Hayalî bir şehirde yaşamıyorum, hayalimi yaşadığım şehirde yaşıyorum

Bu gençler bir garip dünyalar

Geçenlerde, sınıflarda boş bir kâğıt dağıtarak, her birisinin, isimsiz, bir hayalini yazmasını istedim. Kendilerinin hayallerinin merak edilmesi öyle hoşlarına gitti ki, her şeyi kendi etraflarında düşündüklerini ve öylece yaşadıklarını anladım. Sanki onlar olmasa, hayatın bir anlamı ve değeri yok gibi yaklaşıyorlar. Ama bu bir dönem özelliği işte, n’aparsın.

Aslında ne yaparsın değil, böyle devam eden yorumlar, onları ileriki hayatlarında ciddî şekilde yoracak. Onun için hayatın, insanın, varlığın mânâ boyutunu onlarla çok ciddî konuşmak gerekiyor. Yani mânâ-i harfi okumalarını gençlerle başarmak zorundayız.

Bir günlük bir ömür için yaratılmış, hayat sahibi olmuş, süslü, rengârenk, incecik kanatlarını kullanarak şöyle bir gezinti yapmış, birkaç dala konmuş, havayı teneffüs etmiş, ilâhî Rahmetin nimetlerinden tadat etmiş ve o da kendisine takdir edilmiş olan ömrü yaşayarak, kâinat sergi salonundaki yerini almış, üzerindeki ince san’atları sergilemiş, adeta resmi geçitteki nümayişini yaparak, akşama doğru, onun için muhteşem yaratılış amacını gerçekleştirmiş ve görevini yapmış olmanın hazzı ve zevki içerisinde, bu fani âlemden göçüp gitmiştir.

İşte hayatı, ‘ben’imize hizmeti noktasında düşünmek değil, ‘ben’imizde, o ‘biz’ içinde varlığını anlamlı bulup, sergideki yerimizi almak ve üzerimize düşeni (kulluğu) yapmak ve kâinatın sergisinde sair mahlûkatın da san’at eserlerini tefekkür etmek ve bütün bu yaşananlar için de ayrıca bir şükretmek, hamdetmek ne güzel bir hal olacaktır.

Kâinat, işaret ettiği mânâ ile anlam kazanıyor

Sergi salonundaki muhteşem tablonun san’atkârını merak etmeyen insanın gerçek anlamda san’attan anladığı, san’atkârı anlamlandırdığı söylenebilir mi? Böyle bir san’atkâr, böyle bir san’atseveri görse, ona karşı ne diyecektir?

Neyse, bu gençler böyle işte. Güneşin kendi için döndüğünü, bahar mevsimindeki bütün çiçeklerin kendisi için açtığını, kelebeklerin kendisine gözükmek için süslendiklerini, kuşların kendisine seslerini duyurabilmek için koro halinde nağmeler ilettiklerini düşünür. Aslında bu hakikaten de böyledir. Yani mahlûkat insana, karınca insana, ‘Hey koca kafalılar! Şu bizim tesbihatımızı duymuyor musunuz?’ diyor. Çünkü insanın böyle bir sorumluluğu var.

Bir daha neyse

İşte gençler hayallerini yazıyorlar. Aman Ya Rabbim! Neler var neler. İnsan nasıl bir topluluğun içinde yaşadığını, ne çeşit düşünceler taşıdıklarını ancak böyle bir sondajla anlıyor. Şaşkınları oynuyorum. Şimdi elimde bine yakın genç hayalleri var. Şu an bunları sınıflandırıyorum. Öyle beni çalıştıracak konular var ki.

Ama kurulan bütün hayallerde de, yine dönemin özelliği kendini gösteriyor. Yani hemen hemen hepsi, kâinatı, maddî ve manevî nimetleri kendine, zevkine, nefsine hizmet ettiriyor.

Gitmedikleri yer, yaşamadıkları ülke, yemedikleri yiyecekler, içmedikleri içecekler, elde etmedikleri araç ve gereçler, sevmedikleri sevecekler hasılı yapmadıkları kalmıyor.

Kendilerini aşıp kardeşi için, anne ve babası için, sevdikleri için yaşayanlar da yok değil. Verilen bu hayal imkânını çok anlamlı faaliyetlerle süsleyenler de yok değil. Dünyanın faniliğine, nimetlerin geçiciliğine, hepsinin emanet cihetine bakanlar da yok değil.

Doğrusu gençlerin hayalleri içerisinde öyle büyük dersler var ki, şaşkınlık verici. Ancak bütün hayaller ne yaşarsa yaşasın, nasıl yaşarsa yaşasın, dönüp dolaşıyor, ebediyete, sonsuzluğa, cennete ulaşıyor.

İnsana kodlanmış olan fıtrat, hayallerde de olsa yine kendini gösteriyor. İnsan ebet için yaratılmış. İnsandaki cihazat ve program ona göre çalışıyor. Yeter ki insan bulaşık elini bu işleyişe müdahale ettirmesin.

**

Gençler, benim de hayallerimi merak ederek, ‘Hocam! Sizin yaşamak istediğiniz favori şehriniz, hayalî şehriniz hangisi?’ diye soruyorlar.

Ben de onlara dönüp, ‘doğrusu dostlarım, hayalî bir şehirde yaşamıyorum, ama emin olun ki, hayallerimi yaşadığım şehirde yaşıyorum.’ dedim.

Güzeli algılamaya yatkın olan gençler, böyle bir söz duyunca, hep birden, elleri alkışlar tutarken, dilleri de, ‘Bravoooo! Bravoooo! Muhteşem!, Helaaallll!’, Maşallaaah!’ gibi, herkes hayretini kendi ifadesiyle seslendiriyorlardı.

Gariptir ki, gençlerden büyük çoğunluğu hayal dünyasında yaşıyorlar. Böyle olunca da hayatın gerçeklerinden uzak yaşıyorlar. Kimileri hayalî şehirlerde, kimileri hayalî imkânlar içerisinde, kimileri hayalî insanlarla hayatı yaşıyorlar. Bu da pek sağlıklı değil.

Ben, kurulan bu genç hayallerden de anladım ki, hayat, Cenâb-ı Hakkın esmasını talim etmekten ibaret. Kim, hayır adına, hasenat adına, güzellikler adına, ilim adına ne yaparsa yapsın aslında, bir esma taliminin içinde bulur kendini. Tabiî farkında olup, bu işlemi şuurlu yapan için yapılan ibadet olacaktır.

Eğer anlam okur-yazarlığı varsa, kişi ne yaptığını, yaptığı talimin hangi esma üzerinde olduğunu anlar. Bu da insana yakışan bir durumdur.

Yoksa öylesine yaşayıp gitmek, yaşadıklarının bir anlam ifade etmemesi pek yakışık almıyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*