Etrafı sarıp sarmalayan rayihalar bir hoş ediyordu benliğimi. “Çocuk kokusu cennet kokularındandır” hadis-i şerifini anlıyor, adeta yaşıyordum. Şehr-i Bursa’da, bir tefekkür bahçesinin tam ortasındaydım; masum, bîgünah yavrucaklarla bir arada… Her birinin mükemmel dikkati, harikulâde zekâsı ve çabucak kavrayan anlayışı karşısında Rab isminin mânâsını bir kez daha idrak ettim. Yaratılan beher mahlûkatın terbiye edilişindeki ince sır çocuklarda yatıyordu.
“Bana gönderdiği her şey için Allah’a teşekkür ediyorum” diyen 4 yaşındaki Mustafa’daydı gerçeğin ta kendisi.
Şimşekler çakarken, yağmur yağarken “Allah bizimle konuşuyor” diyerek sevinçle gözleri parlayan Şerife Nur’da saklıydı hakikat.
Gökyüzünde helecanla uçuşan kelebeklerdi çocuklar; hem de rengârenk. Birkaç günlük ömrü vardı çocukluğun, hızla geçip gidiyordu. Yakalayabilene ne mutlu…
***
Doğru iletişimin sırrı neydi?
Derin bir sohbetin eşiğindeydiler. Durdu ikisi; çünkü o lâhzada, zaman da durmuştu.
Belki de kelimeleri, cümleleri tüketmiştiler. Takılıp kalmışlardı sözcüklerin en hoyrat, en acı ve en öfkeli telâşında. Anlam denilen o garip kavram, kayıplarla tanım kazanıyor ve adlandırılıyordu. Şimdi, bir veda busesini dahi çok görüp vefasızca çekip giden anlamlı düşünceler ve düşler, zaman zaman tozlanmış hatıraların arasından el sallıyordu; yüzünde müstehzi bir tebessüm ile.
Bütün bunlardan öğrendiğim pek çok şey vardı; ancak birisini hayatım boyunca unutmayacaktım. Âlem-i mânâ, denize atılan bir taşın gittikçe büyüyen halkaları gibiydi. Kelimelerin bir değil onlarca mânâsı vardı. Asıl önemli olan ortak mefhumda buluşabilmekti.
***
Size daha önce bahsettiğim felsefeciyle aylar sonra buluştuk; daha çapraşık, muğlâk bir hayatla savaşırken buldum onu. Yaşadıkları, yirmi yaşın içine sığdırılacak gibi değildi; ağırdı imtihanı ve zorlu, yorucu… Şimdi de anne-babası ayrılmış, onu ve kardeşini belirsiz, tedirgin ve müşkül bir hayat dehlizine iteklemişlerdi. Sergüzeşt-i hayatını usul usul anlattıktan sonra dilinden iki söz döküldü:
“Her şerde bir hayır, her hayırda bir şer vardır. İlâhî adalete inanıyorum…”
İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir, sözünü bizzat yaşayan arkadaşıma hayranlıkla baktım; tahkiki iman, işte buydu.
***
Yaz rehaveti, çoğu zaman kıskacına alıyor ve bırakmamak istercesine sıkıyor bizi. Bu boğuşma anlarında, hayat biraz daha zorlaşıyor; ne kitap okumaya halimiz, mecalimiz kalıyor ne ilmî mülâhazalarda bir iki kelâm etmeye. Günlük, sıradan işlerimiz bile yorucu ve bir o kadar meşakkatli geliyor.
İşte bu tuhaf haletten kurtulmak için kendime bir yol buldum; yeni insanlarla tanışmak ve dünyalarına misafir olmak… Başkalarına kulak verdiğimde; dünyamda taptaze düşünceler beliriyor ve hayat benim için yeniden anlam kazanıyor. Çünkü herkesin dinlenilesi hikâyelerinden sabır, sıkıntı, tevekkül, azim, firak ve hakikat akıyor. Aklım başıma geliyor!#
Benzer konuda makaleler:
- Yeryüzü temizleyicisi
- Annemin günü geçmez!
- ‘Evlatlara layık anne baba olmak’ ne demek?
- Düşünceler fikir, fikirler gerçek olur
- Bir Nur fedaisi: Ahmet Kaya
- Hakikî hazine
- Hayat yorucu hale nasıl geliyor?
- Baba özgüvendir
- Metrodaki çocuğun merakı
- Bediüzzaman Geliyor
İlk yorum yapan olun