Halk, şaşkınlık içinde Bediüzzaman’ı seyrediyordu

Mardin’de, Ulu Cami civarındaki kalabalık çığlık çığlığa bağırıyordu:
“Olmaz böyle bir şey… Bu adam çıldırmış olmalı… Düşüp ölecek şimdi…”

Başını minarenin şerefesine doğru kaldıran insanlar, korkularından gözlerini kapatıyorlardı. Doruk noktaya çıkan heyecanla, herkes nefesini tutmuştu.

Biri, minarenin şerefesine çıkmış, şerefenin etrafını çevreleyen ince demirlerin üzerinde gezinerek, etrafı seyrediyordu.
Yanında bulunan arkadaşı ise yüzünü kapamış, sesinin çıktığı kadar bağırarak yalvarıyordu: “İn oradan! Şimdi düşüp öleceksin.”
O ise, ne aşağıda toplanıp kendisini şaşkınlık içinde seyreden halkın ikazlarını, ne de arkadaşının çırpınışlarını duyuyordu.
Rahat bir yolda yürüyormuş gibi kollarını yana açmış, onlarca metre yükseklikte, şerefenin korkulukları üzerinde dönüp duruyordu.
Aşağıya inince onun kim olduğu anlaşılmıştı. Birkaç hafta önce Mardin’e gelerek etkili vaazlar veren Bediüzzaman…

* * *

Bediüzzaman’ın Mardin hayatı da oldukça olaylı geçiyordu. İlim ve bilgideki otoritesi, korkusuzluğu ve rakip tanımaması, sürekli galibiyetle biten tartışmaları ve yönetimin hatalarına olan cesurca çıkışları yüzünden başı sık sık derde giriyordu.
Mardin valisi, kısa bir süre içinde şehrin gündemine oturan Bediüzzaman’a, bir tuzak kurulup zarar verilmesinden korkmaya başlamıştı. Bunun önüne geçebilmek için de, Bediüzzaman’ı şehirden çıkarmaya karar verdi.
Elleri kelepçeli, iki jandarma eşliğinde Bitlis’e gönderdi. Fakat elleri kelepçeli bir şekilde, jandarmalar arasında giderken, çok ibretli bir olay yaşandı.
Savur yakınlarından geçerken öğle namazı vakti girmişti. Bediüzzaman:
“Ellerimi çözün, namaz kılacağım” dedi. Jandarmalar ise:
“Olmaz,” dediler. “Bu vaziyette kıl.”
Jandarmaların gözleri önünde ellerindeki kelepçeler açılıp yere düştü.
Bediüzzaman gidip abdest aldı ve huşu içerisinde namazını kıldı.
Bu olay jandarmaların akıllarını durdurmuştu. Ne yapacaklarını şaşırmışlardı.
“Gelin,” dedi “Bediüzzaman. “Vurun şimdi kelepçeyi.”
Fakat jandarmalar çok mahcup olmuşlardı.
“Efendim, biz bu zamana kadar sizi korumakla görevliydik, bundan sonra artık hizmetinizdeyiz,” dediler.
Askerler Bediüzzaman’ı valiliğe teslim ettiler.
Aradan yıllar geçtikten sonra, bu ibretli olayı Bediüzzaman’a sormuşlardı:
“Kelepçeyi nasıl açtınız?”
Bediüzzaman:
“Ben de bilmiyorum nasıl açıldığını. Olsa olsa namazın kerâmetidir.”
Bediüzzaman’ın yaşadığı olaylar, anne ve babasına ulaştıkça, annesi çok üzülüyor, sabahlara kadar gözyaşları içinde duâlar ediyordu. Ama babası:
“Aferin oğluma, mutlaka faydalı bir iş yapmış ki, başı derde girmiş,” diyerek gurur duyuyordu.
Bediüzzaman’ın Bitlis hayatı da ibretlerle doluydu. Başta vali olmak üzere, halkın büyük teveccühü vardı.
Bediüzzaman son dersini Bitlis’in ünlü âlimi Şeyh Mehmed Kührevî’den almıştı. Ondan sonra ise bütün dersleri kendi özel çalışmasıyla tamamlamıştı.
Bediüzzaman, Bitlis’te iken fen bilimlerine de merak sarmıştı. Bu konuda ele geçirdiği bütün kitapları okuyordu. Özellikle de matematik, fizik, kimya gibi konulara büyük bir ilgi duyuyordu. Ayrıca İslâmî bilimleri de beraber götürerek, hem ilmî, hem de dinî birlikte ele alıyordu.
Meşhur Said’in bu müthiş dehası, valiyi de cezp etmişti. İlmi çok seven vali, Bediüzzaman’ı konağına aldı. Ona güzel bir çalışma imkânı sundu. Civardan gelen birçok üst düzey misafirlerle burada görüşüp bilimsel sohbetler ve münâzaralar yapıyordu.
Bediüzzaman’ın şöhreti burada da yayılıyor, bir taraftan sevenleri, diğer yandan da kıskananları hızla artıyordu.

OKUMADAN GEÇMEYİN

“Said’i konaktan kovun”

BEDİÜZZAMAN artık, Bitlis valisinin konağında misafir olarak kalmaktaydı.
Vali beyin eşi vefat etmişti. Ancak evde altı tane kızı vardı. Bediüzzaman asla bu kızlarla ilgilenmez ve onların yüzüne bakmazdı.
Bir gün kızlarından birisi yemek tabağını almak için Bediüzzaman’ın odasına girmişti. Bediüzzaman kızı karşısında görünce çok kızdı ve derhal dışarı çıkmasını istedi. Ardından da kapıyı kilitledi.
Valinin kızı bu masumane davranışı için yediği azardan dolayı çok üzülmüştü. O gün de arkadaşlarından birisi:
“Niçin o bekâr genci evde bırakıyorsun? Kızlarınla ilgili dedikodular çıkar” diye vali beyin aklını karıştırmıştı.
Vali bey bu sıkıntıyla eve döndü. Kızını evin önünde ağlar bulunca, endişesi büsbütün arttı. Bunun sebebini soran valiye kızının verdiği cevap her şeyi açıklamaya yetmişti.
“Baba, eve misafir olarak aldığın Said, bizi odasına almıyor, azarlıyor, gururumuzu kırıyor. Bu deliyi buradan gönder de rahat edelim.”
Vali derin bir “oh” çekti. Çok rahatlamıştı. Derhal Bediüzzaman’ın odasına giderek, ikramlarda bulundu.
“Herkesin bir üstadı vardır. Benim de üstadım sensin” diyerek hayranlığını belirtti.
Daha sonraki yıllarda, valinin evinde geçen olayı Bediüzzaman şöyle anlatmaktadır:
“Yirmi yaşlarındayken Bitlis’te, Vali Ömer Paşa’nın evinde iki sene onun ısrarıyla ve ilme olan saygısından dolayı kaldım.
Onun altı kızı vardı. Üç küçük, üçü de büyüktü. İki yıl aynı evde kaldığımız halde, o üç büyük kızı birbirinden ayırt edip tanıyamadım. O kadar dikkat etmiyordum ki, bileyim. Hatta bir âlim misafirim geldi, iki günde birbirinden fark etti, tanıdı. Herkes bendeki bu duruma hayret ederek sorarlardı:
‘Neden bakmıyorsun?’
Derdim:
‘İlmin izzetini ve şerefini koruma düşüncesi, beni baktırmıyor.’”
İşte Bediüzzaman’ın farkı buydu.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*