tıp, felsefe ve dinlerin iç içe oluşu ve birbirlerini yakından etkilemeleri bu yönüyle olumlu bir uygulama olarak kabul edilmelidir. Ancak yaşanan bazı problemlere getirilen radikal çözümler bunların arasının iyice açılmasını ve olumlu ve olumsuz bütün etki alanlarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurmuştur.

On dokuzuncu yüzyılın ön planda tutulan felsefi yaklaşımları pozitivizm, determinizm, sekülerleşme gibi kavramların etrafında şekillenmiştir. Bu çerçevede algılan bir varlık aleminde bilim mutlak hükümranlığını kurmuş ve her şeyin şekillenmesindeki temel güç olarak algılanmıştır. Sanayi ve teknolojideki baş döndürücü gelişmeler ve bilimin varlığa mutlak anlamda hükmedebileceği intibaını veren uygulamalar, bilimin tahtını iyice sağlamlaştırmıştır. Artık varlık, maddi plana sınırlı ve analitik yaklaşım içinde parçalara ayrılmış ve her parçanın kendi iç bütünlüğü dışında parçalar arası bağlantının göz önüne alınmadığı bir tarzda algılanır olmuştur. Pozitivist düşüncenin bu güçlü gelişi daha önceki dönemlerin bilgi birikimini bir anda silip atıvermiş ve kendi tanımladığı varlık dünyasını tanımları ile uyuşmayan geçmiş dönemlere ait bilgileri değişik suçlamalarla reddetmiştir. Bilim o kadar kendinden emin ve analiz edip parçalara ayırarak tanımladığı madde konusundaki bilgilere o kadar güvenmektedir ki, artık son noktaya geldiği düşünülmüştür. Bu güçlü rüzgar yirminci yüzyılda da etkilerini belirgin şekilde hissettirmekle birlikte, bu yüzyılın başlarından itibaren pozitivist bakışın ve bilimsellik adı altında maddi aleme ve laboratuara sınırlı varlık anlayışının tahtı sarsılmaya başlamıştır. Fiziğin geldiği yeni noktada her an yeni bir değişimin gerçekleştiği hiçbir şeyin kararlı ve bütünden bağımsız olamadığı bir varlık anlayışı atom içi alemin keşfi ile maddi dünya anlayışını sarsmıştır. Parçaların bütünü meydana getirdiği düşüncesi yerini her bir parçanın ayrı bir bütün olduğu düşüncesine bırakmıştır. Her bütün, bütünlerin toplamı içinde yine onlarla da bütünleşerek yer almaktadır. Çok küçük zaman dilimlerinde çok hızlı değişimlerin yaşandığı, her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu ve bu irtibatın akıl almaz ölçülerde kısa zaman dilimleri içinde kurulduğu yeni varlık tablosu kaos, belirsizlikler şeklinde ifade edilen kavramları alemimize taşımıştır. Artık varlığın bütünü sebep-sonuç ilişkileri kurularak geleceğin belirlendiği determinist yaklaşımdan çok uzaklaşmıştır. Bilimin kendine aşırı güvenen bir eda ile “olmaz” ya da “olur” şeklinde ortaya koyduğu hükümlerden pek çoğunun bir anlamı kalmamıştır. Bilinemezlikler, belirsizlikler, olasılıklar daha ön plana çıkmış ve yeni dönemin varlık algısı köklü değişikliklere uğramıştır.

Bütün bunlar önümüzdeki dönemlerde madde ve manayı birlikte ele alan, insanı ve hayatı bütün yönleri ile değerlendiren yaklaşımların gelecekte hakim olacağının işaretleri gibidir. Gelecekte teknoloji, silah ve paranın değil, sevginin, inancın ve maneviyatın hakim olacağı artık görünür hale gelmiştir. Daha önce maddi alemi kendi iç dinamikleri ile algılayıp bütün işleyişi bu alana ve bu alanın kendi algıladığı şekline sınırlı zanneden insanlık ve bilim, eşyayı tanıdıkça önüne çıkan baş döndürücü manzara karşısında acziyetinin farkına varmış ve varlık aleminin işleyişini kendi keyfine göre şekillendirme hevesinden vazgeçmiş gibidir. Gelinen bu noktayı belki de John A. Wheeler’in “Daha yolun başındayız. Bir gün gelecek…” diye başlayan sözünü Robert Jastrow tarafından tamamlayan şu cümleler en güzel şekilde ifade ediyor: “ … Aklın gücüne inanarak yaşamış bir ilim adamı için, serüven beklenmedik şekilde sona erer. O cehalet dağlarını tırmanmıştır; en yüce zirveyi fethetmek üzeredir, en son kayaya doğru kendini çeker ve asırlardır orada oturan bir grup ilahiyatçı onu ‘hoş geldin’ diye karşılar.”

Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin Jastrow’un ifade ettiği ilahiyatçılardan biri olduğu ve yaşadığımız günlerin aklın gücüne inanarak yaşamış bilim adamının kendini en son kayaya doğru çektiği anlar olduğunu gösteren pek çok işaret ortaya çıkmıştır. Bu an dinler arasındaki çatışmaların sone erdiği ve ilahiyatçılığın siyasi kaygılardan, toprak hakimiyeti arzularının payandası olmaktan uzaklaşarak öze döndüğü bir an olacak gibi. Aklın gücüne inanan bilim adamları ile ilahiyatçıların zirvede buluştuğu an insanlık için saadet asrının geri döndüğü an olacak. Şartlar açık ve net şekilde ortaya koymaktadır ki, bu buluşmanın öncüsü Risale-i Nur olacak. Bundan sonra insanlıktan beklenen maksatların gerçekleşmesi için yeryüzü çok verimli bir zemine dönüşüp, ahlak, insanlık ve maneviyat üretecek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*