Hatıralar arasında

Bazı anlar, bazı zamanlar, bazı şahıslar, bazı olaylar, bazı fikirler, düşünceler, hatıralar kalıcıdırlar. Etkileyicidirler. Sahiplerinde derin izler ve çizgiler bırakırlar. Yok olmazlar, tesirleri gitmez insan hayatında. Kilometre taşlarıdırlar. Artısıyla, eksisiyle unutulmaz çizgiler olarak kazınır hafızalara!

Biz inancımız, mesleğimiz ve meşrebimiz gereği hep müsbete yönelmek, müsbetlerden bahsetmek durumundayız. İşimiz menfîliklerle uğraşmak değildir. Buna harcayacak ne zamanımız ne de enerjimiz var.

Bu hatıralar işi, evde, özel odamda, yıllardır “hizmete özel okuma programlarından”, gazetemizden, kameramdan tesbit ettiğim belgelerin saklandığı dosyaları yeniden tanzim etme arzusuyla zuhurattan ortaya çıktı. Tozlanmış, belki de bazen yıpranmış o harika hatıraların sayfaları arasında gezerken çok çarpıcı durumlarla karşılaştım. Birçok insan gibi bizim de “Nur hareketiyle” başlayan tanışıklığımızın çok ilginç sahneleriyle tekrar yüzleşmek nasip oldu. Karanlık sahnelerimi, düşüncelerimi, fikirlerimi Nura, aydınlığa, irfana, ilme, uhuvvete, müsbete çeviren bu güzel dâvânın, bu müstesna cemaatin, bu sarsılmaz şahs-ı manevinin bende olduğu kadar bu ülke ve insanı için yaptığı müsbet katkıları, bazen gözlerim yaşararak, bazen ibretle, bazen büyük bir coşku ve heyecanla yaşıyorum ve bu defa da en yüksek seviyede işte bunu yaşadım. Ve duygularımı kaleme alma arzusuyla bu satırları yazıyorum.

Böylece kendi iç dünyamda şöyle bir zaman tüneline girdim gayri ihtiyârî. 1969 yılında Aksu Öğretmen Okulunu “birincilikle” bitirdiğim için,—tâbirimi mazur görün lütfen—sapına kadar “Kemalist ve idealist”, enaniyeti kavî bir genç öğretmendim!

Ama beş vakit namazını da ihmal etmeyen bir garip tiptim! Ve öğretmenliğimin ilk yılında Hatay ili (o zaman İskenderun), şimdi Belen İlçesine bağlı, Kömürçukuru Köyünde, Amanos Dağlarının zirvesinde başlayan öğretmenlik ve resmî mesai serüvenlerime hayalim ve bu belgelerle gittim. Aynı lojmanda, aynı odada dört bînamaz (namazsız) öğretmenin arasında bir garip yolcu! Bir gün beş vakit namaz kıldığım için, o zıt meslektaşlarımdan birisinin “Bu köyde çok Nurcu var, sen de Nurcusun!…” şeklinde devam eden suçlamaları karşısında; “Kemalistliğim” depreşmişti ve ona kızgınlık ve depreşen hislerimle: “Ben asla Nurcu değilim ve olmayacağım! O Nurcuların, tarikatçıların Türkiye’de kökünü kazımak için elimden ne gelirse yapacağım!..” diyerek söz devam etti. Evet, muhatabıma ve diğer beş meslektaşıma bunları en yüksek perdeden ilân eden, beyan eden ve haykıran bir ben… Yani garip adam; Nejat Eren! İşte hak ve dâvâ arayışı o zaman böylece başlamış oldu!

Kaderin garip cilvesi, hemen birkaç ay sonrasında, 1970 başlarında, Adana İmam Hatip Lisesi’ni sağlık dolayısıyla terk eden merhum ve değerli kardeşim Emin Okur’la cami avlusunda tanışma, ondan Kur’ân öğrenmeye başlama… Kader onu benim hidayet ve ıslâhım için tavzif edip vazifelendirmişti adeta! Kur’ân öğretirken o rahmetlinin “Risale-i Nur” denen eserlerden okumaya ve anlatmaya çalıştığı hakikatlere günler, haftalar ve aylar süren şiddetli—ve şu anda zikretmekten hayâ ettiğim—şiddetli itiraz ve hakarete varan ifadeler! Vâ esafâ! Büyük bir manevî mücadele! “Köy Enstitüsü” devamı olan Öğretmen Liselerinde aldığı eğitim ve saplantıya kurban giden bir zavallı! Beş vakit namaz kılan, ama Müslümanlığa, hele hele Nurculuğa, tarikatçılığa vs. asla ve asla tahammülü ve kabulü mümkün görmeyen bir ben vardı benden içeri!

Gece gündüz, aralıksız belki çoğu günler on sekiz saati bulan o zaman şeridinde sekiz ay kadar devam eden bu amansız ve anlamsız mücadele Amanos Dağlarının zirvelerinde müthiş bir son, şahane bir başlangıca sahne oldu elhamdülillah. Demek her zaman “zirvelerde” hakikatler, hayat, fikir, düşünce, yaşama bir başka oluyormuş. İşte, Amanos’ların “Alıç Dağı” zirvesi benim için yepyeni sonsuz bir hayatın, cihanşümul bir dâvânın, Allah’a hakikî kul olma ve Âlemlerin Efendisini (asm) biraz daha yakından tanıma yolunda atılan büyük adımın kilometre taşı olmuştu.

Bana hidayet yolunun açılmasına vesile olan Cennetmekân, “şıhım!” diye takılıp hitap ettiğim merhum Emin Okur’dan o gün o zirvede; “Sen okul birincisi de olan zeki bir insansın! Ama Türkiye’nin meselelerinin çözümünü hep bir adama bağlıyorsun ve onu yüceltiyorsun! Onun sevgisi yüzünden bütün güzellikleri karartan bir fikir taşıyorsun. Hâlbuki ki İslâm tarihinde “Peygamber zafer kazandı” yok, “İslâm ordusu zafer kazandı” ifadeleri var! Şimdi sana bir soru soracağım. Peygambere inanan bir Müslüman olarak, Allah’ın her türlü yardım ve övgüsü arkasında olan Peygamber mi daha büyük, senin o methettiğin şahıs mı daha büyük? Bu konuda kendi vicdanında bir karar verip yoluna öyle devam etmelisin.”

Hiç ummadığım ve beklemediğim bu soru karşısında zaman durmuştu. Mekân ayaklarımın altından kaymıştı. Hayat donmuştu. Fikir susmuştu. Söz bitmişti. Konuşma yitmişti. Düşünme bitmişti. Sohbet kaybolmuştu! Her şey, ama her şey durmuş ve donmuştu. Kalp ve ruh dünyamda şimşekler çakıyordu. Ona bu sözü söyleme, soruyu sorma, bana da bu müthiş hâli anlama ve idrak etmeye başlama orada o zirvede ikram ve ilham olunmuştu adeta. Benim için yepyeni ufuklar, hayaller, haşre kadar—inşâallah devam edecek—hizmetler işte bu zirvede, bu noktada başlamıştı. Bulunmaz bir hazine ve saadete böylece mazhar olmuştum! Sonsuz şükürler olsun.

Sekiz senelik Hatay’daki öğretmenlik hayatımız, resmî sürgünler, dışlamalar ve dayatmalara sahne olmuştu. Buna rağmen, Hatay ilinin kahraman Nur hadimlerinin unutulmaz destek, teşvik, duâ ve yardımlarına mazhar olmuştum. Onun içindir ki; oradaki insanlar, olaylar, hizmetler ve mekânlar hayatımın en köklü ve temel canlı hatıralarıyla doludur. Sonralarda Antalya’da kendi ilçem, Torosların zirvelerindeki Gündoğmuş’ta geçen dört yıl… Ve şu anda otuz iki yıldır Antalya merkezinde devam ettirmeye çalıştığımız hayatımız…

Şimdi yıl 2012. Bu hatıra dosyaları, resimler, mektuplar, tebrikler, kartpostallar, zarflar arasında gezerken bu defa ilk olarak katıldığım “Hortum Yaylası”ndaki “1973-okuma programlarından” bu güne uzanan çizgide; Cennetmekân Üstadın; “Nurun sözünü dinleyen ve bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yusuf’lar, Ahmed’ler ve sâireler” (Münâzarât, s. 88) sözünü işitiyor; biz de Ahmetler, Hüseyinler, Mustafalar, Furkanlar, Hasanlar, Recepler, Aliler, Merveler, Haticeler, Meryemler, Tubalar, Ebrularla… aynı yol, çizgi ve hizmette elimizden geldiği kadar devam etmeye çalışıyoruz.

Bize manevî hizmetlerde büyük şevk veren ve maddî hayatımız kadar, manevî hayatımızın da zembereği olan kudsî dâvâ, şahs-ı manevî içerisinde elimizden geldiği kadar bulunma gayretindeyiz. Bizi manen ayakta tutan bazı hatıraları da bu münasebetle bahsederek siz değerli dostlarla bu mübarek günlerin hatırına paylaşalım istedim.

Hasret kaldığımız bazı kardeşleri bu notlardan ve kayıtlardan aramaya koyulduk. Fazla değil, birkaç misâlle konuyu değerlendirme niyetindeyim.

On yedi sene önce Isparta’da dershanede beraber olduğumuz, fakat sonradan izini kaybettiğimiz İstanbul’dan Harun’a bu dosyalardaki tuttuğumuz kayıtlardan ulaşıp telefonla da olsa yılların hasretini giderdik. Şahs-ı mânevîden uzak kaldığı hissiyle en kısa zamanda birlikte olmaya ve manevî sohbetlere devam etmeye dâvet ettik.

On altı sene önce ayrıldığımız Adıyamanlı Şahin’le Mesnevî-i Nuriye’nin 153. sahifesindeki “Tesadüf, şirk ve tabiattan teşekkül eden fesat şebekesinin âlem-i İslâm’dan nefiy ve ihracına Risale-i Nurca verilen karar infaz edilmiştir” harika fetvasını, aynı eserin 197. sahifesindeki “Malayaniyle iştigal, maksadı geri bırakıyor” beliğ cümlelerindeki yüksek hakikatlerini aylar önce birlikte tezekkür ettiğimiz hatırladık.

Memleketi Kayseri’de on bir sene önce ilk olarak dershaneye gelen ve “orta okullar okuma programına” tevafuken katılan, iki seneye yakın bir zamandan beri Amerika’daki Yeni Asya Risale-i Nur Enstitüsü ve Yeni Asya Vakfı temsilciliği görevini büyük bir aşk ve şevkle yerine getirmeye çalışan Yusuf Çayabatmaz kardeşimizin kucağındaki sevimli yavrusu Şevval Şerife’siyle “Skypee” denilen teknoloji harikası ile görüntülü görüşüp ondan: “Ağabey, sizinle 2001’deki Kayseri’de yaptığımız o ilk programınızı da, sizi de, o programda Mesnevî’deki ezberlettiğiniz vecizeleri ve o samimiyeti de asla unutmadım ve unutmayacağım” sözleri şu anda çok tatlı bir hatıra olarak gönül ve kalp dünyalarımda yankılanıyor.

İki oğlumla lise yıllarından beri çok samimî olan ve “manevî evlâdımız” konumundaki, şimdi Ankara’da iyi bir iş adamı konumunda olan Hüseyin’in “Hocam, Allah sizden ebeden razı olsun. Bu Nurları bize tanıtıp sevdirmeseydiniz, bu asırda halimiz nice olurdu!” diye attığı mesajı görünce, duyduğum heyecan ve mutluluk bana manevî bir güç veriyor. Kırk seneye yakın devam eden, ağırlıklı olarak kendi bulunduğum Ege Bölgesi olmak üzere “kış ve yaz okuma programlarında” birlikte olduğumuz yüzleri, binleri bulan ülke sathındaki bütün ilköğretim, orta öğretim, lise ve üniversiteye devam eden ve mezun olan bütün genç kardeşlerim olmak üzere tanıştığımız, dershanede, piknikte, seminerde, konferansta, panelde, otobüste, uçakta, hülâsa her mekânda birlikte olduğumuz aziz ve kadirşinas dostlarla geçirdiğimiz hatıralar bize büyük aşk, şevk ve heyecan veriyor.

Şimdi kaderin sevki ve Allah’ın inayetiyle bütün menfîliklerden, karanlık küfür ve fikir mecralarından uzaklaşmaya çalışıyoruz. O zaman için kalbimizde ve hislerimizde, Nurculara, tarikatçılara ve “aşırı dindarlara!” olan kin, nefret ve düşmanlığı terk edip, şimdilerde kimseye kin ve nefret beslememeye çalışıyoruz. İnsanlar için sadece “hidayet” temennilerimiz gündemimizde elhamdülillah. Dünyanın dört bir tarafındaki insanlara her gün duâ eden bir halet-i ruhiye içerisinde olmaya çalışıyoruz. Bütün bu müsbet düşüncelere beni sevk eden, buna sebep olan bir mukaddes dâvâ, bir mümtaz Üstad ve bir harika Külliyat’ı tanıma mazhariyetime vesile olan, emeği geçen herkese şükran borcum ve duâm vardır. Bu benim gibi bir aciz için ve benim gibiler için ne büyük saadettir! Ne büyük hazinedir. Rabbime sonsuz şükürler olsun!

İşte bütün bunlar, bu mukaddes dâvâ, bu mümtaz cemaat ve şahs-ı manevî, bu istikamet kahramanı Yeni Asya meslek ve meşrebinin kırk üç yılda bana kazandırdıkları cihan paha, harika, unutulmaz, vazgeçilmez, manevî değerler manzumesidir.

Dünyanın beş kıt’asına dağılan mukaddes dâvânın değerli müntesipleri başta olmak üzere bütün mü’min, Müslüman kardeşlerimin, ülkemin değerli insanlarının ve bütün insanlığın mübarek Berat Gecesi’ni tebrik ediyorum. Hayırlara vesile olmasını ve insanlığın saadetine yol açmasını Rabbimden niyaz ediyor, duâlar ederek, duâlarınızı bekliyorum.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*