Hakkı Yavuztürk’ü rahmetle anıyoruz

altBediüzzaman Hazretleri’nin ömrünün son yedi senesinde Risâle-i Nur’ları tanıyarak ona talebe olma şerefine nâil olan Hakkı Yavuztürk, 1934’te Kemalîye’de doğdu.

Henüz on sekiz yasında, bir parkta otururken haşirle ilgili kitap okuyan gençleri görüp Risale-i Nurlarla tanıştı. 1962 yılında sağlık memuru oldu. Memleketin çeşitli yerlerinde hizmet etti. Sadece insanları değil, penceresine konan yaralı kuşları da tedavi etti. Ömrünün son dönemlerinde gözlerindeki rahatsızlık sebebiyle risale okuyamayınca banttan dinledi. Ömrünün her anını bereketli geçiren Hakkı Yavuztürk, 5 Ocak 2007’de vefat etti. Kabri Eyüp Sultan Kabristanı’ndadır.

Sabah namazlarından sonra parkta okunan Risâle derslerini her dinlediğinde bu kitaplara daha da merakı artan Hakkı Ağabey, Haşir Risalesi’ni, Küçük Sözler’i, Gençlik Rehberi’ni okuduktan sonra bu kitaplarla daha da yakından meşgul olmak ister.

1953 yılında, İstanbul’a gelen Said Nursî’yi ziyaret eder. Üstad, Hakkı Ağabey’e; “Seni talebeliğe kabul ediyorum. Risale-i Nur’ları çok oku!” deyince bu taltif onu daha da şevklendirir. Kur’ân hattı ile bazı Risaleleri yazmaya başlar.

Bazı hatıralarını kendisinden dinleyelim:

ÜSTADI İLK ZİYARETİM

“1953 yılı İstanbul’un 500. Fetih yıldönümüne yakın günlerde idi. Arkadaşlardan Bediüzzaman Hazretleri’nin İstanbul’a geldiğini duydum. Bayezit Marmara Oteli’nde kaldığını söylediler. Onun ilk ziyaretine gittiğimde, Marmara Oteli’nin en üst katında kaldıklarını öğrendim. İkindi vakti sıraları idi, odalarında yoktular. O anda, hizmetlerinde bulunan Ziya Bey’e ziyarete geldiğimi bildirince, beni daha önce tanıdığından, Üstad’ın otelin taraçasında (damında) olduğundan bahisle kendisine duyuracaklarını, müsaade ederlerse görüşebileceğimi söyledi.

Bekledim. Müsaade almış olsa gerek ki, biraz sonra beraberce taraçaya çıktık. Hiç unutmam, Bediüzzaman Hazretleri’ni elinde bir dürbün, Marmara Denizi’nin Adalar istikametine baktıklarını gördüm. Dama daha önce kurulmuş sandalyeler vardı. Beni orada kabul ettiler. Ellerini öptüm. Oturmamı söylediler.

Beraberce oturduktan sonra, ne iş yaptığım, nereli olduğum hakkında sordular. Talebe ve Erzincan’ın Kemaliye kazasından olduğumu söyledim. Hitap ederlerken, ‘Kardeşim’ demeleri ve davranışlarındaki sâdelikleriyle mi yoksa, bilmiyorum, ama bendeki ilk heyecanlı hâl gitmiş, yerini dikkatle dinlemek almıştı. Belki Şark tarafından olduğumu söylememden olsa gerek ki; hangi aşiretten olduğumu da sordular. Aşiretin o anda tam mânasını bilmiyordum. ‘Türküm’ diye cevap vermiştim. Bana iltifat ettiler. Risale-i Nur’u anlayarak okuyan talebelerinin dalâlet fırkaları da hucüm etse, sarsılmayacaklarından, Risale-i Nur’dan aldıkları iman kuvvetiyle onlara karşı koyacaklarından, Risale-i Nur’un Kur’ân’a dayandığından bahsettiler.

KUR’ÂN HARFLERİ İLE RİSALE YAZAR ÜSTADA GÖNDERİRDİK

Risaleleri asıllarına bakarak veya şeffaf kâğıtla üzerine koyarak yazıp bitirdikten, yani asıl Risalelerden bir nüsha bu suretle elde ettikten sonra, bu artık bizim olan Risaleyi ciltçiye gönderir, ciltlendirir, sonra da Bediüzzaman Hazretleri’ne gönderirdik. Üstad Hazretleri bunları tashih eder, arkasına ismimizle duâ yazar ve iade ederlerdi. Biz de bu el yazımızla yazılmış ve Bediüzzaman Hazretleri tarafından ekseriya tashih edilerek iade edilmiş ve kendi el yazılarıyla duâ yazılmış Risaleleri, büyük bir hatıra olarak hıfzeder, saklardık.

Risale-i Nur Külliyatı’ndan Küçük Sözler, Gençlik Rehberi ve Onuncu Söz denilen Haşir Risalesi’ni Bediüzzaman Hazretlerini tanımadan önce, 1952 yılı sonbaharında okumuştum. Önceleri pek bir şey anlayamamıştım, diyebilirim… Zira onları bir ilmihal ve duâ kitabı gibi ortaokuldan arkadaşım olan Özer’den (Üzeyir Şenler) almıştım. O nazarla, yani duâ kitabı telâkkisiyle okuyordum. Daha sonra aynı arkadaşlar o zaman oturmakta olduğumuz Yenikapı’daki evimize yakın olan eski Aksaray Parkına, sabah namazlarından sonra yapılan Risale-i Nur okuma toplantılarına gider, bilhassa o tarihlerde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümü talebesi olan Muhsin Alev Ağabeyimizin okuma ve izahlarını dikkatle dinlerdik.

AKSARAY PARKINDA HER SABAH DERS YAPIYORUZ

Başta da dediğim gibi, tek başıma okumakla pek bir şeyler anlayamamıştım, âdeta her Nur Talebesiyle tanışmak, o eserleri anlamama bir anahtar oluyordu. İşte tam bu sıralar Ahmed Aytimur, Mehmed Fırıncı, Mehmed Emin Birinci, Marangoz Hüseyin gibi ağabey ve kardeşlerle de tanışıyor ve onlarla alâkamı daha da sıklaştırıyordum. Ve hattâ kendi tanıdıklarımı da onlarla tanıştırmaya çalışıyordum. Artık haftanın muayyen günlerinde toplanıp ders okumayı ve dinlemeyi kâfi görmüyor, her sabah oturduğumuz Aksaray Yenikapı’daki evimize yakın olan Valide Camii’ne sabah namazlarında gidiyor, orada o zaman Aksaray parkı denilen yerde arkadaşlarla sabah namazlarından sonra bir-iki saat, broşür büyüklüğündeki (daktilo ile yazılmış) bir kısım Nur Risalelerini hayretle ve merakla okuyup dinliyorduk. Çok defa Muhsin Alev Ağabeyimiz okur, izah eder, biz de dinlerdik.

“Meselâ, bir gün Onuncu söz adlı Haşir bahsine âit bir meseleyi okuyorduk. O teşbihli ve fevkalâde mantıklı ve güzel izahlı Risaleyi okurken, o kadar tesiri altında kalarak dinliyorduk ki, âdeta Roma’yı istilâ ederek, Arşimed’i çalışma yerinde yakalayıp öldürmek veya tevkif etmek isteyen askerlere, onun, ‘dairemi bozmayın’ dediği meşhur tarihî olay misali, etrafımızda olup bitenlerden habersiz, bütün benliğimizi veriyorduk, dersem mübalâğa etmiş sayılmam.

ÜSTADIN İSTANBUL’A SON GELİŞİ

Son yıllar çok çalkantılı geçiyordu. O zamanlar, Üstad Hazretleri’ni gazetelerden ve diğer vasıtalardan âdeta günbegün takip ediyorduk. Nihayet 1959 Aralık’ın son günleriydi ki Bediüzzaman Hazretleri’nin İstanbul’a gelecekleri hususunda telgraf geldiğini ve daha sonra da Çemberlitaş-Piyerloti Oteline indiklerini öğrenmiştik. Başta kahraman Zübeyir Ağabey olmak üzere birçok Nur Talebeleri oteldeydiler. Bir kısmı da daha sonra geldiler. Üstad Hazretleri çok yorgun olmasına, oteldeki odalarında istirahat halinde olmalarına rağmen, ilk gün akşam vakti odalarında bizlere topluca ders mahiyetinde eski Divan-ı Harp Mahkemesi’nde yaptıkları mahkeme müdafaasından bahisle, Divan-ı Harp Mahkemesi’nde beraat ettikten sonra Beyazıt’tan tâ Sultanahmet, Divanyoluna kadar ‘Yaşasın zalimler için Cehennem’ diyerek kendilerini takip eden kalabalıkla topluca geldiklerini, Risale-i Nur’da geçen bazı mevzuları da ayrıca ders olarak anlattıklarını, ayrıca; kendilerini birçok vilâyetten şimdi dâvet ettiklerini, ancak Ankara, Konya ve İstanbul gibi birkaçına gidebildiklerini, ayrıca menfi milliyetçiliğin zararlarından bahsettiklerini hâlâ unutamam.1

Hakkı Yavuztürk Ağabey’i vefatının 10. Yıl dönümünde rahmetle anıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*