Hangi anne evladının cehennemde yanmasını ister?

Bu zaman öyle bir zaman ki anneler evlâdlarıyla ilgilenemez olmuş, babalar da geçim derdine daldığı için ailesini ihmal eder olmuşlar. Hâlbuki en dar daire olan aile hayatında anne ve babanın evlâdları üzerinde hakları çok daha fazladır. Bilhassa annelerin, evlâdlarıyla olan iletişimi, onları terbiye etmesi, onlara söz anlatması ve onların nasıl yetiştirilmesi gerektiği önemle üzerinde durulması gereken bir mes’eledir. Zîra “Bir çocukla konuşup söz anlatmak, bir feylesofla konuşmaktan aşağı değildir.”1 diyen Bediüzzaman Hazretleri ebeveynlerin sorumluluğunun ne derece ehemmiyetli olduğunu ifade etmiştir.

Evet, anneler, evlâdları için değil canını, ruhunu bile feda edebilecek kadar şefkat sahibidirler. Bu hakikati Bediüzzaman Hazretleri şöyle ifade etmektedir: “Rahmet-i Rabbâniyenin en hürmetli, en halâvetli, en lâtif ve en şirin bir cilvesi olan şefkat-i vâlide, hakâik-ı kâinat içinde en muhterem, en mükerrem bir hakikattir. Ve vâlide, en kerîm, en rahîm, öyle fedakâr bir dosttur ki, o şefkat saikasıyla, bir vâlide, bütün dünyasını ve hayatını ve rahatını, veledi için feda eder.”2 Bu fedakârlığı yaparken de ne bir riyâ ne bir gösteriş vardır ve ne de bir beklenti içerisindedirler. Kısaca hiç kimseden bir karşılık ve menfaat beklemezler. Böyle bir kahramanlık örneği sergileyebilen anneler, bu şefkat ve kahramanlıktan gelen inkişafla evlâdlarının hem bu dünya hayatının hem de ebedî hayat olan âhiret hayatlarının kurtulmasına vesîle olabilirler. Zîra “Bir vâlide veledini tehlikeden kurtarmak için hiçbir ücret istemeden ruhunu feda etmesi ve hakikî bir ihlâs ile vazife-i fıtrîyesi itibarıyla kendini evlâdına kurban etmesi gösteriyor ki, hanımlarda gayet yüksek bir kahramanlık var. Bu kahramanlığın inkişafı ile hem hayat-ı dünyeviyyesini, hem hayat-ı ebediyyesini onunla kurtarabilir.”3

Evlâdlarına karşı böyle ehemmiyetli bir vazifesi bulunan, her türlü fedakârlığı göze alabilen ve nice zahmetler çekerek büyüttükleri evlâdları için bütün sıkıntılara göğüs gerebilen vâlideler, evlâdlarının bu dünyada iyi yerlere gelmesi için çaba sarf ederken, ebedî hayatlarının kurtulması için aynı çabayı sarf edemiyorlar? Peki, nasıl olur da bir vâlide, evlâdının ebedî hayatının tehlikeye girmesine razı olabilir? Bu dünyada bir saç teline bile zarar gelse, kıyamet kopartacak potansiyele sahip olan vâlideler, nasıl olur da evlâdlarının cehennem ateşinde yanmasını görmezden gelebilir? Soruyorum size, hangi anne evlâdının cehennemde yanmasını ister? Bir anne evlâdının bu dünyada en iyi yerlere gelmesi için cansiperane uğraşırken, neden ebedî hayatlarının kurtulması için bir şey yapmaz? Evlâdları meslek sahibi olsun ve iyi bir makam-mevkie gelsin diye bütün malını verirken hatta durumu olanlar Avrupa’ya gönderirken neden evlâdının hayat-ı ebediyyesinin tehlikeye girdiğini düşünmez? Evlâdını bu fânî dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor da neden cehennem hapsine düşmemesi için aynı seferberliği yapmaz?

Evet, “Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imânî alamazsa, sonra pek zor ve müşkül bir tarzda İslâmiyet ve îmânın erkânlarını ruhuna alabilir. Adeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyet’i kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa, peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir.”4 Yani küçüklüğünde sağlam bir îman dersi almayan evlâdlar, sadece dünyevî fenlerle terbiye olunsa, üstüne peder ve vâlidesini de dindar görmezse, âhirette peder ve vâlidesinden “Niçin benim îmanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edip, davacı olmasına sebep olur. Âhirette davacı olacağı gibi bu dünyada da “Peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur.”5

Aman Ya Rabbi! Bu ne dehşetli bir hâldir? Evlâdların, daha bu dünyada iken peder ve vâlidelerinin ölümlerini arzulaması ve âhirette de davacı olması ne hazin bir durumdur? Hangi anne ve baba bu hazin duruma düşmek ister? Eminim ki hiç kimse istemez. İşte, anne babalar böyle bir duruma düşmek istemiyorlarsa evlâdlarının ebedî hayatlarının kurtulması için küçüklükten itibaren çalışmalılar ve bu fânî dünya hayatlarına verdikleri önemden çok daha fazla önem vermeliler.

Elhâsıl: “İnsanın en birinci üstadı ve te’sirli muallimi, onun vâlidesidir.”6 Her dâim bu vazife ile yükümlü olan vâlideler, bilhassa çocukluk döneminde imânî dersleri vermeli ve asla ihmal etmemelidir. Zîra ihmal ettikçe ve erteledikçe daha müşkül bir hâl alacaktır. Âdeta gayr-i müslim birini Müslüman yapmak gibi zorlaşacaktır. Evet, vâlide verdiği bu imânî dersleri ve telkinâtları evlâdlarının ruhuna bir çekirdek gibi işlemeli ve her dâim bu vazifenin şuurunda olmalıdır. Böylece evlâdlarının dünya hayatlarını kurtaracakları gibi âhiret hayatlarının da kurtulmasına vesîle olacaklardır. Bu sayede hem bu dünyada hürmet görürler hem de âhirette evlâdları kendilerine şefaatçi olurlar inşâallah.

Dipnotlar:

1) İşârâtü’l İ’câz, Said Nursî, S. 348, Yeni Asya, 2013
2) Mektûbat, Said Nursî, S. 68, Yeni Asya, 2013
3) Lem’alar, Said Nursî, S. 461, Yeni Asya, 2013
4) Emirdağ Lâhikası, Said Nursî, S. 86, Yeni Asya, 2013
5) A.g.e. S. 86
6) A.g.e. S. 462

Benzer konuda makaleler:

4 Yorum

  1. Evlatlarımız ya cennetimiz ya da cehennemimiz. Yazınızda belirtiğiniz üzere sadece dünya saadetine yönelik çabalar daha dünya hayatındayken bile ölümünü arzu edecek kadar sonuçlar doğuruyor. Ahireti merkez alan ilgi ve alaka dünya hayatını bile cennete çeviriyor. Risale-i Nur’dan atıf yaptığınız pasajlarda nerede yanlış yapıldığını, neler yapılması gerektiğini ve nelerin doğru olduğunu çok güzel bir şekilde nazara vermişsiniz. Akıcı üslubun yanısıra atıf yaptığınız pasajların sıralaması da gayet uygun olmuş. Allah razı olsun Said ağabey. Devam inşaAllah. Baki selamlar.

    • Allah sizden de razı olsun Cenk Ağabeyim. Bu güzel yorumunuz için teşekkür ederim.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*