Hayat yorucu hale nasıl geliyor?

Başlığa çektiğimiz cümle dikkat çekici.

İnsanın, içinden, ‘Kim hayatı yorucu hale getiriyor?’ gibi beylik lâflar edesi geliyor.
Ama gelin görün ki, hayattan kim yoruluyorsa, hayatı o yorucu hale getirmiştir.
Yani hayat durup dururken ne yorucudur ne de kolaycadır.
Hayat, onu kullanan kişiye ve kişilere göre anlam kazanır.

İnsan, içinde yaşanan hayatın kurallarına uygun yaşarsa, âdetullah kanunlarına uyarsa, elbette hayat, böyle bir insana gülen yüzünü gösterecektir. Ama yok, akıntıya kürek çeker gibi, hayatın kanunlarını dikkate almadan, âdetullah kanunlarını yerine getirmeden yaşanacak hayat, elbette kişiye zor yüzünü gösterecek ve o kişi için yorucu ve çekilmez olacaktır.

Tabir yerindeyse, insan ne ekiyorsa, onunla karşılaşacaktır.
Kimse ekmediği bir şeyi karşısında bulmayacaktır.
Tarihî sözü bir kez daha kulaklara katmak gerekiyor; “Eden, bulur.”

Yakın akraba, genç evlilerimizle bir aradayız.
Zaman böyle ortamlarda çok hızlı geçiyor.
Evet, normal olarak; yemekler, içmekler, eğlenmekler, gezmekler v.s. v.s. Güzel.
Bu arada namazlar geçiyor, kimseciklerden bir rahatsızlık gündeme gelmiyor.
İşte bu şaşılacak bir durum.

Aynı ev ortamındayız. Elbette birlikte yaşamanın bir hukuku oluşuyor. Bu çerçevede, esprili gündemler oluşturuyoruz, ama ibadetlere dönük gündemler olunca hemence hava değişiveriyor.

Daha önce düzenli namazlar kılan beyefendiler, şimdilerde, sanki hiç namaz kılmamışlar gibi.
‘Nasıl olur böyle bir şey’ demeyin, oluyor işte.
Şeytanın mesaî kavramı çok yoğun.
İnsan alıştığı bir şeyi bırakmaya görsün, hemencecik soğuyuveriyor, yabanîleşiyor. Onun için, hele hele ibadetlere hiç ara vermeye gelmiyor. Çünkü zaten bıraktırmak için bir sürü gerekçe var.

Yani bir ibadete başlayabilmek için onlarca işin yerine gelmesi gerekiyorken, o ibadetin bırakılması için sadece bir işin yapılmaması yeterli oluyor.
Şuna benziyor, bir aracın çalışabilmesi, hareket edebilmesi ve bir yerlerden bir yerlere gidebilmesi için yüzlerce, binlerce işlemin yerine gelmesi gerekiyorken; aracın çalışmaması, hareket etmemesi ve bir yerlere gidememesi için sadece bir işlemin yerine gelmemesi yetiyor. Bir kablonun yerine takılmaması, bir düğmeye dokunulmaması yetiyor.

Neyse ki, genç hanımefendi ve beyefendi akrabalarımız, büyüklerine oldukça saygılılar.
Tabiî onlarla bir şeyler yaşamak ve yapmak ihtiyacı için, aradaki saygı bağının hiç zayıflamaması gerekiyor.
Yani, insana en ağır gelen şey, saygı duymadığı bir insanın dediğini yapmak veya yapmak durumunda kalmak.

Ama durum, sevdiği ve saydığı bir insan için hiç de aynı değildir. Onun mutlu olması ve neşe duyması için, içine sinmeyen şeyleri bile zevkle yapar.
Bir ara iki genç beyefendiye, “Eğer bana çok ısrarcı olursanız, size imamlık yapabilirim. Müezzinlik de yapabilirim. Hatta namazdan sonra bir ders bile okuyabilirim.” türünden esprili cümleler kurdum.

Bu yaklaşım onların çok hoşuna gitti.
Önce kendileri gelmese de, gençlere ve çocuklara bir çağrı yaparak, ‘Haydin gençler yirmi yedi kat namaz var, cemaatle namaz var!’ diye çağrıda bulundular.

Doğrusu biz de bu çağrıya dâvet edilen ve icabet de eden gençler ve çocuklarla namazlarımızı eda ettik.

Tabiî tesbihat ve arkasından Nur dersi.

Haliyle ders olunca durum değişti.
Nur saatimizi hep birlikte değerlendirdik. Okuduğumuz kitap, ‘Risâle-i Nur Külliyatı’ndan, İşârâtü’l-İ’câz’. Konumuz da, ‘Ve namazı dosdoğru kılarlar.’ (Bakara Sûresi: 3.) idi. ‘Dosdoğrunun içerisinde ise, ta’dil-i erkân, müdavemet, muhafaza gibi ikamenin manalarını müraat etmeye işaret’ olduğunu öğrendik.

Elbette bu üç esastan birisinde meydana gelecek noksanlık, namazın dosdoğru oluşunu ortadan kaldırıyor.

“Namaz, kul ile Allah arasında yüksek bir nispet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celp ve cezp etmek namazın şe’nindendir.” (A.g.e, s: 76.)

Her ruhu kendine celb eden ve cezp eden namaz, insan ruhunda büyük bir huzur hâli veriyor. Onun için insanın namazını kıldığındaki ruh hali, oldukça rahattır.

Ama eğer bir ruh namazdan, niyazdan, ibadetlerden zevk almamaya muhatap olmuşsa, aslında o kişi ciddî bir imtihanla karşı karşıyadır. Yani bir insanın ibadetlerden uzak durması kadar bir musîbet hâli var mıdır? İşte bu durum, Bediüzzaman’ın eserlerinde belirttiği gibi, elmas gibi değerli madenleri bırakıp, cam parçalarına çok özel ilgi göstermektir. Bu ise çok akla uygun bir tarz değildir.

Dersimizi yaptık. Gerçekten bütün mesele, tatlı bir müsaade alıp, kırmızı kitapların satırlarına geçebilmektir. Arkası geliyor. Aralarında hamilelik dönemleri de olan hanımefendiler vardı. Çocuk, gençlik, anne baba gibi konular ele alındıkça, dikkatler iyice canlandı.

Evlilikte asıl operasyon, evlenmeden önce; olmamışsa, evlendikten sonra; o da olmamışsa, hiç değilse, çocuktan haber gelince başlatılmalıdır.

Genç evlilerin konuya bu kadar duyarlı olacaklarını pek düşünmüyordum. Ama sohbet öyle tatlı bir hal aldı ki, bir gün sonraki oturumumuz için de yapacağımız ders konusu konuşulmaya başlandı.

Önce konu okunurken, gülümseyen genç evli beyler ve bayanların, biraz sonra konu geliştikçe ve Rabbim ikram ettikçe, yüz hatlarında ciddî bir hareketlilik başladı.

Özet cümlelerimiz şunlar oldu:
İleride bir şeylerin seni yormasını istemiyorsan, bu gün bir şeyler için yorulman gerekecektir.
Nasıl bir evlât istiyorsan, işte şimdi o ‘nasıl’a çalışmak gerekiyor.
Bir şeyi çok iyi anlıyorduk ki, insanın bir şeyler için yorulmaması, her şeyin ona yorucu olmasını netice veriyor.

Bugün çok şeylerden şikâyetçi olan ebeveynler, emin olabilirsiniz ki, dün çok şeyleri ıskaladılar. Iskalanan gerçekler bugün gün yüzüne çıkıyor.
O zaman diyebiliriz ki, kimin çok şikâyeti varsa, dün o kişi o kadar çok ihmaller içinde olmuştur. Kim de yaşadığı hayat içerisinde mutlu ise, dün mutlaka bedelini ödemiştir.

Bu bir kanun gibi adeta: Hayatı yorucu hâle getirenler, yorulanların ta kendileridir. Hayatın bir yerlerinde bir şekilde yorulmayanlar, bedel ödemeyenler hayatın ilerleyen aşamalarında bu bedeli ödeyecekler demektir.

Bugün bıyık altı güldüklerimiz, yarın bize kahkahalarla güleceklerdir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*