Gurbette, gölgeli bir yaz

Gurbet, gölgeli bir yaz eşliğinde üç aylara girerken, sıla adeta yanıyordu. Dünyaya açılan pencereler, sıladaki ekseriyete mübarek zamanları adeta unutturmuş olacak ki, insanlar nefes almada zorluk çekerek regaibe girdiler.

Regaiplere beklenilen rağbet gösterilmeyince de, şuhur-u selase, yalnızca bazı medya organlarının anonsu ve mahyâların haldiliyle ilân edildi.

Gurbetteki (Avrupa ve Avustralya) müslümanlarımızın çoğu; sıladaki oruçları, namazları, nurlu geceleri ve komşuluk münasebetlerini özleyerek yaşlandılar. Sılayı, hep çocukluk ve gençlik yıllarındaki haliyle hayâl ettiler. Bir evde pişip o­n kapıya dağılan aşları, Receb-i Şerif´ten mübarek Şaban ve Ramazana hız kazanan ibadetleri, mahalle veya köyde dağıtılan zekâtları, hep nostaljik olarak dünyalarının en kıymetli yerlerinde taşıyıp durdular. Ne zamanki gurbetin birinci nesli altmış beşe yaklaşıp, iş ve mecburî ikàme mengenelerinden kurtulunca, hayâllerini yaşamak üzere sılanın yolunu tuttular. Önce, ilk kopuşa sahne olan köylerine vardılar. Çok gariptir ki, kendilerine en aşina yer olarak köyün kabristanıyla karşılaştılar. Zira çocuklarını birlikte yaşadıkları çoğu arkadaşlarını, hürmetle ellerini öptükleri amca – dayılarını ve daha nice kadın – erkek tanıdıklarını kabristandaki mezar taşlarında buldular. o­n yıllarca, belki yarım asra yakın yaşadıkları gurbetin daha yakıcısıyla karşılaştılar. “Tadı mı olurmuş bu hicranın!” diyerek kasabaya yöneldiler.

Kasabada, sağda – solda tek – tük tanıdıkları simaya rastlamak o­nlara yetmiyordu. Eski dünyaların tamamen değiştiğini gördüklerinde, hicrana bir de ecnebîlik eşlik etti. Tahassürle kendilerine koşuşturdukları çocukluk ve gençlik arkadaşlarından muhabbetin yankısını bulamadılar. Bazıları adeta dünya kesilmişti. Ticaret, menfaat ve çıkarı yarım asırdır taakibeden bu bakışlardan, gurbetçilerimiz boşyere karşılıksız sevgi, kardeşlik ve yarenlik bekleyip – durdular. Gurbetten gelmiş yarım asırlık arkadaşına çay ısmarlayan sıladaki kasabalının zoraki gülüşü ve o­nu sıradanlaştıran duruşu çayı da ağırlaştırdı. Bardağını zor zor yudumlarken, hayâlindeki yılların hasretini kapsayacak sohbeti; sun´î bir tebessüm ve soğuk bir merhabaya teslim ederek gurbetçimiz kasabayı da terketti: “Kalbî muhabbet ve samimî sevgi göçetmiş bu diyardan!” diyerek şehire yöneldiklerinde; henüz varoşlarından itibaren Anadolunun büyük şehirlerinin kendilerini ısırmaya başladıklarını hissettiler… Hay u huylar, patırdı – gürültüler ve insan yarışları arasında aradıklarını bulmakta hayli zorlandılar. Garipliklerini, yabancılıklarını ve kaybolmuş maziye hareketliklerini ince bir sızı olarak daha derinden hissederek şehirden kurtulmanın yollarını aradılar: “Peh!.. Peh!.. Asıl gurbet buralara gelmiş… Sıla kaybolmuş bu vatanda…” diye söylenirken hayâlleri geldikleri yerlere kaydı… Bazıları gurbetteki semt camilerini düşündü… Çayhanedeki dertleşmeler, sohbetler ve yarenliklerini… Sonra… Sonra torunları ve o­nların müslüman arkadaşlarıyla oynamaları gözünde canlandı… Cebindeki uçak biletinin çift yönlü olduğunu hatırladı… Biraz daha düşünmek istedi… Fakat nafile… Sonra mırıldandı: “Olmaz!… Böyle dostsuz bir diyar köyüm de olsa olmaz!… Buralarda yapamam. Dönmeliyim… Sıhhatimiz el verdikçe serin havalarda üçaylarımızı tutarız… Hayır, hayır bunu da edemem!”… Yarım asra yakındır, gurbette hoşuna gitmeyen manzaralara “Sıla!… Sıla!…” diyerek dişlerini gıcırdatmış ve sabretmişti… Bu defa da sıla da protezlerini heba edemezdi…

Yukardaki hikâyenin kahramanlarını merak ediyorsanız, Köln´e gelirsiniz. o­nlarla birlikte semt mescidinde öğle namazından ta ikindiye kadar muhabbet edersiniz. Meraklıysanız; heyecanlı roman ve sinemalardan daha ilginç sergüzeştilerini dinlersiniz. o­nlar, bugün için gurbeti sılaya tercih etmiş durumdalar. o­nlara göre sıla başka bir bahara uçtu… Hem de tüm dostlarla birlikte… Yağmurda toprağı kokmayan, eski tadlarını kaybetmiş dallardaki meyvalarla ve hayvanları bile susturulmuş bir köyün, hayâlindeki köyleriyle ilgili olamayacağını düşünen o kadar insan var ki…

Belli bir yaşın üstüne çıkanlar, insanlardan vefa, alaka, samimiyet ve muhabbetten başka bir şey beklemiyorlar. Parayla satınalınabilinecek şeyler olsaydı, eminim ki bu gurbetzedeler yüklü paralarla alırlardı.. Fakat nafile… Unutulan önemli bir ayrıntı var. Ecel hayat yolumuza erkenden inmediği takdirde, herkes bu süreci mutlaka yaşayacak. Avrupalı gurbetzede, gurbeti Avrupa´dan ibaret zannediyor. Anadolu´nun dörtbir yanından çeşitli vesilelerle İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya ve Mersin gibi büyük şehirlere düşmüşleri, vatan içinde gurbeti yaşayanları da düşünebilseydi, gurbetin ah u esefleriyle kendisini harabetmezdi. Zamanımızın en belirgin hastalığı gurbet, bazen sahildeki başıbozuk tekneler gibi dalgalarca sahile dönemeyecek kadar uzaklara garipleri sürüklüyor. İlginçtir ki işin başında kimsecikler farkına varamıyor. Sılaya dönüş ümidünün, yavaş yavaş gözden kaybolan şehir minaresine dönüştüğü bu gurbet; hem sılada, hem de gurbette garibi dermansız bırakan hastalığa dönüşmüş. Yine şu ayrıntıya da değinmek istiyoruz: Ezanların yükseldiği, türkçenin konuşulduğu çok az da olsa şeairin köşe – bucakta görüldüğü sıladaki gurbetlerle bizim gurbetimiz asla mukayase edilemez.

Almanya´da birçok mütekàit gurbetzede şuhur-u selaseye gurbette giriyor. Ramazana burada hazırlanıyor ve mübarek gecelerini gurbette ihyaya çalışıyor. Diyar-ı İslam olmayan bu coğrafyaların gurbeti elbette Anadolu gurbetleriyle mukayese edilmez. Fakat; müslüman türk geleneğinin, zevkinin, inancının ve şearinin Anadolu´da gurbete düştüğünü gören Avrupalı gurbetçiler, bu aylarda gurbeti sılaya tercih ediyorlar.

Sıla yakıcı sıcaklarla kavurulurken gurbet gölgeli bir yazın hakim olduğunu söyledik. Biliriz ki, küçük cezalar büyük mahkemelere bırakılır. İnşallah Anadoluda müslümanların yükümlülüklerini yerine getirmemekle sebep oldukları cezaların karşılığıdır, sıladaki yakıcı sıcaklar. Günahın umumîleştiği, manevî havaların da maddî havalar gibi zaman zaman kâbusa dönüştüğü gurbetin günahı sıla günahlarıyla da mukayese edilmez. Dedik ya… İşler mahkeme-i Kübraya bırakılıyor… Bu güzel kıtada yaşayan biz müslümanlar da bu aralıktan istifade ediyoruz. İslamın Anadolu´da mahkum edildiği gurbeti de kimsecikler inkâr edemez. Şairin; gurbet garibe mekân olur, fakat vatan olmaz, sözü şimdilik Avrupada tutmuyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*