Gönül Pınarımız Barla

Gönül pınarımdan damlayan bu âciz duygularımı senin âli ruhuna bir hediye olarak takdim ediyorum. Kabul buyur Üstadım….

Barla…

Gönül pınarlarımızın çağlayıp aktığı yer… Bütün güzel ve lâtif kelimelerin birleşip cümle olarak gönül dudaklarından döküldüğü yer… Tarifsiz duyguların, en güzel seslerin, en sıcak nefeslerin hissedildiği yer… Ve Barla, iman hakikatlerinin en gür sada halinde dünyaya işittirildiği yer…

Ah Barla! Öyle bir şarkısın ki; gönüllerimiz coştu seni görünce, öyle bir pınarsın ki; ruhumuza bir serinlik doldu suyundan yudumladıkça. Sen öyle bir iksirsin ki; gönlümüzün kırık kanatlarına nurlu nefesinle merhamet merhemlerini sürdün. Sen yıllarca zulmettiğimiz nefsimiz için yorgunlaşan ruhumuza can suyunu veren. Kaçan son trene son binen insanın hissettiği en âcizane yakalayışlarla haykırışlarımın duyulduğu mekânsın…

Ey Aziz Üstad kokan nurlu belde!

Bu menzil böylesine nurlu ve şairane ise,  Sani-i Zülcelâl’in cemalini temaşa etmek, Efendimiz aleyhüssalâtü vesselâmın nurlu yüzünü görmek kim bilir ne kadar güzeldir, lâtiftir, hoştur? Bütün bu güzelliklerin tek sahibi Sensin Allah’ım Sen… Bu nurlar Senin, bu teselli senin. Merhametlilerin en merhametlisi olan  Allah’ım! Nasıl da hissettiriyorsun bu âciz kullarına nur kokan mekânları?

Bu ulvî duygular sarmıştı bedenimizi Barla’ya ilk adım attığımda. Bambaşka bir buluşma… Öyle bir heyecan vardı ki içimde; sanki doğduğum andan beri bizi bekleyen özel birisi vardı burada. Öyle bir bekleyişle bekliyordu ki; ya da o anı ben öyle bir hasretle bekliyordum ki; bedenimin ruhuma dar geldiğini hissediyordum. Yüreğim yuvasında bir güvercin gibi titriyordu. Bütün ruhumu büyük bir heyecan dalgası sarmıştı.

Tesislerden Üstadın evine yaptığımız yürüyüş sanki ezelden gelen sevdayla buluşma gibiydi. Hem yüreğimiz hem ayaklarımız koşuyordu ona. Hicretimiz sana, hakikatlere, Nur deryasına… Bütün sevgi ve aşklardan daha ulvî, daha samimî, daha yüce hislerle geldik sana.

Türkiye’nin dört bir yerinden gelen genç kardeşler bütün zerreleriyle hakikatleri dinliyorlar, hissediyorlardı. Sabah namazından sonra Nur postacıları gibi akın eden talebeler bizlere burada hayat çok farklı dedirtiyor. Sabah namazıyla esen Nur kokulu yeller numune-i cennet misali, insanı bu ulvî duygularla âdeta kendinden geçiriyor.

Selâmun aleyküm ey çınar ağacı!

Ey Üstadımı dalları arasında misafir eden bahtihar çınar! Ne olurdu senin bir dalın da ben olsaydım, veya dalın ucunda bir yaprak…Onun  zikirlerini, tesbihatını seninle birlikte ben de dinleyebilseydim…

Sanki mutlu selâmımızı almış, meramımızı anlamıştı koca çınar. Çınar ağacındaki esen nur kokular, öten kuş nameleri sanki Risale-i Nurların sevincini bütün dünyayla paylaşıyordu. Üstadımızın evine selâmla girdiğimizde itiraf etmeliyim ki; ilk kez aziz Üstadımızın ruhunu bu kadar kendimle baş başa hissettim.

Kardeşlerim o gerçekten Bediüzzaman… Zamanın garibi, güzeli, en güzel sesi, en şifalı nefesi… Hep bizlere ‘Aziz Kardeşlerim’ diye seslenen bir ders arkadaşı… Kalbimize iman, ruhumuza nur, gönlümüze muhabbet aşılayan büyük Üstad! Maşaallah. Üstadımız bizleri görüyor, orada olduğumuzu biliyor ve onun huzurunda olduğumuzu hissetmekle içimiz ısınıyor, teselli buluyoruz. Ey Barla! Kur’ân’ın sönmez bir güneş olduğunu gösteren Nurlu menzil. Ruhunda ihlâs, samimiyet ve Nur kokan menzil. Bütün yaralarımıza ilâcını, müşfik bir tabib gibi sunan menzil. Sen en muhteşem şekilde parla. Nurun ile aşkın ile yüreğimize hoş geldin.

Ve ben geldim Üstadım. Sana geldim; hatalarımla, günahlarımla, her şeyimle sana geldim. Gönül pınarımdan damlayan bu âciz duygularımı senin âli ruhuna bir hediye olarak takdim ediyorum. Kabul buyur Üstadım….

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*