Gurbetçilerin cep telefonlarıyla uğraşmayın

Türkiye’nin tüketim cenneti olduğunu Avrupa basınında bolca okuyoruz. Bilhassa “banka sektörünün” ülkede şaha kalkışını, köpek balığı fonlarıyla ortaklaşa çalışan Amerika ve Avrupa bankalarının ülkemizin en ücra kasabalarında şube açışlarını, verdikleri yüksek faizlere karşılık Türkiye’nin yatırımlarını ipotek altına aldıklarını ve milletimizin evlâdına dağıttıkları 42 milyon borçlanma kartını hüzünle izlerken, ülkemizin hakikaten “tüketim cennetine” döndüğünü yakinen müşahede ettim.

Öncelerinde tüketim toplumu oluşumuza yanıp tutuşan muhafazakâr yazarlarımızın şu iktidar döneminde suskunluğu sizin de dikkatinizi çekiyordur. Üretim toplumu olmaktan 12 Eylül’le birlikte çıktığımıza göre, geriye elbette tüketim toplumu kalacaktı. Yalnız bu vurgunun bazı hakperest çevrelerde “tüketim canavarı”na dönüştüğünü de belirtmiş olalım. Almanların “çekirge sürüsü” ve diğer Batılıların “köpek balıkları” olarak isimlendirdiği devletler üstü finans fonlarının sistematik şekilde saldırdıkları ekonomilerde tüketim canavarı tabiri hakikaten yerli yerine oturuyor. Ellerindeki kapital gücüyle globalleşmeyi belli bir sınıfın menfaatleri istikametinde gerçekleştiren, dünyayı sömürürken insanlığı yeni bir “bolşevizm baharına” hazırlayan ve sayıları da pek fazla olmayan banka ve fon sahiplerinin izlerini sürenler, şu satırlarla neyi ve kimleri kastettiğimizi daha net göreceklerdir.

TÜRK BANKACILIĞI ŞAHA KALKIYOR

Günümüzdeki liberal ekonomistlerle serbest piyasacıların 12 Eylül darbesiyle irtibatını kuramayanlar, 28 Şubat sürecinde millet sermayesinin Türk geçinen bankerlerce nasıl talan edildiğini anlayamazlar. 28 Şubat’ın bir meyvesi olan Kemal Derviş’in ülkeyi söz konusu global canavarların rahatça koşuşturabilecekleri arenaya dönüştürmesini araştırmayanlar da, günümüzdeki “ekonomik hipnozdan” ayılamazlar düşüncesindeyiz. Ecevit’in -güya- denetimindeki Meclisin geceli-gündüzlü kanun, yönetmelik ve kararnameleri dış müdahaleye müsait hale getirmek üzere nasıl çalıştırıldığını, inşaallah hakperest ve vatanperver araştırmacılar bir gün yazacaklardır.

12 Eylül’ün doğurduğu, 28 Şubat’ın büyütmeye çalıştığı ve AKP hükümetinin de besiye aldığı tüketim canavarının milletimizi rehin aldığı Türkiye’mizde idarecilerimizin “Türk bankacılığının yükselişiyle” iftihar etmeleri, mutlaka bir yere kaydedilmeli. İçeride veya dışarıda Türkiye’nin son yıllardaki en büyük başarısını sorduğunuzda karşınıza bankacılık çıkıyor. Üretim ve hatta hizmet sektörü kepenk kapatırken bankalar kârlarını hayallerinin ötesine taşıdılar. Batının meşhur global sermayesiyle öyle entegre olmuşuz ki, birtakım atraksiyonlarımızla bazen onları geride bırakabiliyoruz. Hele şu Arap baharı sekinete erseydi, bankacılığımızın sesi Hartum’dan, Fizan ve Yemen ellerinden gelecekti.

Yalnız bu bankaların belli bir sınıfı veya sermaye çevresini temsil ettiklerini ve hiçbirinin belli bir devlet veya ülkeye ait olmadıklarını tekrar belirtelim. Söz konusu sınıfa ait bu bankaların Türk ekonomisini, hatta hürriyetlerimizi kırmızı alarmla tehdit ettiğini az da olsa bazı çevreler görmeye başlıyor. Umarız ki, Osmanlı’nın uğradığı “kapitülasyonlar felâketi” yaşanmadan, onlarla hulus birliği etmiş iktidar ve çevresi anlamaya başlar. Çünkü dünyaya bankacılık sektörü ihraç edecek düzeye gelmiş Müslüman Türkiye’deki bazı açıkgözler, bu dehşetli soygun ve sömürüyü İslâm ve Türk dünyasına da taşımaya başlamışlar.

BAKAN BEYİN YANLIŞ HESABI

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım yurtdışına seyahat eden vatandaşlarımızdan ve dışarıda yaşayan 5 milyonu aşkın insanımızdan, gelirken getirdikleri telefonlar için 100 TL alınmasının haksız rekabeti giderdiğini söylüyor. Yani 50 euroya mal olmuş bir cep telefonundan da, 1000 euroluk iphone denilen geliştirilmiş cihazlardan da 100 TL alarak adaleti sağlıyor! Gümrükten Türkiye’ye giriş yapar yapmaz mesajını cebine indiriyor: TELEFONUNUZU KAYDETTİRİNİZ, AKSİ HALDE KULLANIMA KAPATILACAKTIR. Bir başka iyiliğini de bu vesileyle yad etmeliyiz. Telefonumuz çalındığı takdirde sesinden veya imalat numarasından hareketle -şayet kullanımda ise- bulunacakmış.

Beşşar Esad’ın babası zamanında Suriye sınırından girenler kişi başına en az 100 dolar bozdurmak zorundaydılar. Şam-ı Şerif güzergâhından hacca giden on binlerce Müslümandan gelen güzel bir gelir kapısıydı bu. Hükümetimiz de basit de olsa dışarıdan satın alınmış bir telefonla ülkeye giren her Türkiyeliden 100 TL alıyor. Vermek istemeyenler elbette burada kullanamayacaklar.

Makinaları, Açık Toplum Enstitülerinin rehberliğinde çalışan idarecilerimizin tüketim canavarına servisini bilemeyenler “Aa ne güzel, dışarıdan yüz binlerce iphone gibi cihazlar getirenler milletin servetini heba ediyorlar, elbette ödemelidirler” diyorlar.

Tüketim cenneti bize “vergi cenneti”ni de tedai ettiriyor. Dünyadaki en pahalıları (benzin, et, şeker, peynir ve diğer temel ihtiyaçlar) tüketen insanımız verdiği bu paranın Bediüzzaman’ın tabiriyle ya zalim Avrupa kâfirlerine veya dessas Asya münafıklarına gittiğini; vatana, millete ve devlete ulaşmadığını elbette bilmiyordur. Milletin menfaatine ulaşan, belki bu vergilerin zekâtıdır.

NETİCE

Bu uzun girizgâhla şimdilik küçük bir haksızlığın giderilmesini istiyoruz. Dış sermayeyi ülkeye çekmek uğruna fukara milletin kesesinden rüşvet verenler lütfen gurbetçilerin cep telefonlarıyla uğraşmasınlar. Şayet “Hayır, uğraşacağız” diyorlarsa yine adaletli davransınlar. 50 liralık telefonla 2000 liralık telefonu birbirinden tefrik etsinler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*