Hasbiye âyetindeki nâ’büdü ifadesi âyetteki duâyı küllîleştiriyor ve kabule yakın olan umumî duâ makamına yükseltiyor.
Fâtiha’nın ‘iyyake nâ’büdü ve iyyake nestain’ ifadesindeki na’ (biz) çoğul takısını burada ‘hasbünâ’da dahi okuyoruz. “Hasbünâ” daki “nâ” ya dikkat edilmesini ve senin ile beraber kimler lisan-ı hâl ve lisan-ı kâlleri ile “Hasbünâ” yı söylüyorlar, dinle! der.
Uzaklara gitmeden hemen yanındaki kuşlara, nebatata bakar ki hep beraber “Hasbünallahü ve ni’mel vekîl” yani Allah bize yeter; O ne güzel bir vekildir.” ifadesini (Al-i İmran,173) hâl ve kâl dilleri ile dediklerini görür. Böylece bütün ihtiyaçlarını Rablerinin tekeffül ettiğini, her çeşit yardım ve inayeti yaptığını yâd ederler. Her bir mevcut tek başına ehadiyetini gösterirken hep beraber de vahdaniyeti de işaret ettiğini anlatır. Böylesine tasarrufun kesinlikle şirke izin vermeyeceğini ifade eder.
“Güneşin ziyası, bütün zemin yüzünü ihata ettiği haysiyeti ile vahidiyet misalini gösterir ve her bir şeffaf cüz’de ve su katrelerinde, güneşin ziyası ve harareti ve ziyasındaki yedi rengi ve bir nev’i gölgesi bulunması ehadiyet misalini gösterir.” şeklindeki ehadiyet ve vahidiyeti Mektubat’taki (396) tarifinin ardından devam edelim.
“Nâ” ikaz ve irşadı devam eder. Bu defa “na”nın nefsinde bulunan “ene”ye bakar. Yani nefsine, kendine bakar. Hayvanat içinde, menşeimiz olan bir katre sudan yaratıldığımıza dikkat çeker. Vücudumuza hikmetle yerleştirilen nimetlere nazarımızı çevirmemizi anlatır. Bunlarda tecelli eden Esma-i İlâhîye’ye dikkat etmemiz istenir.
Mükemmel nizamla bu kadar hassas duyguları, içimiz ve dışımızda dercetmekle gayet san’atlı ve maharetli, mükemmel, lüzumlu, hikmetli yaratan Rabbimiz; nimetlerin bütün nev’ine şamil tadacak dili, koklayacak burnu, görecek gözü, işitecek kulağı vermiş ve temas edecek eli vermiş. Yani, Allah (cc) kendine ait sıfatlardan birer cüz’i numune vermiş ki; sıfat-ı İlâhiyeyi idrake vesile olsun. (Şuâlar/21)
Nihayet insaniyet ile inkişaf ederek, insana mahsus duygular ile Sultan’ın geniş sofralarından istifade edilsin. İslâmiyet ile baştaki vücut nimeti âlem-i gayb ve şehadet kadar genişlesin. Hakikî imanı vererek vücut nimeti; dünya ve ahirete de şamil olsun. Muhabbet ve marifet vererek imkân ve vücub dairesinde tecelli eden Esma-i İlâhîyeyi temaşaa ve hamdü sena edebilsin. Kur’ân ilminden verilen ilim ile pek çok mahlûkat üzerine çıkarak camiiyyet kesbedip; ehadiyet ve samediyete ayine, kudsî rububiyetine küllî ubudiyetle mukabele edebilme istidatı vermiş.
Enbiyalarla gönderilen bütün kitap ve suhuflarla, evliya ve asfiyanın ittifakıyla bizdeki emaneti, hediyesi olan vücudumuzu Kur’ân’ın nassı ile satın alıyor. Ta ki zayi olmayıp, Cennette ebedî saadet, rüyet-i Cemâl olarak ihsanı olacağını kat’i olarak ilmelyakîn ve tam iman ile anladım, der.
Böylece hayat ne imiş, insaniyet ne imiş, iman-ı tahkiki ne imiş, marifetullah ne imiş, muhabbet nasıl olacakmış “Hasbünâ” (Bize yeter) deki “nâ” (bize) yi hatırlatır.
Eğer elimizden gelse idi bilfiil ve gelemediği için niyetlenerek, tasavvuren, hayal ederek bütün mahlûkatın dilleriyle “Hasbünallahü ve ni’mel vekîl” sonsuza kadar tekrar etmek isterdim, der. Böylesine bir Hasbünallah demekle bahsedilen mânâları tefekkür, tezekkür ibadeti de yapılmış olur.
Nun kapısı çok sır ve hikmetlerle dolu. Üstad bunları keşfederek eserlerinde dikkatli nazarlarımıza arz eder. Mazinin bütün tefsirlerinden farklı olarak Hasbiye Âyetindeki nâ’büdü mütalâası ise daha dikkat çekici.
İlk yorum yapan olun