Güzel bir İstanbul seyahati…

Ne hikmetse, Özbekistan ve Mısır seyahatlerimizin notlarını kaydetmişiz ama bir türlü bu seyahat yazılarını yazamıyoruz. Suriye seyahatimizi ise, bizimle beraber orada bulunan bazı kalem erbabı yazdığından dolayı yazmadık. Hikmet-i İlâhi’ye bakın ki, yurt dışı seyahatlerinden bize,  sadece Hac hatıralarını yazmayı nasib etmişti Cenab-ı Hak. Diğer ikisinde bir tutukluk oluyor, bir türlü yazamıyoruz. Hele Özbekistan seyahatimizin üzerinden neredeyse on seneye yakın bir zaman geçmiş.  iki defa seyahat ettiğimiz Mısır’da toplam üç ay kadar bulunduk. Yazacak, anlatacak, sizlere aktarılacak çok şeyler var ama bir türlü yazamıyorken, Balıkesir’den bir kardeşimiz bir-iki günlüğüne Mısır’a gitmiş, fakat dolu dolu yaşamış ki, hatıralarını hemen yazmıştı. Doğrusu ona gıpta etmiştim o zaman.

Yurt dışı seyahatlerinin vaziyeti böyleydi. Peki,” yurt içindeki seyahatlerimizin vaziyeti nasıl?” diyecek olursak, onları zaten gittiğimiz yerleri sizlere aktararak yazıyoruz. Bunlardan en güzeli, yurt içi seyahatlerinin en güzeli olan şu son İstanbul seyahatini de yazalım istedik. Geçtiğimiz Ekim ayının sonlarında Bursa’dan İstanbul’a yaptığımız, dolu dolu ve her günü hizmete müteâllik beş günlük bir seyahatimiz vardı. Bunu da böyle bekletirsek vakit geçecek onun için daha fazla bekletmeden yazmaya karar verdik.

Bir gün evde otururken, aklıma bir İstanbul seyahati yapmak fikri geldi. “Hem gider, gazetedeki ve diğer yerlerdeki arkadaşlarımızı ziyaret eder, hem de müfritane irtibat fedâiliğinin bir tezahürünü daha yaşarız,  görürüz” dedik. Ama yalnız değil de, bir yol arkadaşıyla bu işi yapmalıydık. Yola da öyle herkesle gidilmiyor ki. Aklıma ilk gelen isim, hizmet endeksli birçok seyahatte beraber bulunduğumuz Çorum’lu ama bir seneye yakındır da Bursa’lı olan (gerçi bir sene konusunda rüştünü tam isbat edemediyse de, o bizim nazarımızda kadim bir arkadaşımız olduğundan, uzun yıllardır berabermişiz gibiyiz) ve gazetemizin “Anadolu’nun sinesi” köşesi yazarlarından Raşid Yücel’i aradım, “böyle bir durum var ne diyorsun?” diye. Zaten ona; hizmetten, hizmete müteallik seyahatlerden bahset, hemen hazır kuvvettir evvelallah, hem de sözüne tam vaktinde riayet ederek.

Anlaştık ve  “Bismillah” diyerek Ekim ayının son Çarşambasında yola koyulduk. Bursa merkezden Mudanya kazasına yarım saat kadar bir zamanda gelip, Güzelyalı beldesindeki İDO iskelesinden deniz otobüsüne bindik. Bayağı bir dalgalı olan deniz seyahatimizde gemimiz, beşik gibi sallanarak, 1,5 saat kadar sonra Yenikapı iskelesine yanaştı. Bu sefer kafaya koymuştum, birçok İstanbul seyahatimizde genellikle akrabalarımda kalırdım. Bu sefer hizmet mekânlarımızda misafir olacak, akrabalarıma pek gitmeyecektim. Yani, daha randımanlı ve dolu dolu geçirecektik beş günlük seyahatimizi. Tıpkı bundan 35–40 sene önceki Ankara-İstanbul arası seyahatlerimizde, dershanelerimizde misafir olduğumuz gibi. O zaman da, rahmetli Hüsameddin Canan ve Selâhaddin (İslâm)  Yaşar ‘ın beraber kaldıkları dershanelerde kalırdık. O tatlı günler aklıma geldi. Gençliğimizin en güzel günleriydi o günler.

Risale-i Nur Enstitüsündeki kardeşlerimizi aradık ve oraya gittik. Maşaallah, vakfın fedakârları oradaydı ve bizi hüsn-ü kabul ile karşıladılar. Beş gün boyunca bir arada bulunacağımız; Talip Çiçek, Celaleddin Çelebi ve İsmail Kartal’ın mihmandarlığı ve misafirperverliği altında o akşam hemen ilk ziyaretimizi, Şirinevler’de faaliyete geçecek olan yeni hizmet yerimizdeki esnaf sohbetine gittik. Tabii orada kadim dostlarımızı da gördük. Hele Selâhaddin (İslâm) Yaşar’ı görmek bize ayrı bir sevinç verdi. Kırk yıla yakın bir hukukumuz olan kadim bir dost kardeşimizdi o. Ayrıca himmetini hizmetlerden esirgemeyen Selâmet kardeşimiz de, bize maziden, Erzurum’da bulunduğumuz yıllarda, kendilerini misafir ettiğimizden falan bahsetti. Biz unutmuştuk tabii. O söyleyince hatırlar gibi olduk. Selâhaddin Bey kardeşimiz kaç gün kalacağımızı ve programımızı sordu. Ertesi günü gazeteye gideceğimizi söyleyip,  Cuma günü kendisiyle buluşabileceğimizi söyledik. Hatta ona geçen sene konuştuğumuz bir şeyi hatırlattım. O da şuydu: benim çok sevgili dostum, ailece hukukumuz olan ve iyi de bir Yeni Asya okuyucuları olan, Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü hukuk baş müşaviri avukat Naci Abacı Bey ile daha önceki bir aile ziyaretimizde bize, İslam Yaşar’ın Bediüzzaman beşlemesini okuduğunu ve kendisiyle tanışmak istediğini bildirdiğinde, biz hemen orada telefonla tanıştırıp konuşturmuş ve İnşaallah vicâhi şekilde de görüşme temennisinde bulunmuştuk. İşte Selâhaddin kardeşe onu hatırlattım ve “Allah nasib ederse Cuma namazında Süleymaniye camiinde buluşup, oradan da Naci Bey’in ziyaretine gideriz” dedik.Ve hemen o anda Naci Bey ile telefon görüşmemizde, memnuniyetini ifade edip, öğle yemeğini beraber yiyebileceğimizi söyledi ve biz de teklifini kabul ettik. Şirinevler’deki sohbete katıldıktan sonra vakfımıza döndük. Vakfımızda bulunan genç kardeşlerimizden; Fatih, Burak ve Engin’in hizmetlerini de unutmuş değiliz tabii.

Perşembe sabahı namazdan sonra yatmadık. Kardeşlerimiz kahvaltıyı saat kaçta yapacağımızı falan sordu. O ara birden aklımıza geldi, zaten o gün gazeteye gidecektik. Raşid kardeşe, “dur ben bir Abdullah kardeşi (Eraçıkbaş) arayayım da ona soralım nasıl gideriz diye.” Dedim ve saat 07.00 gibi telefon ettim. Onlar da Edirnekapı civarından gazeteye gidiyorlarmış. Önce bize nasıl ne şekilde geleceğimizi anlatıyordu sonra baktım fedakâr kardeşim, bize kıyamadı, o kadar uzak mesafeden” ağabey hazır olun gelip sizi alalım” dedi. Daha kahvaltı yapmadığımızı söyledik “ben size gazetede yaptırırım” dedi ve biraz sonra gelip bizi aldılar. Tabi çok memnun ve mütehassis olduk.

Gazete binamıza gittiğimizde Abdullah kardeşimiz, hemen kahvaltı organizasyonunu yapıp bize mükellef bir kahvaltı yaptırdı. O arada ben Raşid kardeşe dedim ki” bak, bu sefer vaktimiz müsait. Akşama kadar buradayız İnşaallah. Bugün en üst kattan başlayıp, aşağıya kadar bütün birimlerimizi, çalışan kardeşlerimizi ziyaret edeceğiz.” Çünkü bundan önceki ziyaretlerimizin çoğunda genellikle 4. katta yani yazı işlerindeki arkadaşlarımızı, Kutlular ağabey, Kazım Güleçyüz, Receb Taşçı, Abdullah Eraçıkbaş,Mustafa Döküler, İbrahim Özdabak, Faruk Çakır ve İsmail Tezer ile diğer kardeşlerimizi ziyaret eder, mescid ve yemekhanenin dışında pek başka bir yere uğramazdık. Bu sefer gezebileceğimiz kadar herkesi gezip ziyaret edecektik. Bu teklifimizi O da kabul etti.

Gezmeye en üst kattan başlayıp, hemen hemen her tarafı dolaştık, herkesi ziyaret edip, sohbet ettik. Yine Ankara’dan kadim dost ağabeyimiz Ali Toker’in yerine gittiğimizde onun hastalıktan dolayı gelemediğini öğrendik. Hanım kardeşlerimizin katında da Yasemin Güleçyüz kardeşimiz yoktu onu göremedik ama diğer kardeşlerimizle görüşüp hasb-i hal yaptık.

Gazetemizdeki bu ziyaretten sonraki intiba ve notlarımız şöyleydi:
Gazetemizin seyahat –turizm sorumlusu İsmail Bey çok memnun olmuştu kendisini ziyaretimizden.

Bazı birimlerdeki kardeşlerimiz memnuniyetini bildirip, “ağabey, sizin gibi ağabeylerimizden bizleri ziyaret eden pek olmazdı, sizin bizleri ziyarete gelmenizden çok memnun olduk” demişlerdi.

Hele hanım kardeşlerimizin söylediği bir söz bize bayağı tesir etmişti. “ziyaret için dolaşan ağabeylerimiz ‘nasıl olsa bunlar hanımlardır’ diye bizi es geçerlerdi, ama siz bizleri ziyaret ettiniz ve çok memnun olduk” dediler.

Hemen hemen herkesle her birimle resim çektirdik. Hatta bu hanım kız kardeşlerimizle, kızlarımızla da çekildiğimiz resimde, isimleri Fatma Ve Zeynep olan iki kardeşe latife yaptık. “biriniz sağıma, biriniz soluma gelin bakayım. Benim kızlarımın da biri Fatma, diğeri Zeynep’tir” diye.

Daha önce Raşid Yücel’in de bu seyahatimizle ilgili yazmış olduğu bazı kısımları burada fazla tekrar etmiyorum. Gazete ziyaretimiz bitince akşam servis ile enstitüye yakın bir yerde (herhalde yarım saat kadar yürüdük) indik. Enstitüye geldik. Akşam da, buradaki “finansçılar sohbetine” iştirak ettik.

Cuma sabahı, namazdan sonra yine yatmadık. Kahvaltıyı yapıp, saat 10 civarında çıkarak, Cuma namazını Süleymaniye camiinde kılacağımızdan, o vakte kadar yakın etrafı bir gezelim dedik. Şeyhzadebaşından geçip, Bayezid meydanına müteveccih olduk. Üstadın divan-ı harb mahkemesinin bulunduğu yeri, insanların asıldığı bahçeyi (Hurşit paşanın üstada işaret ederek gösterdiği) gördük. Oradan Bayezid camiine girmeye başladık. Aklıma üstadın, “İstanbul’un Bayezid cami-i mübarekine, Ramazan-ı Şerifte ihlâslı hafızları dinlemeye gittim.” sözleri geldi. Camiye girdiğimizde şaşırdık. Mihrabta iki yaşlı zat, kur’an hıfzına çalışıyordu. Yüksek sesle biri okuyor, diğeri dinliyordu “tevafuka bak” dedik. Camiin içini biraz gezip, iki rekât tahiiyyat-ül mescid namazı kılıp kur’an okuyan zatların yanına gittik. Yanlarına geldiğimizi görünce okumayı kesip, bize baktılar. Ben de “Allah kabul etsin. Siz okurken aklıma yıllar önce Bediüzzaman Hazretlerinin buradaki sözü geldi” diye onları anlattım. “biliyorsunuz bu mevzuuyu değil mi?” dediğimde, “evet” dediler. İşte o ihlâslı hafızlara benzettim sizi deyince, memnuniyetlerini izhar edip, “İnşaallah biz de o ihlâslı hafızlardan oluruz” dediler.

Oradan, kısa bir kapalı çarşı turundan sonra Nur-u Osmaniye kapısından çıkıp, Sultan Ahmed ve Ayasofya camilerine doğru gittik. Epey kalabalık bir ziyaretçi arasında Sultan Ahmed camiini gezerken, Raşid Beye minber altındaki mermerlerin enteresan bir durumunu anlattım. Yıllar önce, gençliğimizde, bir gazetede okuduğum bir şeydi. O da şuydu; 1. dünya savaşı sırasında müttefikimiz olan Alman mühendis subayları burayı gezerken, mermerler üzerindeki deseni çok beğeniyorlar ve onu kopyalayıp, memleketlerine götürüyorlar. Neticede de onu mercedes marka otomobillerin amblemi olarak kullanıyorlar. Ben bunları anlatırken, yanımıza 15–20 civarında, fakat Arab olduklarını tahmin ettiğim gençlerle, bir-iki de Türk geldi. Anlattıklarımız dikkatlerini çekmiş. Bir sefer de onlara tekrar ettik, çok acaiblerine gitti, o yıldız şeklin resmini çektiler. Meğer bir kur’an kursunun misafiriymiş o Arab gençler. Başlarındaki Türk’lerle tanışırken, Yeni Asya gazetesi yazarı olduğumuzu öğrendiklerinde, bizimle resim çekilmek istediklerini söylediler. Biz de kabul ettik ve onlarla da bir kare tamamladık. Ayasofya’dan Cağaloğlu tarafına geçtik. Bugün bile hafızalarımızda olan; “ Molafenari sk. No:40 ile Kâzım İ. Gürkan cad. No:6 “ adreslerindeki Yeni Asya gazetemizin eski binalarına hasret ve hüzünle baktık.Yeni Asyanın o civardaki satış bürosuna gittik. Cuma vakti yakın olduğundan, vazifeli arkadaşı bulamadık.

Cuma namazını kılacağımız ve Selahaddin Yaşar ile buluşacağımız Süleymaniye camiine doğru hareket ettik. “Süleymaniye’de bayram namazı” kılmak bize nasib olmamışsa da, birkaç seferdir Cuma namazı kılmak nasib oluyordu bu camiide şükür. Namazı kılıp dışarı çıktık. Süleymaniye camiine münhasır bazı hususiyetler vardı. Bunları konuştuk Raşid Bey’le. Ve ona “camii ile ayak yolu arasındaki salipi” bilip bilmediğini sorduk ve orayı göstererek anlattık. Biraz sonra Selahaddin Yaşar ile buluştuk ve bizi camiinin arkasına götürerek” bahçeden Haliç’i seyredelim” dedi. Ama, bahçeye emniyet şeridi çekilmiş halde bulduk.Biraz kaçak seyrederek, haliç’e, Galata köprüsüne doğru sallanarak, oradan Karaköy’e geçtik. Selahaddin Bey, aynı zamanda iyi de bir İstanbul mihmandarı olduğundan oraya gidene kadar ya kendisi,  ya da bizim sorularımız üzerine bazı şeyleri anlattı bize. Avukat Naci Abacı Bey ile Denizcilik İşletmelerinin kapısında buluşup, oradan bir lokantaya geçip, birlikte hem yemek yedik hem de çok güzel sohbetler yaptık. Böylelikle de Naci Beye verdiğimiz sözü tutarak, İslam Yaşar ile tanıştırıp buluşturmuş ve uzun uzun da sohbet yapmalarına sebeb olmuştuk. O arada yeni tanzim risale-i nur külliyatından bahsettik ve Naci Bey kardeşimiz bir takım külliyat siparişi vererek aldı. İkindi namazına kadar süren sohbetten sonra oradan ayrılarak Eminönü’ne kadar yine Selahaddin Bey’le geldik. Oradan ayrılarak biz Vakıf binamıza geçtik. Biraz mola vererek, “durmak yok hizmet devam” prensibiyle yeniden yola revan olup, Fatih şekerci handaki sohbete gittik. Orada da gıyaben tanışıp telefon ve internetten sohbet ettiğimiz yazarımız, Vehbi Kara (Horasanlı) kardeşimizle vicâhi görüşmemizi yaptık. Sohbet sonrası gece de oradan ayrılıp tekrar vakfa dönerken, Raşid bey, tekrar Selahaddin Yaşar ile görüştüğünü ve yarın bizi üstadın “eski Said’den yeni Said’e geçtiği” eve, Sarıyer’e götüreceğini söyledi.

Cumartesi sabah sözleştiğimiz saatte ; Selahaddin ve Mustafa Bey’lerle buluşarak, boğaz kenarından  yine Selahaddin Bey’in güzel mihmandarlığı ile her yeri bize anlatarak Sarıyer’e vâsıl olduk. Orada, dershane olarak da kullanılan evin anahtarını Murad bey kardeşimizden alıp, üstadın kaldığı eve gittik. Yine orası ile alâkalı güzel hatıralar anlattı Selahaddin bey bize. Orasıyla alâkalı 10. Ricayı okuduk. Murat kardeşin “Sarıyer böreği” ziyafeti ve namaz faslından sonra, tatlı bir hatıra bırakarak oradan ayrıldık. Vakit ilerlediğinden biz Güneşli’deki gazete binamızda yapılan derse ancak yetişebileceğimizi söyleyip, doğru oraya gittik. Akşam sohbetten sonra oradan da ayrıldık.

Ertesi gün olan Pazar akşama doğru, Şirinevler dershanesinin resmen açılışı yapılacağından oraya gidecektik. Daha önce kendisiyle telefonla konuşup anlaştığımız, yine Ankara’dan kırk kûsur yıllık dost-ağabeyimiz Necati Yılmaz ile vakıfta buluşup, onunla beraber Şirinevler’e doğru hareket ettik. Yolda giderken eski hatıraları da yâd ederek, sohbet ederek gittik. Yeni mekân gerçekten çok iyi olmuştu. Kardeşlerimiz orada güzel bir program hazırlamışlardı. Orada da bir çok eski dostu gördük. En çok sevindiğim şey de, otuz sene kadar önce bizim hizmet tarzımızın ilk dershanesini açtığımız Erzurum’daki o zaman talebe şimdi uzman Dr. olan Hakan Keküllüoğlu kardeşimizi görmemiz oldu. O zamandan beri görüşmemiştik. Eskilerden bahsettik, hislendik. Bizim gençliğimizin son zamanlarıydı o yıllar. Gece program sonunda vakıf binamıza döndük.

Ve her şeyin bir sonunun olduğu gibi, bizim de “güzel bir İstanbul” seyahatimizin son gününe gelmiştik. Pazartesi sabah kahvaltı sonrası, vakıftaki kardeşlerimizle vedalaşarak oradan ayrılıp Aksaray’daki bir-iki esnaf arkadaşımızı da ziyâret edip, Yenikapı iskelesine gelerek Bursa’ya hareket ettik. Böylece de unutulmaz ve güzel hatıralarla dolu, “güzel bir İstanbul seyahati” yapmış olduk.  

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*