Hakikat avcısı olmak

Asrımıza Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri tarafından hediye edilen Risale-i Nur, asrın tefsiri olma özelliğinin yanında sair pek çok özelliği de bünyesinde barındırmaktadır.

Âyat-ı Kur’âniyeden tereşşuh eden bir nur olduğunu her zaman dikkatli nazarlara ve hakikat müşterisi olanlara göstermektedir. Risale-i Nur, Kur’ân-ı Kerîm’in bu asra bu son dersi, son silâhı ve asrımıza süzülmüş kudsî hakikatlerdir.

Bu kudsî hakikatlerin pek çok özelliği ve makamı vardır. Öyleki Nur’un kumandanı Zübeyir Gündüzalp’in vurgusu ile Konferans’ta belirtilen “bir sözün kim tarafından, hangi maksatla söylendiğinin yanında hangi makamda söylendiğinin de pek çok önemi vardır. Bu makam maddî açıdan değerlendirileceği gibi manevî yöndeki makam olarak da değerlendirilebilir. Risale-i Nur, makamı konusunda kendini böyle tarif eder: “Hem Kur’ân’dan gelen o sözler ve Nurlar, yalnız aklî mesail-i ilmiye değil, belki kalbî, ruhî hali mesaili-i imaniyedir ve pek yüksek ve kıymetdar maarif-i İlâhiye hükmündedir. (Mektubat 595)

Makam konusu önemlidir. Zira bir Âlimle bir âminin sözü bir değildir. Peki Risale-i Nur’u bu makama taşıyan sebeplere aracı olan ve kendi ifadesi ile “kuru çubuk hükmündeki” Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bu sözleri hangi makamda ve nasıl yazmıştır?

Öncelikle Risale-i Nur yazılırken yer ve makamlar, Üstadımızın tasarrufunun haricinde cereyan eden bir konumda olmuştur. Bunu yine Risale-i Nur’un çeşitli yerlerinde, “sünûhat-ı kalbiye nevinden” (kalbe gelen manalar, kalpte meydana gelen doğuşlar) ya da akla görünen hakikatler şeklinde belirtmiştir. Misal olarak; ”şimdilik sükût lâzım, tehir edildi veya makam münasebeti ile buraya alındı“ şeklinde de belirtmiştir. Bu hakikatin arkasında ise, “imanın gözü, Kur’ân’ın talimi ve Resul-ü Ekrem (asm) dersi ve ismi Hakim, Rahim’in göstermesi” gibi failler makam ve yazılanları belirleyici kılmıştır. Makam yüksek olunca elbette yazılan sözler yüksek, söylenen hakikatler de ulvî olmuştur. Söz, Kur’ân’ındır. Çünkü Risale-i Nur, Kur’ân’ın malıdır.

Bu bahislerden yola çıkarak Üstadımızın Risale-i Nur’u yazarken yaşamış olduğu birkaç olayı sunup, Sözler’in hangi makamdan, hangi maksatla yazıldığını aktarmak istiyorum:

“ Bismillâhirrahmânirrahîm’in binler esrarından altı sırrına dairdir.

İHTAR: Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü… .. Ve yirmi otuz kadar sırlar ile, o Nurun etrafında bir daire çevirmekle avlamak ve zaptetmek arzu ettim. Fakat, maatteessüf, şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi otuzdan beş altıya indi.”1

Burada sözlerin akla görünürken Üstadımızın yapmış olduğu altı çizili satırlar dikkate şayandır ve üzerinde çokça düşünülmesi gereken noktalardır. Üstadımızın Risale-i Nur’u yazılırken “200 ayât-ı Kur’âniye imdada geldi” demesi, akla görünen hakikat nurlarının ancak yine âyetlerdeki Nurlarla çevrilip avlanması ve zaptedilmesi hakikatinide bir derece anlatmaktadır.

Ayrıca; Rum Sûresi 50. Âyet ve Bakara Sûresi 255. Âyetlerden ziyalanan esma cilvelerinin hakikatleri yine şu satırlarla bize anlatılmaktadır:

“Âyet-i azîmin birer nüktesi ile, İsm-i Âzam veyahut İsm-i Âzamın iki ziyasından bir ziyası veya altı nurundan bir nuru olan ism-i Hayy’ın bir cilvesi, Şevvâl-i Şerifte, Eskişehir Hapishanesinde uzaktan uzağa aklıma göründü. Vaktinde kaydedilmedi ve çabuk o kudsî kuşu avlayamadık. Tebâud ettikten sonra, hiç olmazsa bazı remizlerle o hakikat-i ekberin ve nur-u âzamın bazı şuâlarını muhtasaran göstereceğiz.”2

Bu ve bunun gibi özellikle namaz tesbihatında kalbe sünûhat şeklinde veya bir âyete yoğunlaştıktan veya zikredildikten sonra gelen manalar çeşitli şekilde Risale-i Nur’daki yerini almıştır.

Evet, makam olayına sathî bir nazarla bakanlar hakikati kavramaktan ziyade, eleştiri eleğinde takılıp kalacaklar. Lübbü göremediklerinden kışırla meşgul olup, kabuk hükmündeki hayal çukurlarında dolaşacaklardır. Ehl-i İlim ve ehl-i Fennin onaylayıp tasdiklediği bu ilham ve sünûhat olayına çok uzak mesafeden bakacaklar, zanlarıyla yanılacaklardır. Yine Risale-i Nur’dan birkaç örnek vererek makam, İlham ve sünûhat gerçekliğini sunmak istiyorum.

Âyet-ül Kübra’nın yazılması:

“Hem yazdığım vakit, irade ve ihtiyarımla olmadığını hissettiğimden, kendi fikrimle tanzim veya ıslâh etmeyi muvafık görmediğim için” … gibi ve …”lüzumundan fazla izah edilmekle beraber, bir derece uzun olması ihtiyarsız olmuştur. Demek ihtiyaç var ki öyle yazdırıldı.”

Asay-ı Musa Birinci Kısım 11. Mesele Hatime’nin yazılması

Gayet ehemmiyetli bir nükte-i i’câziyeye dair, birden ihtiyarsız, mağripten sonra kalbe ihtar edilen ve Sûre-i Felak ‘ın 1. Âyetinin zâhir bir mu’cize-i gaybiyesini gösteren uzun bir hakikate kısa bir işarettir” der izahatını yapar ve “ Risaletün nur’a bir remzi var” dedikten sonra (Bu makamda perde indi, yazmaya izin verilmedi. Başka zamana tehir edildi) diye bitirir. İşte makam gerçekliği bu şekildedir.

Peki biz Nur Talebeleri bu makam hakikatini nazarımıza alıp ne yapmalıyız? Risale-i Nurlar’ı okur ve dinlerken özellikle ders esnasında hakikat rengine zarar vermemek için çok dikkat etmeli ders dinleme ve okuma adaplarına riayet etmeliyiz. Yoksa okuma ve dinleme makamından düşme, hakikatin rengine zarar verme, derse nefsimizi karıştırıp hakikatleri avlayamama ihtimalimiz doğacaktır. Böylece biz bu satırları daha öncede okuduk deyip istifade ve istifaza sınırlarımızı genişletemediğimizden ruhî, kalbî lezzetlerini kaçıracağız.

Sertaç Lüser

Dipnotlar:
1- 14. Lem’a nın 2. Makamı.
2- 30. Lem’a 5. Nükte (Akla gelen hakikat).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*