Hangi kültürle? Nereye?

23 yıl gibi uzun bir aradan sonra, resmî “yılbaşı”yı Türkiye’de geçirmek nasip oldu. Geçen zamanlar buradaki eski yılbaşılarını unutturmuş. Hem Anadolu’nun muhtelif köşelerinde geçirdiğimiz talebelik yıllarımızdan da yılbaşı hatıraları kalmamış. Yeniçerili Mehmet gibi; müptezal, iptidaî ve çok kötü taklitlerle oluşan “yeni yılbaşılarını” sokakta ve medyada takip edince itiraf edeyim ki, şaşırdım.

Hıristiyan kökenli firmaların (Capitol gibi) İstanbuldaki mağaza ve işyerleri ışıl-ışıl yapmalarına sevindiğim kadar Hıristiyanlıkla alâkası olmayan; ne Noelin ve ne de Waynacht’ın tarihçesinden, mahiyetinden habersiz ilkelce yapılan şeylere hakikaten şaşırdım. Zira bu manzaraları bizimle birlikte Kölnlü, Parisli ve Newyorklu Hıristiyanlar da seyrediyorlardır. Hayalen de olsa onların enaniyet dolu müstehzî kahkahalarını işitir gibiyim. İşte ilk olarak, vatanımda “Müslüman bir Türk” olmanın izzeti yerine; kültüründen koparılmış, sömürge vatandaşı refleksiyle iğrençliklere bürünmüş ve millet olarak bizi zilletle yüz yüze bırakan hareketlerle karşılaşınca Yeni Camideki yeniçeri askeri gibi “Ben daha yeni görüyorum!” demeye başladım.

Maksadım “yılbaşı kutlamalarını” tenkid değildi. Hele Noelin mahiyetini anlatmaya hiç zamanımız yok. Yalnız İslâm toplumundaki Müslümanların, kökleri ve kültürlerini, “Batılı kültür unsurlara” sahip çıktıkları kadar, sahiplenemeyişlerini tesbit etmek istiyordum. Benimseyip kabullenmek ayrıdır, sahiplenip onları yukarıya kaldırmak apayrıdır. Medyanın, yanlış eğitimin ve sefih Avrupa’nın sinema, tiyatro ve tercümeler gibi sürmenaj usullerle bize enjekte ettiği bir kültüre, bazı hokkabazların sahip çıktıkları kadar, Müslüman Türk milletinin “öz kültürüne” sahip çıkmadığını vurgulamak istemiştim. Müslümanlardaki cehalet, tembellik, korkaklık ve nemelâzımcılık piyasada büyük bir boşluk oluşturunca dinsiz Avrupa’nın bizdeki temsilcileri az bir kuvvet ve azınlık seslerle sanki sağı-solu velveleye veriyorlar. Buna az sayıdaki küçük azınlığın çoğunluğa hile ile galebesi de diyebiliriz.

Kadıköy ve Etiler tarafından havaî fişekleri patlatanlar, ekranlarda Paris-Şanselize ve Berlin-Brandenburg meydanlarındaki muhteşem semaî ışık gösterilerini taklit ettiklerini zannediyorlardır. Halbuki o gece Çamlıca’da seyrettiğim manzarada Sultanahmet-Süleymaniye’nin ışıklarıyla Boğaz’ın ışıltılı gerdanından başka bakışlarımı cezbedecek ışık pek görememiştim. Bebek, Yeniköy, Karaköy ve Beyoğlu taraflarında toplanan küçük kalabalıklar hakikaten mukallit, haylaz ve hedefsiz çocukların resmiydi.

Bu gece, korku, menfaat veya başka endişelerle İslâmî kimliğini gizlemeye yönelen bazı Türkiye Müslümanlarını düşündüm. Saçında, bıyığında, üstünde, evinde konuşma ve hareketlerindeki İslâmî imajları tamamen silen ve böylece dünya nimetlerinden istifade noktasında dindar olmayanlarla eşit imkâna kavuştuğunu zanneden “ahmak Müslümanların” durumunun, bu geceyi diskoteklerde geçiren gençlerin hallerinden ziyade beni hüzünlendirdiğini düşünüyorum. Global dinsizliğin veya deccaliyetin tüm dünya mukaddesatlarına savaş açtığı ve maalesef Anadolu’da askerî ihtilâlleri kullanarak mesafe aldığı bir zamanda düşmanımızın arzusu istikametinde sağımızda solumuzdaki İslâmî nişanların, sembollerin ve hatta bayrakların kayboluşuna siz de şahit olsanız üzülmez misiniz?

Paris’te-Şanzelize’de, Köln’de-Heumarkt’da, Berlin’de-Brandenburg meydanında milyonlarca kişiyi dolaşıp bayramlarını kutlayan milletleri de global dinsizlik korkutmak istemiştir. Müfredattaki dinî tedrisatlardan başlayarak sınıfları süsleyen haç ve figürlere ve hatta talebelerin boyunlarındaki kolyelere kadar hücum etmek istemişti. Hürriyetperver Hıristiyanlardan yediği tokadın sesini Çin gazeteleri bile yazdılar.

Ya bizde… 12 Eylül’ün devamı menhus 28 Şubat süreci içinde topluma korku, menfaat ve garez üfüren üfürükçülerin delaleti ile başörtüler çıkarıldı, selâmın tahtına günaydın gözünü dikti. Gümüş yüzükler altın yüzüklerle yer değiştirdi. Dindar gençlerde aktris görünümüyle tüm İslâmî kültür unsurlarından bir kaçış başladı.

Evinde namaz, Kur’ân, tesettür ve selâmı baştacı edenleri diğerlerinden tefrik etmek adeta zorlaştı. Halbuki Allah Kur’ân’da mü’minlerin başta simaları olmak üzere dış şekillerinden kolayca tanınacağı söyleniyor. Üç paralık hasis bir menfaat veya beş paralık yersiz bir korkuya bu zillet değer miydi? Bin seneden beri İslâmın bayraktarlığını yapmış bir millete “Yahudinin diasporasındaki takiyyesi” yakışır mıydı. İki yüzlülük veya takiyye bu milletin tarihiyle örtüşüyor muydu?

Bin senelik tarihe ve tarihimizin kucağımıza tevdi ettiği inanç, tarihî eser, örf ve tüm kültürü sahiplenmemek ya düşmanlıktan veya cehaletten olur, diye düşünüyorum. Bilgi bu iki illeti de giderebilir, ama korkuyu da Allah’a ve ahirete iman giderir kanaatindeyiz. Allah’a hakîkî kul olan Allah’tan başkasına boyun eğmeyeceği gibi imanından gelen şefkatle de zayıflara zulmetmekten nefsini tebrie eder.

Avrupa Birliği sürecine girmiş Türkiye’deki bu hedefsiz, bilgisiz ve kartel medyası kültürlü gençlere gelince… Bunlara Avrupa gençliği seviyesinde “öz kültürümüz” verilmezse, devlet olarak büyük zilletleri yaşamaya—Allah korusun—mecbur oluruz. Başta Millî Eğitimimiz olmak üzere ordumuz, üniversitelerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız, hakimlerimiz ve diyanetimiz, Avrupalı şarkiyatcıların önünde hayret ve gıpta içinde çakıldıkları muhteşem insanî kültürümüzü bir program çerçevesinde vermelidir. Avrupa Birliğine insanlığın muhteşem bir medeniyetini çocuklarıyla birlikte kazanmanın sevincini yaşatırken ihmal ettiğimiz eserleriyle, sesleriyle, çizgileriyle, nezahet ve tatlılığıyla yaşayan bin senelik bir hazineyi de çocuklarımıza dedelerimizden miras bırakmış olacağımız. Bu teklifimize Avrupalılar hayır demiyorlar. Ya sizler…..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*