Hayat-ı beşeriyenin ruhu âhde vefadır

Eskide söz, güven ve vefa vardı, şimdi ne söz ne de vefa kalmadı, diye vefasızlıktan yakınanlara şahit oluyoruz. Demek ki, “Vefa asr-ı hazırın ihmal ettiği duygulardan biridir” ki, bu kadar yakınmalar oluyor.

Vefa güzel bir haslet olmasına rağmen ne yazık ki herkes bu güzel hasleti taşımıyor. Oysa vefa şefkat, merhamet, görülen iyilikleri unutmayan, yapılan iyiliklere misli ile karşılık vermektir. Hazret-i Mevlânâ, “Vefa unutmamayı, dostluk sadık kalmayı bilenler içindir” der.

İnsanlar arasında güven köprüsü tesis eden vefayı; vefasızlık yapanın kendisini dost bildiğimiz insandır. Bu da bize “vefasız dost, vefasız insan” gibi terimleri kullanmamıza sebep oluyor.

Vefa sadece insanlara mahsus yapılan bir incelik ve özellik değildir; belki vefanın en birincisi ruhlar yaratıldığında Cenâb-ı Hakk’ın; hitabına; ruhların: “Evet Rabbimizsin” diye, verilen söze sadık kalmak da vefadır.

“Ey iman edenler! Yaptığınız sözleşmeleri titizlikle yerine getirin” (Mâide Sûresi, 1) Kur’ân-ı Kerîm’de İlâhî emir ins ve cinlere ferman ve ilân edilmiş. Cenab-ı Allah’a verilen sözü yerine getirmek âhde vefadır; insanlar birbirlerine verdikleri sözü tutmak, iyiliğe karşı iyilik yapmak âhde vefadır.

Risale-i Nur Talebelerinden Abdülvahid Tabakçı, Bediüzzaman’dan şöyle bir hatıra anlatıyor: Bediüzzaman, ‘Ben Tatarları beş vakit duâma dâhil etmişim. Bir zamanlar esarette iken, Kosturma’da iki ihtiyar Tatar kadını bir küçük pencereden benim yiyeceğimi getirip, bana yardım ediyorlardı. Belki de onlar, benim kurtulmama, Risale-i Nur Külliyatı’nı yazmama vesile olmuşlardı.

“Bütün Tatar kabilelerini beş vakit duâma dâhil etmişim. Hatta 1948’de bana zehir veren Afyon Savcısı da Tatardı. Abdülvahid, sen neredeyse onu bul, mektup yaz. Cehennemin azaplarını çekeceğimi bilsem, ondan hak talep etmeyeceğim. Hakkımı helâl ettim” demiş. İki Tatar ihtiyar kadının maddî ikramlarına mukabil bütün Tatar milletini duâlarına ortak etmiştir.

Şahs-ı manevî cihetiyle vefa, daha anlam kazanır. Üstad, “…asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe’nidir” der. Hatta birçok mektupların başında da, “Aziz, sıddık, sadık ve vefakâr kardeşim” diye, hitap etmiş. Manen, “Ey kardeşlerim! Siz de birbirinize karşı samîmiyetle vefayı sürdürünüz” mesajı vermiştir.

Bir mesaj da Hazret-i Ali’den (ra): “Kimse bana vefa göstermese de, ben vefa göstermeye devam edeceğim.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*