Geri dönüş yok

Başörtüsü tartışmasıyla Avrupa’nın bir medreseye döneceğini önceki yazılarımızda okuyucularımıza duyurmuştuk. Bediüzzaman Hazretleri, talebeleriyle zindanlara sokulmasını Kur’ân dâvâsının bir ilânı olarak değerlendirmişti. Her bir Uhud’da gizlenmiş Bedr’in çekirdeklerini keşfetmek, ancak Kur’ân’a gönül verenlerin işidir. Dünya medyasının maalesef ekserisinin semavî dinlere ve temel insanî değerlere saygısız olduğu bir zamanda, hak bir dâvânın ciddi bir müdafaası veya müsbet ilânatı elbette beklenemez. Kaderin “ters vuruşlarıyla” İslâmın ve insaniyetin inkişaf ettiği garip bir zamanı yaşıyoruz.

Kur’ân’a ve şeair-i İslâmiyeye (İslâmî değer ve sembollere) düşmanlığın tarihi elbette ki 28 Şubat veya 11 Eylül’le sınırlı değildir. Seccal (dönüşümlü) olan mücadelenin ruhundaki gel-gitlerle bazan hücum umumî taarruzlara dönüşüyor. İslâma Anadolu’daki taarruzun bir işaret taşı olan 28 Şubat’ın tahrip şekliyle New York merkezli 11 Eylül’ün daha geniş dairedeki ifsad ve bozguncu şekilleri arasındaki benzerlik, kaynağın aynı olduğunu gösteriyor. Dahilde Risale-i Nur merkezli Kur’ânî harekâtın münafık mülhitlerin mahiyetini deşifre etmesi geniş dairedeki dinsizlerde paniğe sebep olduğundan Avrupa’yı da karşılarına alarak umumî bir taarruza geçtiler.

Avrupa merkezlerinde yükselmeye başlayan insaniyet değerleri karşısında tutunamayan “dinsiz, sefih ve tahribatçı” Avrupa, birçok siperini terk ederken genel saldırısını da arttırıyor. Kaybetmekte oldukları en büyük merkezleri şu an için Paris olarak görünüyor. Sefahet ve rezalette papucunun New York ve diğer Atlas ötesi merkezlere kaptıran Paris’teki “insaniyet düşmanları” başörtüsünü kullanarak mevcut hükümetleri Müslümanlara karşı kışkırtırken, netice yine aleyhlerine oluyor.

Düne kadar ülkesindeki Müslümanlara “Aborjin” muamelesi yapan idareciler, bu defa Müslümanları camilerinde ziyaret edip, “doğru İslâmiyet” hakkında bigilenmiş oldular. Paris-Berlin ittifakının Bağdat haramilerine karşı tavrı, yavaş yavaş mahalde tahripkâr davranan zındıkaya karşı da netleşiyor. Kur’ân’ın özündeki “insaniyet-i kübra” ile tanışmaya başlayan ehl-i ilim ve siyaset Müslümanlara yapılan taarruza karşı çıkıyor. Başbakan Raffarin, başörtüsüne karşı görünse de bunun kanunla yasaklanamayacağını itiraf ediyor. Böyle bir yasağın yarayı derinleştireceğine, ülkenin enerjisini boşa harcayacağına inanıyor. Barış içinde bir çözüm peşinde koştuğunu Paris Camiinden tüm Fransa’ya duyuruyor.

Almanya’da işler Fransa’dan da renkli. İslâmın ve Kur’ân’ın, başörtüsü meselesiyle bağlantılı olarak TV’lerde ve yüzlerce gazetede tartışılmadığı günün olmadığını iddia ediyoruz. Kemalistlerin, semavî dinlere düşman kuvvetlerin safında yer alması ilk başta tartışmayı renklendirmişse de, Şark mentalitesiyle her sahaya çıkışlarında ofsayt düdüğü yemeleri, Avrupalı müttefiklerinin canlarını iyice sıkmaya başladı. Avrupalı dinsiz de olsa, mücadelenin kurallarına ve demokratik prensiplere rivayetkâr görünmek mecburiyetinde. Zira kamuoyu bunu şart koşuyor. Fakat Anadolu kökenli Kemalistler demokratik kural tanımıyorlar. Avrupalılara İslâmiyete nasıl hakaret edileceğini ve Müslümanlara nasıl sövüleceğini anlatalım derken bazan sarı, bazan da kırmızı kart görüyorlar.

Bu gidişle cephelerinde esaslı bir ayrışma olacak. Gerçi AB kamuoyu açısından bu tartışmalar büyük hayırlara vesile oluyor. Yıllardır Kemalizmin demokrasiyi tıkadığını ve insan haklarını ihlâle sebep olduğunu söylenip dururken, Avrupa bu tartışmayla olayı bazan gözleriyle görüyor, bazan da bizzat yaşıyor. Kemalizmin mahiyetini Hz. İsa (a.s) cemaatine gösterme imkânımız yokken, bu ters vuruşlarla Rabbim, kelâmına düşman olan “takiyyecilerin” mahiyetini yüzlerce TV ve gazete ile bu kıt’a insanlarına ders veriyor. Elhamdülillahi hâzâ min fazli Rabbî.

Burada önemli bir hususu da vurgulamak gerekiyor. Hıristiyanlığın özünden kopuk, basiretsiz ve istismarcı politikalara takılan Hıristiyan Demokratlar da bir imtihanın eşiğinde bocalıyorlar. Bir taraftan AB anayasasına Hıristiyanlığı işleme mücadelesi vermek, diğer taraftan İslâmiyetin bir sembolü olan başörtüsüne karşı çıkmak, Demokrat Hıristiyanları gülünç duruma düşürüyor. Başkardinalin dediği gibi, sair politikaları tamamen Hıristiyan değerleriyle çatışan ve yalnızca ismi Hıristiyan olan bu partilerin, isimlerindeki “Hıristiyan” kelimesini çıkarmaları iyi olacak. Demokratlıkta bazan Yeşillerin de arkasına düşen Hıristiyan Demokratlar, yükselen Avrupa diğerlerinden habersizce politika yapmaya çalışıyorlar. Schröder’in bu kadar başarısızlığına rağmen, kamuoyundan gerekli desteği alamıyorlar.

Kanaatimce bu politikacılara başörtüsünün bir temel hak olduğunu anlatmak da kendilerini Müslüman Demokrat olarak bilen AKP’lilere düşüyor. Gerçi bizim Tayyip de onların düştüğü hataya düşüp, AB anayasasındaki Hıristiyanlığa karşı çıktı. Belki de Berlusconi gibi din düşmanlarıyla arkadaş olmanın bir neticesiydi o yanlış beyanat. Bugüne kadar başörtüsünü problem olarak yaşamış Almanya, bundan böyle mesele yapmak istemiyor. Fakat dinsiz ve sefih guruplar, Kemalistlerin kışkırtmaları, mücadele sürecini uzatıp kızıştıracağa benziyor.

Bugüne kadar hak ve hürriyetlerden geriye dönüşü yaşamayan Avrupa’nın, bundan böyle yaşayacağını sanmıyorum. Fakat doğru İslâmiyeti bu medenî kıtaya anlatıp, beklenen ittihadı gerçekleştirmenin de başka yolu olmasa gerek.

Bu vesile ile Avrupa’da ikinci bir İslâm devletinin doğumuna vesile olmuş kahraman İzzetbegoviç’e Allah’tan rahmet dilerken, mahzun Bosna Müslümanlarına ve bilhasa Alia’nın mücadele arkadaşlarına taziyetlerimizi sunuyoruz.

Bizi-—inşaallah—-rahmet ve mağfirete götürecek Ramazan-ı Şerifinizi de tebrik ediyor, muhtaç olduğumuz mübarek dualarınızı bekliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*