Gülistandan bir selâm

Isparta, memleketimizin gül bahçesi; Barla ise bu güllerin en nadidelerinin yetiştiği bir gülistan.

İşte böyle bir gülistana bir bahar mevsiminde ayak bastık. Efendimiz (asm), güllerin efendisi Hz. Muhammed Mustafa’nın (asm) kutlu doğumunu idrak ettiğimiz, yaşadığımız günlerdi.

Binler salât ve selâm ol nebiler nebisine.
Efendimizin (asm) güllerini görmeye ta Ankara’dan kalktık ve Barla’ya seyeran ettik. O gülleri kokladık, kokladık…

Aklımıza Üstadımızın o sözü geldi, içten içe hüzünlendik, içten içe ağladık. “Ben acele ettim kışta geldim sizler cennet-âsâ bir baharda…“ Geldik Üstadım… Esselamû aleyküm ve rahmetûllahi ve berekâtüh.

Selâmımıza karşılık o ahaliden selâm aldık. Bu duygularla yol aldık ve sabaha karşı Isparta’ya vardık. Önce Isparta Milas mesire alanında sabah kahvaltısı yaptık, kahvaltı hazır oluncaya kadar yanında topunu getirmeyi ihmâl etmeyen kardeşlerimizle hafiften terledik, kahvaltıdan sonra bir grup arkadaş orda bulunan kayalık bir tepeye çıkmaya karar verdik ve Rabbimizin ihsanını bir kez daha bütün güzelliği ile yaşadık, Cemîl ismi ile birçok ismini tefekkür ettik. Sonra 2-3 arkadaş birazcık abarttık ve 50-60 metre daha yukarı çıktık, arkamızdakilerin sesi kesildiğinde yukarıdan görünen eşsiz göl manzarasını kaçırdıklarına üzüldük, onlar da otobüsle gelince göl kıyısına gidemediğimize üzüldüklerini söylediler.

Bu küçük maceranın ardından otobüsümüze bindik ve yoldan, bize rehberlik edecek olan Mithat Ağabeyimizi aldık. Bin kalemli Sav Köyüne gittik. Üstadımızın ayak izlerini orada da gördük ve bir kez daha şükrettik. Saat bir hayli ilerlemiş, öğle namazı vakti de girmişti. Namazımızı kemal-i ferahla kıldık, tam  bir soğuk su olsa da içsek dediğimiz an kendimizi Üstadımızın ağabeyleri soğuk su almak için gönderdiği Sidre’de bulduk. Kanmadan içtik, kana kana hamdettik. Ardından merkeze indik akşam yemekleri yendi. Dinlenildi. Vira Bismillah dedik, Üstadımızın 1952 (53)-1960 yılları arasında kaldığı evine gittik, çoğu zaman olduğu gibi yine kalabalıktı ve yine herkesin yüzündeki o bilindik tebessüm, neşe ve neşve vardı. Ziyaretimizin ardından bir ağabeyimiz evi ve Üstadımızla ilgili hatıraları anlatırken bizler onun o akıcı anlatımını büyük bir zevkle dinledik ve hayalen o anları yaşadık.

Isparta’ya veda etmenin hüznü içimizdeyken Barla’ya gidecek olmamız bizi ayrı sevindiriyordu. Neden mi? Çünkü Barla bu vatan sathında yazılmış ayrı bir destan, yaldız yaldız parlıyor hem gündüz hem akşam. Ve Barla’daydık. Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra  evvela Üstadımızın ikamet ettiği evi gezdik ve evin altında bulunan çeşmeden buz gibi su içtik. Ruhumuz cennete meftun iken biz dünyada cenneti gezdik çünkü Cennet bahsi olan 28. Söz’ün yazıldığı Sıddık Süleyman Ağabeyin Cennet bahçesindeydik. Orası hakikaten söz ile anlatılabilecek bir güzellikten daha öte bir güzelliğe sahipti. Ben diyorum ki eğer görmediyseniz ne ben anlatamayıp yorulayım, ne sizin kafanızı şişireyim mutlaka gelip görmelisiniz.

Cennete gitmek olur da orada cennet genci ağabeylerimizi görmeden gelmek olur mu? Olmaz. Biz de öyle düşündük ve Ali Uçar Ağabeyin, Bayram Yüksel Ağabeyin ve birçok ağabeylerin mezarını gördük.

Seslerinizi duyuyor gibiyim, üzülmeyin, heybemizde size de binler selâm getirdik. Esselâmu aleykûm ve rahmetüllahi ve berekâtüh ebeden daimâ.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*