Gören göz değil, ruhtur

Röntgen şuâları ve lazer fotoğraf makineleriyle katı cisimlerin içindeki görüntüleri aldığımız gibi, bizde bulunan lazer ve röntgen şuâlarını işletebilirsek, katı cisim, su ve havadaki görüntüleri biz de alabiliriz.

Biz de çalışarak telkin (motivasyon), zikir, vecd (trans) derin tefekkür vs. ile duyularımızı tatil edip, ruh, duyu ve duygularımızı işletip geliştirerek görme kapasitemizi arttırabiliriz. Bilgisayar – internet, televizyon gibi cihazlarla enteresan âlemleri gördüğümüz gibi, beynimiz, derimizle de metafizik âlemleri görebiliriz.

Zira gören, gözlük değil, gözdür; gören, göz değil, ruhtur. Göz bir penceredir; ruh, âlemi o pencereyle seyreder.31 Bunun örneklerini peygamberler mu’cize olarak göstermiş, insanlık teşvik edilerek büyük bir hareket alanı açılmıştır. Meselâ;

• Neml Sûresi’nin 40’ıncı âyetinin işaretiyle, çok uzak mesafelerdeki eşyayı aynen veya görüntü olarak hazır etmek mümkün. Hz. Süleyman (as) mâsumiyetinin diliyle istediği gibi, istidat diliyle isteyip, Allah’ın koyduğu âdetullah (tabiat) kanunlarına uygun hareket eden görüntüleri de, sesleri de alabilir. Hatta eşyayı aynen nakletmek imkân dâhiline girebilir. (Yemen Kraliçesi Belkıs’ın tahtını Hz. Süleyman’a getirmeleri, göstermeleri gibi…)

• Hz. Ömer’in (ra), ordusunun zora düştüğünü hutbedeyken görüp kumandana, “Ya Sariye, dağa, dağa!”33 diye uyarması, ordunun kritik durumunu televizyonvari görmesi ve telsizvari Sâriye’ye işittirmesi ve orduyu sevk etmesi noktasından zaferine sebebiyet veren kerametkârane kumandası, bu meseleyi ispat eder.

• Keza, fikren Arş’a çıkan Celâleddin-i Rumî’ye, “Kulağını aç! Herkesten işittiğin sözleri, fıtrî fonograflar gibi, Cenâb-ı Hak’tan işitebilirsin” sözünü söyleten sır da budur. Onun gibi yükseğe çıkamayan ve yerden Arş’a varlığı ayna şeklinde görmeyen, böyle iddialarda bulunamaz.

• Şahitleri hâlâ hayatta olan, doğruluğu kesin belgelere dayanan buna benzer birçok hadiseyi de Bediüzzaman yaşar. Eskişehir Hapishanesi Müdürü, bir Cuma günü kâtiple otururken, “Müdür Bey! Müdür Bey! Benim mutlaka bugün Ak Cami’de bulunmam lâzım!” dediğini duyar. “Peki Efendi Hazretleri!” der ve “Her halde hapiste olduğunu ve dışarıya çıkamayacağını bilemiyor!” diye söylenir. Öğleyin, “Bediüzzaman’ın gönlünü alayım, Ak Cami’ye gidemeyeceğini izah edeyim” düşüncesiyle koğuşuna gider, pencereden bakar ki, Bediüzzaman içeride yok!

Jandarmaya sorar: “İçeride idi; hem, kapı kilitli” cevabını alır. Derhal camiye koşar; ileride, birinci safta, sağ tarafta namaz kıldığını görür. Namazın sonlarında ise onu yerinde göremeyip derhal hapishaneye döner, Hazret-i Üstad’ın “Allahü ekber!” diyerek secdeye kapandığını hayretle görür.

İşte, ruhun, kalbin görebilmesi için duygu ve duyuların duyarlılıklarını arttırmalı ve gece gören veya görmelerine kesif maddelerin engel olmadığı varlıkların özellikleriyle boyamalı. Meselâ melekler gibi görebilmesi için, melekî cephesini işletmelidir. Nefsini temizleyerek araya parazitler girmemelidir. Antenlerini tefekkür, tezekkür ve teşekkür ve ibadetle mana, gayb/melekût âleme çevirebilir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*