Hakikî, nisbî ve izafî

Demek ki o dönemlerde hakikî İslâmiyet yaşandı, bizler ise nisbî ve izafî İslâmiyet’i yaşıyoruz. Ahir zaman, hayır ve şer olarak bütün peygamberler döneminde yaşananların özeti olacağı gibi, 15 asırlık İslâm döneminin de özeti olacaktır.

“Zira meşveret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi. Milliyet içinde İslâmiyet ışıklandı, ihtizaza geldi. Zira milliyetimizin ruhu İslâmiyet’tir; hakikî ve nisbî ve izafîden mürekkeptir. Başka mil- letlere benzemeyiz.”

Münâzarât’ta geçen bu ifade üzerine birkaç yorum. Kelime manası olarak nisbî, kıyaslama ile olan, göreceli, izafî ise bağlı olduğu şeye göre değişen demektir ve manaları birbirine çok yakındır. Buradaki hakikî, izafî ve nisbî kıyaslaması, Fransız ihtilâlinden sonra bütün dünyada yayılan ve İslâm âlemini büyük çalkantılara sebep olan milliyetçilik için olabilir. Bu ihtilâl ile dünyaya milliyetçilik tohumları ekildi, Osmanlı da bundan nasibini aldı. Osmanlıyı oluşturan ırklar, Osmanlının zayıf düştüğünü gördüler, milliyetçilik akımlarına sarıldılar. Bazı Osmanlı aydınları, Türkçülüğü savunurken bazıları da Osmanlıcılık akımı ile bütün ümmeti bir bayrak altında toplamak istediler.

Burada Bediüzzaman bilmana, bütün Müslümanlar bir millettir. Diğer ırklar Türk, Kürt ve Arap vs nisbî yani göreceli millet sayılırlar. Türküm diyenler çoğu saf Türk, Arap’ım diyenler çoğu saf Arap, Kürt’üm diyenlerin de çoğu saf Kürt değildir. Bunlar birbirine karışmış melez, mürekkep ve göreceli bir millettirler.

İslâm, hepsini kucaklar içine alır. Gayrı Müslimlerde, hukukî olarak onlarda bizim vatandaşlarımızdır, diyor.

Anadolu ve Mezopotamya, bütün dinlerin, kültürlerin ve medeniyetlerin oluştuğu ve büyük göçlerin buluştuğu bölgedir. Genelde bu bölgelerde yaşayan insanların ırkları karışıktır, kesin çizgilerle birbirinden ayrılamaz. Son zamanda yapılan genetik araştırmalara göre, bu bölgelerin yapısı en karmaşık yerlerdendir. Buna mukabil büyük medeniyet ve kültürlerin oluşmadığı İskandinav ülkeleri gibi yerler genelde ırklar saftır, genetik yapıları karmaşık değildir. Çünkü buralarda büyük medeniyetler kurulmadığından büyük göçler de olmadı. Bizim bölgemizdeki göçlerden ve evliliklerden sonra kim saf Türk, kim saf Arap, kim saf Kürt tam olarak bilinemez. Onun için gayb perdesi açılsa bu ırkların çok az bir kısmının saf olduğu görülür. Onun için bu bölgelerde ırkçılık yapmak manasız ve tehlikelidir.

Eğer hakikî, nisbî ve izafî kelimeleri İslâmiyet için kullanılmışsa şöyle anlaşılabilir. Bize örnek olacak dönem Asr-ı Saadet (Yezit ve sonraki bazı idarî dönemleri hariç) ve hicretten üç asır sonraki dönemdir. Hz. Hüseyin’in şehit edildikten sonra, din elden gidiyor diye düşünen ilim adamları, kendi sahalarında İslâm’ın temel kaynaklarını kaleme aldılar. Bediüzzaman’ın ezberlediği kitapların çoğu o dönemde yazılan kitaplardır, bu kitapları anlamadan İslâm hakkında yazılacak kitaplar ve yapılacak yorumlar çok noksan olur. Bediüzzaman, Asr-ı Saadet ve İslâm’ın temel kaynaklarının yazıldığı döneme hakikî İslâmiyet, diğerlerine ise izafî veya nisbî demiş olabilir. Peygamberimize (asm) insanların en hayırlısı kimdir diye sorulunca benim içinde bulunduğun asır, sonra ikinci, sonra üçüncü asrın insanlarıdır, buyurdu. Hasan-ı Basri, eğer siz onları görseydiniz deli sanırdınız. Onlar sizin iyilerinizi görseydi bunların ahirette bir nasibi yok derlerdi. Kötülerinizi görselerdi bunlar hesap gününe inanmıyorlardı derlerdi, diyor.

Demek ki o dönemlerde hakikî İslâmiyet yaşandı, bizler ise nisbî ve izafî İslâmiyet’i yaşıyoruz. Ahir zaman, hayır ve şer olarak bütün peygamberler dö- neminde yaşananların özeti olacağı gibi, 15 asırlık İslâm döneminin de özeti olacaktır. Bu zaman çok hızlı akacak, aynı o dönemler gibi hayır ve şerler yaşanacak, bizler o dönemlerin başlangıcındayız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*