Hasan Sabbah (1054 -1124)

İsmaili Devleti’nin kurucusudur. Büyük Selçuklu Devleti’nin baş edemediği örgütü ve eylemleriyle dehşet saçmış, aralarında meşhur Nizamülmülk’ün de bulunduğu devletin ileri gelenlerini, kendilerine özgü metotlar ve suikastlarla öldürtmüştür. Kurduğu örgütü ve kendine bağlı adamları ona olan bağlılıklarıyla dikkatleri üzerlerine çekmişlerdir. Selçuklular kendisi ile mücadeleyi devlet politikası haline getirdikleri halde yaşadığı süre boyunca onunla baş edememişlerdir. Risâle-i Nur’da, Afyon Mahkemesinde savcının iddianamesi vesilesiyle ismi anılmaktadır. Künyesi Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyn bin Muhammed es-Sabbah şeklindedir.

 

Hasan Sabbah’ın 1054 tarihinde Kum kentinde doğduğu rivayet edilmektedir. Eserinde verdiği bilgilerle soyunu Yemen’de hüküm sürmüş olan Himyeri krallığına dayandırmaktadır. İfadelere göre babası Yemen’den Küfe’ye göç etmiş, buradan Kum ve Rey şehrine geçmiştir. Ancak, Himyeri asıllı olduğu iddiası tartışmalıdır. Bunun dışında Rey şehrinde doğduğunu nakledenler de vardır.

Hasan, ilk derslerini babasından aldı. Baba, oğlunun eğitimiyle yakından ilgilendi. İlmi birikimi olup kelam, mantık, felsefe, fıkıh ve riyaziyat alanında önemli bilgileri kendisine verdi. Hasan’ın Büyük Selçuklu Devleti veziri Nizamülmülk ile arkadaş olduğu ve aynı hocadan ders aldıkları tarzındaki bilgiler, söz konusu şahısların doğum tarihleri göz önüne alındığında yakın bir ihtimal olarak görülmemektedir. Bu bilginin dışında, arkadaş oldukları halde sonradan aralarının bozulduğu, Hasan Sabbah’ın Nizamülmülk’ün desteğiyle sarayda görev aldığı da nakledilmektedir.

Yaşı ilerledikçe ilme merakı artan Hasan, eğitim amacıyla Rey şehrine gitti. Ailesinin etkisiyle Şiiliğin İmamiyye itikadına bağlı olmakla birlikte, daha sonra Fatimi müntesiplerinin etkisiyle İsmailiyye mezhebine bağlandı. Bir süre sonra Rey şehrinden ayrılarak İsfahan’a gitti. Burada iki yıl kadar kaldı. Daha sonra Azerbaycan, Musul, Sincar, Meyyafarikin (Silvan), Rahbe, Dımaşk, Sayda, Sur ve Akka şehirlerini gezdi. Akka’dan Mısır’a geçti. Kahire’de Fatımi halifesi ile görüştü. Halife kendisine yakın ilgi gösterdi. Bu arada dolaştığı beldelerde İsmaili itikadını yaymaya çalıştı.

Hasan Sabbah, Fatimi halifesi Müntasır Billah’tan sonra gelişen veliaht tayin işlerine müdahale etmeye kalkışınca yöneticilerle arası açıldı. Yaptığı muhalefetten ötürü önce tutuklandı, arkasından da ülkeden çıkartıldı. İskenderiye üzerinden ve deniz yoluyla Mısır’dan ayrıldı. 1081 yılında İsfahan’a vardı. İran’ın muhtelif şehirlerini dolaşarak yıllarca Batıniliği yaymaya çalıştır. İran’ın kuzey taraflarındaki dağlık bölgelerde yaşayan ve devletten bağımsız, kendi başlarına buyruk olan savaşçı bir kavimle yakın temasa geçti. Adamları vasıtasıyla giriştiği faaliyet sonucu buradakileri kendine bağlamayı başardı. Bu arada bölgede yaşayan halkı da önemli ölçüde etkiledi.

Kendine bağladığı güçlerle devlet için tehlike teşkil etmeye başlayan Hasan Sabbah’ın faaliyetleri Selçuklular tarafından dikkatle izleniyordu. Son gelişmeler üzerine Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın tutuklanması emrini verdi ancak, bu mümkün olmadı. Önce Kazvin’e ve oradan da meşhur Alamut Kalesi’ne giderek buraya yerleşti. Alamut Kalesi’ni karargah yaptı. Akabinde 1090 yılında İsmaili Devleti’ni kurdu. Sığındığı kalenin ele geçirilmesini önlemek için yeni savunma tedbirleri aldığı gibi, uzun süre kendilerine yetecek miktarda yiyecek stokunu da sağladı.

Hasan Sabbah bir süre Fatımilerle ilişkisini devam ettirdi. Fatımiler ikiye ayrıldıktan sonra imam olarak Nizar’ı destekledi ve adına hutbe okuttu. Kendi akidesini müridlerine öğretmeye başladı. Kendilerine karşı olanların öldürülmesinin dini bir vazife olduğu inancını aşıladı. Müritlerinin eğitimini kendisi üstlendi. Bunların eğitim ve öğretime tabi tutulmalarından çok, imamın rehberliğini ön plana çıkardı. İmamların masumiyetinden hareketle, her devirde bunların rehberliğine ihtiyaç olduğu, dini meseleler için aklın yeterli olmadığı, Allah’ı iyi tanımak için imamların yardımına gereksinim olduğunu bildirdi.

Dine davet eden ve “dai” olarak adlandırılan adamları vasıtasıyla faaliyetlerini sürdürdü. İnsanları etkilemek için farklı yöntemlere başvurdu. Böylece Batınilik Hasan Sabbah’ın şahsında yeni bir kimlik kazandı. Dailer önceleri insanları, masum imam adına davet ederken, yeni bir gurup ortaya çıkmaya başladı. Sabbah’a bağlı bu gurup “Haşşaşin” adıyla anılmaya başlandı. Liderlerine olan bağlılıkları haşiş (esrar) içmiş gibi gözü kapalı kabullenmeden ötürü bu isimle adlandırıldıkları belirtildiği gibi, gerçekten de bunlara söz konusu uyuşturucunun verildiği de iddia edilmiştir.

Hasan Sabbah’ın adamlarına cennet vaat ettiği ve bu cenneti dünyada da yaşamaları, mutluluğu tatmaları için esrar içirttiği ve bu yolla her türlü emrini yerine getirttiği ifade edilmektedir. Dini mahiyetten çok siyasi bir örgüt gibi çalışılarak, fikirlerini zorla kabul ettirme yoluna gitti. Çıkardıkları olaylarla insanlar arasında dehşet saçmaya başladılar. O zamana kadar görülmemiş bir tarzda, devletin en üst kademesinde bulunanlara varıncaya kadar, kendilerine özgü metotlarla suikast girişiminde bulundular.

Hasan Sabbah’ın adamlarıyla mücadele, Melikşah tarafından devlet politikası haline getirildi. İlmi noktada mücadeleyi sağlamak için Nizamiye medreseleri vasıtasıyla Sünniliğin takviye edilmesine ve batıl inançlarla bu şekilde mücahede yoluna gidildi. Diğer taraftan da Alamut Kalesi’in alınması için girişim başlatıldı. Ancak, bir netice alınamadığı gibi meşhur Selçuklu veziri Nizamülmülk Sabbah’ın bir adamı tarafından öldürüldü.

Melikşah’ın ölümünden sonra Selçuklularda taht kavgalarının çıkması, haçlı seferlerinin başlamasıyla birlikte Müslümanların yaşadığı bazı bölgelerin işgale uğraması, Hasan Sabbah’ın işine yaradı. Fırsatı değerlendirerek faaliyetlerine hız verdi. Önemli bazı kaleleri ele geçirmek suretiyle konumunu güçlendirdi. Bu arada propaganda faaliyetlerine de hız verdi. Ayrıca, Selçuklu ordusuna sızmak suretiyle taht kavgalarına fiili olarak dahil oldu.

Hasan Sabbah’ın adamlarının korkusundan, din ve devlet adamlarını herkesin gözü önünde öldürmelerinden dolayı, devlet ileri gelenleri elbiselerinin altına zırh giymeden sokağa çıkamaz oldular. Selçuklular ve Hasan Sabbah arasındaki mücadele uzun süre devam etti. Birkaç kez Alamut Kalesi kuşatıldığı halde alınamadı.

Hasan Sabah, 1124 yılına kadar Alamut Kalesini elinde tutmaya ve faaliyetlerini sürdürmeye devam etti. Birçok bilim dalında önemli birikime sahip olması, teşkilatçılığı, kurduğu düzenli örgütü ile dehşet saçan bir duruma geldi. 1124’de Alamut Kalesinde öldü.

Bediüzzaman Hazretleri’nin maruz kaldığı ilginç olaylardan bir tanesi Afyon savcısının iddiasıdır. Ömür boyu Peygamber Efendimizin sünnetini ihya etmeye, bizzat bunu hayatına tatbik ederek yaşamaya çalışırken, Sünnilik konusunda büyük hassasiyet göstermesine rağmen savcının iddiasına akıl erdirmek mümkün değildir. Çünkü, iddiaya göre, Hasan Sabbah Ehl-i Sünnete karşı giriştiği siyasi faaliyetiyle nasıl siyasi sarsıntıya yol açmışsa, Bediüzzaman da benzer bir siyasi sarsıntı meydana getirmek istemektedir. Savcının bu asılsız iddialarına karşılık Bediüzzaman, mahkemeye verdiği savunmasında, kendi şahsına yönelik on beş sayfadan oluşan iddianamede, iddiacının seksen bir yanlışını oraya koyarak karşılık vermiştir. (Şualar, 1994, s. 351-369)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*