Güzelliğin gerçek ifadesi: Kur’ânî bakış açısından güzellik

Tarifler, tanımlar, tasvirler, açıklamalar, kelime ve sıfatlara mana yüklemeler, her olayın tespiti, kendi konumu bilinmesi, bizzat anlaşılması ve idrak edilmesi açısından çok önemlidir. Yaşadığımız şu hayatın her kademesinde, her ifade, olay, tanım, gerçekler karşısında iki ayrı bakış açısı vardır.

Yaşadığımız zaman dilimi ve asırda her konuya iki açıdan bakmak gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bunun biri dinin bakış açısı, diğeri felsefî (maddeci) bakış açısı. Belki birileri, ikincisine “bilimsel bakış açısı” da diyecektir veya demek isteyecektir. Ama şunun kesin olarak bilinmesi lâzımdır ki; Kur’an, İslâm ve tahkikî imana sahip gerçek mü’minler açısından “din-bilim” ayrılığı ve farklılığı asla söz konusu değildir. Bütün mevcudat sonsuz kudret, irade ve ilim sahibi olan Allah’ın ilmindedir. Onun mülküdür. Hükmedici, terbiye edici, her türlü sıfat ve güzellikleri verici O’dur. Durum böyle olmakla birlikte; maalesef ki; materyalist, dinsiz batı medeniyeti kastî olarak ve bilerek bu yanlış ayırımı yapmış ve sürdürmekte de kararlı görünmektedir.

Gerçek bir mü’min için bütün (b)ilimlerin kaynağı Kur’an’dır. İslâmiyetin hakikatleri, hükümleri, terbiyesi ve öğretileri içerisinde ve kapsamı alanında bütün bu kâinat ve ahiret âlemleri vardır.

Üzülerek ifade etmek zorundayız ki; bu “defokta” bir durumdur. İlim ve fen alanında bu konuda zorakî bir baskı, yanlış yönlendirme, kastî iddialar ile kafaları çelme, zihin karıştırma, beyin yıkama despotlukları el’an devam etmektedir. Aslında materyalist batı felsefesi ne yaparsa yapsın, ne isim verirse versin, hangi izah tarzını ve metodunu kullanırsa kullansın; bütün çalışmaları, “sünnetullah, fıtrî şeriat” ifadeleriyle dinde mevcut olan gerçeği göstermektedir. Bizler bunu böyle biliyor ve işin hakikatinin bu olduğuna inanıyoruz.

Yazının ana konusu olan, “güzellik ve tarifi” konusunda, istifade ettiğimiz Risale-i Nur eserlerinden aldığımız hakikatler ve tecrübelerimiz çerçevesinde dilimizin döndüğü kadar ele alıp izah etmeye çalışalım.

Güzelliğin gerçek tarifi, yine güzellerin güzeli Kur’an’dadır. Menbaı ve kaynağı orasıdır.

Nedir gerçek güzellik? İşte örnek: “Bütün güzelliklerin menbaı vücuddur! Bütün maddî güzellikler kendi hakikatlerinin ve mânâlarının mânevî güzelliklerinden ileri geliyor. Ve hakikatleri ise, esmâ-i İlâhiyeden feyz alırlar ve onların bir nevî gölgeleridir. Ve bu hakikat, Risale-i Nur’da kat’î ispat edilmiştir.” (Şualar, 4. Şua, s. 71, Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye)

Çoğu insanın göremediği ve göremeyeceği harika bir mantık kıyasıyla harika bir güzellik tarifi örneği de şudur: “Çok güzellikleri intaç veya izhar eden (netice verip açıklayan) bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddit defa çirkinlik olduğu” hakikatine parmak basılıyor. (Şualar, 2. Şua, 3. Makam, s. 32)

Risale-i Nur Kur’an’dan aldığı ilhamla; felsefe ve materyalizmin asla ulaşamayacağı güzellik boyutunun birisini şöyle tarif etmektedir: “Her şeyin hüsnü (güzelliği) kendine göredir; hem binler tarzda bulunur ve nevilerin ihtilafı gibi güzellikleri de ayrı ayrıdır. Meselâ, gözle hissedilen bir güzellik, kulakla hissedilen bir hüsün (güzelliğin) bir olmaması ve akılla fehmedilen bir hüsn-ü aklî (aklî güzellik) ağızla zevk edilen bir hüsn-ü taam (yiyecek güzelliği) bir olmadığı gibi; kalb, ruh ve sair zâhirî ve bâtınî duyguların (iç ve dış duygular) istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler, onların ihtilâfı gibi muhteliftir. Meselâ, imanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemâli ve suretin cemâli ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi; Cemîl-i Zülcelâl’in nihayet derecede güzel olan Esmâ-i Hüsnâsının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mevcudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş” şeklinde şahane bir şekilde izah ve ifade edilmektedir. (Şualar, 4. Şua, s. 71/2, Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye)

Kâinatın Efendisinin (asm) o eşsiz halini ve güzelliğini tarif eden bir ifade tarzı da şöyledir: “..kâinatı mânen istilâ eden mehâsin-i hakikat-ı Muhammediyeye (asm) ve tesbihat-ı Ahmediyeye (asm) ve envar-ı İslâmiyeye [İslâmiyet nuruna] karşı lakayt kalsın?” (Şuâlar, 2. Şuâ, 3. Makam, s. 37)

Tarihte birçok filozofun, özellikle de son asır ilim adamları ve birçok Müslümanın da akıllarının kavramakta zorlandığı “şeytan ve yaratılışının güzelliğine” dikkat çekilen çok farklı ve ikna edici bir “güzellik” sırrını ortaya çıkaran bir ifadeyi yine kaynak eser Risale-i Nur’da bulmak mümkün:

“Şeytanın yaratılmasının, mânevî terakkiyat-ı beşeriyenin [insanlığın manevi gelişiminin] zembereği olan müsabakaya ve mücadeheye sebep olduğundan, o nevin icadı dahi hayırdır, o cihette güzel olduğu” ifade edilmektedir. (Şualar, 2. Şua, 3. Makam, s. 33)

Güzelliklerin hem berrak olan ön, hem de hikmetlerle dolu arka yüzlerini tam olarak görüp yaşamayı kavrayabilmek ümit ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*