Bir cemiyeti ayakta tutan en büyük sır adalet duygusudur. Adalet mülkün temelidir. Adalet yıpranmaya başladığı zaman mülkün temellerinin de yıpranacağı, hatta mülkün tarumar olacağı açıktır. Tarihe bakıyoruz, yıpranmaya yüz tutan devletlerde öncelikle adâlet ve adâlet kurumları zaafa uğramış, sonra da devletler büyük sıkıntılara maruz kalmışlar, hatta bazıları da yıkılıp gitmişlerdir.
Adalet sistemini ayakta tutan sır ise hak duygusunun canlı kalması ve cemiyeti meydana getiren fertlerin hak ve hukuk prensiplerine sıkı sıkıya bağlı olmasıdır. Hakka ve hukuka itaati her türlü ferdî ve toplumsal menfaatin üstünde tutmak bir cemiyetin en temel istinat noktalardır. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demek bir kişi üzerine düşen en mühim bir vazifedir. Hakkı üstün tutmak, “hakkın hatırı alidir” diyerek hakkı baş köşeye koymak ve her ne surette olursa olsun hakka ve hukuka riayet etmek en mühim bir vicdanî vazifedir.
Zira bir cemiyetin temel direkleri hakkı üstün tutmaktır. Kuvvetlinin değil, haklının güçlü olduğunu savunmaktır. Cemiyette yardımlaşma, fedakarlık, diğer gamlık gibi fiili hasletlerin gelişmesine yardım etmektir. Toplumsal sınıflar arasında kardeşlik, saygı, sevgi, hürmet ve merhamet gibi duyguların tesis edilmesine çalışmaktır. Böylece fazileti ve rıza-i ilahiyi hedef maksat yapan iyi bir fert olmaya çaba sarf etmektir.
Bütün bunları niçin söylüyoruz?
Sebebi şu:
Son zamanlarda cemiyette hak duygusu yıpranmaya başladı. Bilhassa siyasi tarafgirlik ve dünyevileşme hırsı temek hak duygularını dumura uğratıyor. İnsanlar çok rahat bir şekilde yanlışlıklara ve haksızlıklara taraf oluyorlar, hatta bu yanlışları da ısrarla savunmaya başlıyorlar.
Bir misal:
Geçtiğimiz son iki seçim esnasında cemiyetin bir çok ferdinden duyduğumuz, hatta bazı yakın arkadaşlarımızdan bir bizzat dinlediğimiz bir söz var:
“Hırsızsa bizim hırsızımız” sözü.
Bu ne derece yanlış bir söz. Haktan ve hukuktan uzak, tarafgirane ve ifratla sözlenmiş bir söz. Hiçbir adalet ve hak temeli yok. Halbuki İslam asla böyle bir sözü kabul etmez. Ne teoride, ne de fiili uygulamada.
Asr-ı Sadette nüfuzlu bir kişinin kızı hırsızlık yapıyor. Suçu sabit olunca Resul-ü Ekrem(asm) devlet başkanı sıfatı ile suçluya had uygulanmasına hükmediyor. Yani suçlunun eli kesilecek. Sonrasında bazı mühim sahabeler araya girip bu hükmün kaldırılmasını istiyorlar. Bunun üzerine Resul-u Ekrem(asm) bu haksız ve hukuksuz isteğe karşı hiddetlenerek: “Kızım Fatıma da olsa elini keserdim” diyerek tüm insanlığa tam bir hak ve adalet dersi veriyor.
İşte adâlet ve hak budur. İnsanlar haksızlığa taraf olmaktan uzak durmalılar.
Bu son seçimler sonrası bir televizyon kanalında hukukçu kimliği ile öne çıkmış meşhur bir bayan avukatın sözlerini dinledik. % 38 oy almış bir kesime o kadar ağır ithamlarda bulundu ki, neredeyse laiklik nokta-i nazarından o kesimin tamamını ulusalcı ilan etti. Bu kadar tarfagirlik olur mu? Hak duygusu bu kadar yıpranabilir mi? İktidar cenahının onlarca yanlışını görmezden gelip, sırf bir tercih hakkı kullandı diye cemiyetin hemen hemen yarısına yakın bir kesimi katı laikçi ve ulusalcı ilan edilebilir mi? Ne yazık ki hak duygusu ciddi bir erozyon yaşıyor.
Öte yandan bazı kardeşlerden bizzat duyduğumuz bazı sözler var:
“Tüm Müslümanlar A partisine oy vermeli, şöyle fikirde isen B partisine oy ver, bir Müslüman nasıl C partisine oy verebilir” gibi…
Maalesef bu tür fikirler “Dini siyasete alet eden” Milli Görüş hareketinin şuur altına yerleştirmiş olduğu menfi fikirlerden bir kaçıdır. İnsanlar din seçimi için tercih yapmıyorlar. Sadece millet adına hizmet edecek temsilci seçiyorlar. Doğru olan budur. Ancak bazı partilerin ısrarla “Dini siyasete alet etmeye” devam etmesi ne yazık ki, cemiyette böyle yanlış bir fikrin meydana gelmesine yol açıyor.
Tüm bunlar da toplumdaki hak duygusunun yıpranmasını netice veriyor.
Şayet bir milletin fertlerinde haksızlığa taraf olanların sayısı artar ise ardından umulmadık belalar yağmaya başlar. Kuraklık, sel baskınları, toprak kaymaları, kazalar, belalar, yangınlar ve diğer musibetler… Son yıllarda yaşanan musibetler bunun açık misali.
Bunlardan kurtulmanın yolu ise hak duygusunu canlı tutmak, her ne surette olursa olsun hakka ve hukuka taraf olmak; yanlış bir davranışı kardeşimiz de yapmış olsa yanlış diyebilmek ve İslam’ın bize emrettiği hak ve hukuk prensiplerini sıkı sıkıya bağlı kalmaktır.
İlk yorum yapan olun