Salisen: Görüyorum ki, şu dünya hayatında en bahtiyar odur ki, dünyayı bir misafirhane-i askerî telakki etsin ve öyle de iz’an etsin ve ona göre hareket etsin. Ve o telakki ile, en büyük mertebe olan mertebe-i rızayı çabuk elde edebilir. Kırılacak şişe pahasına daimî bir elmasın fiyatını vermez; istikamet ve lezzetle hayatını geçirir. (Mektubat)
Evet, insan olarak hemen verilen lezzetleri çok severiz, tatmak isteriz.
Parlak, süslü ve yaldızlı şeylere hemen ilgi duyar ve sahip olmak isteriz.
Bu gibi şeylerin akıbetlerini o anda düşünmeyiz, zira nefsimiz bunlara heveslidir. Akıl ve kalp o anda devre dışı olduğundan tercihlerimiz ekseriyetle nefsimizin istediği yönde olur.
Akıl ve kalp ile nefis ve şeytanın mücadelesi son nefesimize kadar devam eder.
Bu nedenle yukarıda bir kısmını aldığımız Dokuzuncu Mektup, resmin tamamını görmemiz açısından çok önemli dersler verir.
Fıtratımızdaki şiddetli merak ve hararetli muhabbet ve dehşetli hırs ve inatlı talep ve hâkezâ şedit hissiyatlar, sonsuz hayatı kazanmak için verilmiştir.
Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Bu muhabbet fani mahbuplara müteveccih olursa ya kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder. İşte, insanda binlerle hissiyat var. Her birisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. (Mektubat)
Şimdi bunun gibi endişe-i istikbal hissi herkeste var.
Gerçek istikbal ise, kabirden sonraki hakikî ve uzun hayattır.
Mala ve câha karşı şiddetli bir hırs gösteririz.
Hakikî mal, a’mâl-i salihadır.
Hakikî câh ise, merâtib-i mâneviyeye ve derecât-ı kurbiyeye ve zâd-ı âhirettir.
Böyle yaparsak, fena haslet olan hırs-ı mecazî, âli bir haslet olan hırs-ı hakikîye inkılâp eder.
Şiddetli inadımızı hakaik-i imaniyeye ve esâsât-ı İslâmiyeye ve hidemât-ı uhreviyeye sarf edersek, o haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âli bir haslet olan hakikî inada, yani hakta şiddetli sebata inkılâp eder.
Dünyada ebedî kalacak gibi gafilâne davranırsak, bu şiddetli ve güzel hissiyatlar ahlâk-ı rezileye ve israfat ve abesiyete medar olur.
Bunlardan başka:
“Cenab-ı Hak kemal-i kereminden ve merhametinden ve adaletinden, iyilik içinde muaccel bir mükâfat ve fenalıklar içinde muaccel bir mücâzat derc etmiştir.” (Lem’alar)
Mü’minler mâbeyninde muhabbete; âhiretin maddî sevabını andıracak manevî bir lezzet, bir zevk, bir inşirah-ı kalb dercedilmiştir.
Mü’minler mâbeyninde husûmet ve adâvete, kalb ve rûhu sıkıntılarla boğacak bir azâb-ı vicdânî dercedilmiştir; âlicenap ruhlara hissettirir.
Hürmete lâyık zâtlara hürmet ve merhamete lâyık olanlara merhamet ve hizmette; sevâb-ı uhrevîyi ihsâs eder derecede öyle bir zevk, lezzet vardır ki, hayatını fedâ etmek derecesine o hürmeti, o merhameti ileri getirir.
Hem, meselâ, hırs ve israfta öyle bir cezâ var ki, şekvâlı, meraklı, mânevî ve kalbî bir cezâ insanı sersem eder.
Ve haset ve kıskançlıkta öyle bir muaccel cezâ var ki, o haset, haset edeni yakar.
Hem tevekkül ve kanaatte öyle bir mükâfat var ki, o lezzetli muaccel sevap, fakr ve hâcâtın belâsını ve elemini izâle eder.
Hem, meselâ, gurur ve kibirde öyle ağır bir yük var ki, mağrur adam herkesten hürmet ister; ve istemek sebebiyle istiskal gördüğünden, dâimâ azap çeker.
Hem, meselâ, tevâzuda ve terk-i enâniyette öyle lezzetli bir mükâfat var ki, ağır bir yükten ve kendini soğuk beğendirmekten kurtarır.
Hem, meselâ, sûizan ve sû-i te’vilde, bu dünyada muaccel bir cezâ var. “Men dakka dukka” kaidesiyle, sûizan eden, sûizanna mâruz olur.
Mü’min kardeşinin harekâtını sû-i te’vil edenlerin harekâtı, yakın bir zamanda sû-i te’vile uğrar, cezâsını çeker.
Ve hâkezâ, bütün ahlâk-ı hasene ve seyyie bu mikyâsa göre ölçülmeli.
Üstadımızın duası:
Ben rahmet-i İlâhiyeden ümit ederim ki, Risale-i Nur’dan bu zamanda tezâhür eden mânevî i’câz-ı Kur’ânîyi zevk eden zâtlar, bu mânevî ezvâkı hissederler; sû-i ahlâka müptelâ olmayacaklar, inşaallah. (Lem’alar)
Benzer konuda makaleler:
- His ve duygular ahirete sarf edilmeli
- İç huzuru yok eden ‘haset’
- Dünya hayatında en bahtiyar odur ki…
- Her zamanın bir hükmü vardır