Günahlar ve dünyadaki etkisi

İnsanın işlemiş olduğu günahlar, dünya ve ahirette derin yaralanmalar açar. Kalbe ve bedene zarar veren günahlar, manevî yaralanmalara, manevî yaralar vesvese ve şüphelere dönüşür. Şüphe ve vesvese ise, imanı zedeleyen bir hastalıktır. İnsanın manevî mekanizmasının en önemli bir parçası olan ve iman mahalli olan kalp bozulmaya başlayınca, akıl da hikmeti kaybetmeye başlar.

Böyle bir bedende artık nefis hükmünü icrâ eder. Dolayısıyla günahlar insanı hakikî ilimden mahrum eden bir hastalıktır. İlim, Allah’ın kalplere attığı bir nurdur. Günahlar ise bu nuru söndürür veya zayıflatır. İmam Şafiî’ye gelen bir talebe, ezber gücünün zayıfladığından dert yanar, buna karşı İmam, günahları terke irşad eder.

İnsanların sosyal tabakalarına bakıldığında fakir insanların derd-i maişet kaygısı olduğu gibi, zengin insanların da derd-i maişet kaygısının olduğu görülür. O halde geçim sıkıntısı ile fakirlik arasında fark vardır. İnsan Allah’ın verdiğine kanaat ederse, geçim darlığı çekmez. Şayet gözü açsa, ne kadar zengin olsa da, yine derd-i maişetten kurtulamaz. Çünkü işlenen günahlar insanda manevî dinamikleri, ulvî hisleri bozar. Bir insanın maişeti iyi de olsa, iktisat ve kanaat düsturlarını bozup, tama ve hırs hastalığına yakalandığı için, bereketi kaçırır ve geçim darlığına mahkûm olur.

Demek ki, günahlar rızıktan mahrumiyete sebeptir. Bir hadis-i şerifte, “Bir kul yaptığı günahtan dolayı rızıktan mahrum edilir” buyurulur. Bir başka hadiste, “Takva rızkı celb ettiği gibi, takvayı terk de fakirliği celp eder” buyrulmuştur.

Diğer taraftan, cemiyet hayatına bakıldığında çoğu kez, günahların içerisinde olup da, maişet derdi çekmeyen, bolluk içerisinde yaşayan insanların varlığı dikkat çekmektedir. Ehl-i imanın da kafasında sorular oluşturan bu çelişkiyi yine bir hadis-i şerif çözmektedir. “Günahlarına rağmen, Allah’ın bir kula arzuladığı dünyalıkları verdiğini görürsen, (bil ki) bu bir istidraçtır, helâka doğru bir çekiştir.”

Dolayısıyla rızkı çekmede günahları terkten daha etkin bir şey yoktur. Derd-i maişetin herkesi sardığı bu zamanda belki de temelde düşünülmesi gereken önemli bir noktadır. Günahların yüzlerce vahim neticelerinden birisi de, kişinin, kalbinde kendisi ile Rabbi arasında kıyas edilmeyecek kadar bir soğukluk ve yalnızlık hissetmesidir. Böyle bir insana dünyanın lezzetlerini de getirseniz, onun yalnızlığını ve soğukluğunu gidermez. Risâle-i Nur satırlarında münafıkların ruh hallerinden bahsedildiği Bakara Sûresi 14 ve 15. âyetlerin tefsirinde bu mesele şöyle geçer: “Onların nifak hastalığı, imanın hilâfına kalpleri ifsat eder. Kalbin fesadı yetimliği intaç eder. Yani bozuk olan bir kalp, kendisini sahipsiz, maliksiz, yetim bilir.” (İşârâtü’l-İ’câz)

Günahların bir başka neticesi ise, her işin ona zor gelmesidir. Hangi işi yapmaya kalksa, ona kapılar kapanır ve zorlaşır. Çünkü her kim Allah’tan sakınırsa, Allah işlerini ona kolaylaştırır. Günahlar ise bilâkistir.

Günahların çirkin ve en kötü neticelerinden birisi de, kalbin kararmasıdır. Her günah tövbe ile temizlenmezse, kalpte siyah bir nokta bırakır. Göz için karanlık ne ise, kalp için günahlar da aynıdır. Mü’minin gücü kalbin gücüyle olur. Kalp günahlar ile zayıflatılıp, körleştiğinde gerek maddî, gerekse manevî kuvvetten düşer. En önemlisi ise, insanın basireti zayıflar. Basiretin zayıflaması ise, hikmeti kaybettirir. Yani insânî mükemmelliğin iki esası olan, hakkı batıldan ayırt etmek ve hakkı batıla tercih etmek erdeminden mahrum olur.

Böyle bir kalp, yavaş yavaş korkunç hastalıklara yakalanır. Bu hastalığın neticesi, Resûlullah’ın (asm), onlardan Allah’a sığındığı sekiz hâlete kadar varır. Bunlar, “tasa, hüzün, acizlik, tembellik, korkaklık, cimrilik, borç altında kalmak ve zillettir.”

Ayrıca, günahların cezalarından biri de, günahların bir başka günahı doğurmasıdır. Nasıl iyilik iyilik getirirse, günahlar da başka başka günahları getirir. Böylelikle insanın hayır tarafı zayıflayıp, günah işleme iradesi güçlenir.

Hâsılı, manevî hastalıkların ve ahlâk oluşumunun giriş kapıları hükmünde olan günahlar, dünya ve ahirette insanı türlü türlü felâketlere atmaktadır. Günahların temelinde yatan ‘akibeti görmeyen kör hissiyât’ın terbiye edilmesi gerekir. Asrın manevî doktoru olan Risâle-i Nur, daha dünyadayken günahların ortaya çıkardığı vahim neticeleri ve imanın içindeki lezzeti göstermektedir.

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. “Takva rızkı celb ettiği gibi, takvayı terk de fakirliği celp eder
    Bu söze istinaden terk durumda fakirlik zahiri fakirlikten ziyade batıni fakirlik kastedilen degil mı? Peygamber efemdiz sas takva örneğidir

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*