‘Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere’

Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür’atle giderken “Bulutların geçişi gibi geçip gider” âyetini okuyor.

Üçüncü Rica

Bir zaman gençlik gecesinin uykusundan ihtiyarlık sabahıyla uyandığım vakit kendime baktım, vücudum kabir tarafına bir inişten koşar gibi gidiyor. Niyazi-i Mısrî’nin;

“Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere,

Can yatar gafil, binası oldu viran bîhaber”

dediği gibi, ruhumun hanesi olan cismimin de hergün bir taşı düşmekle yıpranıyor. Ve dünya ile beni kuvvetli bağlayan ümitlerim, emellerim kopmaya başladılar. Hadsiz dostlarımdan ve sevdiklerimden mufarakat zamanının yakınlaştığını hissettim. O mânevî ve çok derin ve devâsız görünen yaranın merhemini aradım, bulamadım. Yine Niyazi-i Mısrî gibi dedim ki:

“Dil bekası, Hak fenâsı istedi mülk-ü tenim,

Bir devâsız derde düştüm, ah ki Lokman bîhaber.” (HAŞİYE)

O vakit birden merhamet-i İlâhiyenin lisanı, misali, timsali, dellâlı, mümessili olan Peygamber-i Zîşan Aleyhissalâtü Vesselâmın nuru ve şefaati ve beşere getirdiği hediye-i hidayeti, o dermansız, hadsiz zannettiğim yaraya güzel bir merhem ve tiryak oldu. Karanlıklı ye’simi, nurlu bir ricaya çevirdi. (…)

HAŞİYE: Yani, benim kalbim bütün kuvvetiyle beka istediği hâlde, hikmet-i İlâhiye cesedimin harabiyetini iktiza ediyor. Hekîm-i Lokman da çaresini bulamadığı, dermansız bir derde düştüm.
Lem’alar, 26. Lem’a, 3. Ricâ

ÖMÜR TAYYARESİ ŞİMŞEK GİBİ GEÇİYOR

İ’lem eyyühe’l-aziz!

İnsan, yaşayış vaziyetince, bir dağdan kopup sel içine düşen veya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir.

Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırıyor. Arz sefinesi de, sür’atle giderken “Bulutların geçişi gibi geçip gider” (Neml Suresi, 27:88) âyetini okuyor. Sefine-i arz sür’atle yürürken, dünyanın gayr-ı meşru lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenlerin batacağı düşünülsün. Binaenaleyh, o zehirli dünya oklarına bakıp el uzatma. Firâkın elemi, telâki lezzetinden ağırdır.

Ey nefs-i emmârem! Sana tâbi değilim. Sen istediğin şeye ibadet et ve istediğin şeyin peşine düş; ben ancak ve ancak beni yaratıp, şems ve kamer ve arzı bana musahhar eden Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâle abd olurum.

Ve keza, kader muhitinde uçan tayyare-i ömre veya hayat dağları arasında açılan uhdut ve tünellerinden şimşekvâri geçen zamanın şimendiferine bindirerek ebedü’l-âbad memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevk eden Hâlık-ı Rahmânü’r-Rahîm’den medet istiyorum.

Ve keza, hiçbir şeyi dualarıma, istigâselerime ve niyazlarıma hedef ittihaz etmem. Ancak küre-i arzı harekete getiren, felek çarklarını durdurmaya ve şems ve kamerin yerleştirilmesiyle zamanın hareketini teskin ettirmeye ve vücudun şahikalarından yuvarlanıp gelen şu dünyayı sakin kılmaya kadir olan kudreti nihayetsiz Rabb-i Zülcelâle duâlarımı, niyazlarımı arz ve takdim ediyorum. Çünkü, herşeyle alâkadar âmâl ve makasıdım vardır.

Ve keza, kalbime vaki olan en ince, en gizli hatıraları işittiği ve kalbimin müyûl ve emellerini tatmin ettiği gibi, akıl ve hayalimin de temenni ettikleri saadet-i ebediyeyi vermeye kadir olan Zât-ı Akdesden maada kimseye ibadet etmiyorum.
Mesnevî-i Nuriye, s. 94

LÛ­GAT­ÇE:
arz: Dünya.
sefine: Gemi.
firâk: Ayrılık.
telâki: Kavuşma, buluşma.
nefs-i emmâre: Daima kötülüğü emreden nefis.
şems: Güneş.
musahhar: Boyun eğdirilmiş, hizmetkâr kılınmış.
Fâtır-ı Hakîm-i Zülcelâl: Herşeyi hikmetle yaratan Celal sahibi, Allah.
abd: Kul.
tayyare-i ömr: Ömür uçağı.
uhdut: Geçit, hendek.
şimşekvâri: Şimşek gibi.
şimendifer: Tren.
ebedü’l-âbad: Sonsuzlar sonsuzu.
istigâse: Sığınma, yardım isteme.
küre-i arz: Dünya.
teskin: Sakinleştirme, durdurma.
âmâl: Emeller, arzular.
makasıd: Maksatlar.
vaki: Vuku bulmuş, gerçekleşmiş olan.
müyûl: Meyiller, yönelimler.
maada: Başka.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*