Eğer, tam olarak hedefimizi belirlemeyip istikamete odaklanmamışsak!
Eğer, hayat çizgisinde, düşüncelerimizde, tavır ve duruşumuzda devamlı zikzak yapıyorsak!
Eğer, güçlüklere karşı göğsümüzü geremeyip başarısızlığa dâvetiye çıkarıyorsak!
Eğer, hayat çizgimizde lüzumsuz yere birçok cephe açıp konuyu dağıtıyor veya amacından saptırıyorsak!
Eğer, geçmişten ders alamayıp, aynı yanlışları yapıp belli bir noktada takılıp kalıyorsak!
Eğer, ustalığın ve tecrübenin çıraklığına talip olmayarak, acemiliklerle ömür tüketip, hizmet üretmekten uzak kalıyorsak!
Eğer, “Ben varım ya!” devrinin tarih olduğunu, vazgeçilmezliğin modasının çoktan geçtiğini, bencilliğin ve ihtirasların “hak için” frenlenmesi gerektiğini idrak edemiyorsak!
Eğer, iş yapmaya ve hizmet üretmeye odaklanamıyorsak!
Eğer, hayırlı neticeleri ve birlikte başarılan bunca iş ve hizmeti yine birlik ve beraberlik için kabullenip paylaşamıyorsak!
Eğer, kendi çalışacağımız “hizmet ruhlu” takımı kurup, yetiştirip, ahenkli çalıştırarak, koruyup, onlara saygı duymuyorsak!
Eğer, “çekirdek kadroyu” her ne sûret ve şekilde olursa olsun muhafaza edemeyip, incitip, kaçırıyorsak!
Eğer, başarıları kendimize mal ederek üstün güç olarak kullanmayı amaç haline getiriyorsak! “En güzel takdir edici yoldaş” prensibiyle mükâfatlandıramıyorsak ve dostlarımızla, mesai arkadaşlarımızla paylaşmıyorsak!
Eğer, masada oturmayı değil, sahada, piyasada mesai ve “hizmet” yapmayı tercih edemiyorsak!
Eğer, çağı yakalamada geç kalıp, imkânlarından yararlanamıyorsak!
Eğer, bilgili, tecrübeli, donanımlı olmayı gaye edinemeyip; değişim ve gelişimi tam olarak izleyemiyorsak!
Eğer, en iyiye yönelip hedeflerimizi yükseltemiyorsak!
Eğer, parayı ve maddiyâtı sevip, dünyaya dalıp, dünyevî işleri ön plâna alan ucuz adamlığa talip oluyorsak!
Eğer, ailemizle işimizi ayıramıyor, faaliyetler çizgisinde önceliklerimizi ihmal ediyorsak!
Eğer, risk almaktan korkuyorsak!
Eğer, mükellefiyetlerimizi yerine getiremeyip topluma ve muhataplarımıza karşı saygılı olamıyorsak!
Eğer, adımızı, mesleğimizi, dâvâmızı temiz tutamıyorsak!
Eğer, daima güvenilir olamıyorsak!
Eğer, dünyada yalnız bizim olmadığımızı, başkalarının da var olduğunu kabullenemiyorsak!
Eğer, lüzumsuz yere yağcılık, hırçınlık, hırs, haset, hınç, kıskançlık, ihtiras, gıybet, iftira, itham… vb. kötü ve menfi hislerden uzak duramıyorsak!
Eğer, okumayı, tefekkürü, düşünmeyi, muhakemeyi ve başkalarını dinlenmeyi “tatile” göndermişsek!
Eğer, kendimizi küçük ve dar bir çevrenin içine mahkûm etmekten uzak duramıyorsak!
Eğer, değil rakiplerimizle, dost mesabesindeki insan ve gruplarla bile dost olmayı tesis edip sürdüremiyorsak!
Eğer, farklı fikirlere ve kişilere saygı gösterip, tahammül edip, dinleyemiyor ve katlanamıyorsak!
Eğer, başarımızı, paramızı mevcut konumumuzu ve makamımızı taşımayı beceremiyorsak!
Eğer, birçok işi aynı anda yapmakta ısrar ediyorsak!
Eğer, işimizde ve hizmetlerimizde “şahs-ı manevî adına,” “bir numara” olmaya hedeflenmemişsek!
Eğer, bu keşmekeş ve karmaşık asrın fırtınaları içerisinde “ahirette bizi kurtaracak bir eser bırakmayı” düşünemiyorsak!
O zaman, kendimize yeniden bir “format” atıp; ciddî bir “geri bildirime” müracaat edip, yeni bir başlangıç için “reset” yapmaya mutlaka muhtacız ve mecburuz demektir!
“Ey Asya’nın cihangir ordularının mensupları olan kahraman din kardeşlerim!” Bize düşen ve yakışan; “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” hakikati doğrultusunda meşverete dayanıp, onu rehber bilip, onu kuvvetlendirip, onu uygulamayı mutlak bir hayat düsturu hâline getirmeyi bir şeref bilmektir. Daima “meşrûiyette” kalmaktır. Beşer olmamız hasebiyle her zaman karşılaşabileceğimiz ve yapabileceğimiz; eksik, noksan, hata, yanlış ve kusurları yine sünnet olan “meşveret ve şûrâya” müracaat ederek, onun metoduyla düzeltmek ve bu yolda sarsılmadan, istikametle devam etmektir.
Eğer, ustalığın ve tecrübenin çıraklığına talip olmayarak, acemiliklerle ömür tüketip, hizmet üretmekten uzak kalıyorsak!
Eğer, “Ben varım ya!” devrinin tarih olduğunu, vazgeçilmezliğin modasının çoktan geçtiğini, bencilliğin ve ihtirasların “hak için” frenlenmesi gerektiğini idrak edemiyorsak!
Eğer, iş yapmaya ve hizmet üretmeye odaklanamıyorsak!
Eğer, hayırlı neticeleri ve birlikte başarılan bunca iş ve hizmeti yine birlik ve beraberlik için kabullenip paylaşamıyorsak!
Eğer, kendi çalışacağımız “hizmet ruhlu” takımı kurup, yetiştirip, ahenkli çalıştırarak, koruyup, onlara saygı duymuyorsak!
Eğer, “çekirdek kadroyu” her ne sûret ve şekilde olursa olsun muhafaza edemeyip, incitip, kaçırıyorsak!
Eğer, başarıları kendimize mal ederek üstün güç olarak kullanmayı amaç haline getiriyorsak! “En güzel takdir edici yoldaş” prensibiyle mükâfatlandıramıyorsak ve dostlarımızla, mesai arkadaşlarımızla paylaşmıyorsak!
Eğer, masada oturmayı değil, sahada, piyasada mesai ve “hizmet” yapmayı tercih edemiyorsak!
Eğer, çağı yakalamada geç kalıp, imkânlarından yararlanamıyorsak!
Eğer, bilgili, tecrübeli, donanımlı olmayı gaye edinemeyip; değişim ve gelişimi tam olarak izleyemiyorsak!
Eğer, en iyiye yönelip hedeflerimizi yükseltemiyorsak!
Eğer, parayı ve maddiyâtı sevip, dünyaya dalıp, dünyevî işleri ön plâna alan ucuz adamlığa talip oluyorsak!
Eğer, ailemizle işimizi ayıramıyor, faaliyetler çizgisinde önceliklerimizi ihmal ediyorsak!
Eğer, risk almaktan korkuyorsak!
Eğer, mükellefiyetlerimizi yerine getiremeyip topluma ve muhataplarımıza karşı saygılı olamıyorsak!
Eğer, adımızı, mesleğimizi, dâvâmızı temiz tutamıyorsak!
Eğer, daima güvenilir olamıyorsak!
Eğer, dünyada yalnız bizim olmadığımızı, başkalarının da var olduğunu kabullenemiyorsak!
Eğer, lüzumsuz yere yağcılık, hırçınlık, hırs, haset, hınç, kıskançlık, ihtiras, gıybet, iftira, itham… vb. kötü ve menfi hislerden uzak duramıyorsak!
Eğer, okumayı, tefekkürü, düşünmeyi, muhakemeyi ve başkalarını dinlenmeyi “tatile” göndermişsek!
Eğer, kendimizi küçük ve dar bir çevrenin içine mahkûm etmekten uzak duramıyorsak!
Eğer, değil rakiplerimizle, dost mesabesindeki insan ve gruplarla bile dost olmayı tesis edip sürdüremiyorsak!
Eğer, farklı fikirlere ve kişilere saygı gösterip, tahammül edip, dinleyemiyor ve katlanamıyorsak!
Eğer, başarımızı, paramızı mevcut konumumuzu ve makamımızı taşımayı beceremiyorsak!
Eğer, birçok işi aynı anda yapmakta ısrar ediyorsak!
Eğer, işimizde ve hizmetlerimizde “şahs-ı manevî adına,” “bir numara” olmaya hedeflenmemişsek!
Eğer, bu keşmekeş ve karmaşık asrın fırtınaları içerisinde “ahirette bizi kurtaracak bir eser bırakmayı” düşünemiyorsak!
O zaman, kendimize yeniden bir “format” atıp; ciddî bir “geri bildirime” müracaat edip, yeni bir başlangıç için “reset” yapmaya mutlaka muhtacız ve mecburuz demektir!
“Ey Asya’nın cihangir ordularının mensupları olan kahraman din kardeşlerim!” Bize düşen ve yakışan; “Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” hakikati doğrultusunda meşverete dayanıp, onu rehber bilip, onu kuvvetlendirip, onu uygulamayı mutlak bir hayat düsturu hâline getirmeyi bir şeref bilmektir. Daima “meşrûiyette” kalmaktır. Beşer olmamız hasebiyle her zaman karşılaşabileceğimiz ve yapabileceğimiz; eksik, noksan, hata, yanlış ve kusurları yine sünnet olan “meşveret ve şûrâya” müracaat ederek, onun metoduyla düzeltmek ve bu yolda sarsılmadan, istikametle devam etmektir.
Benzer konuda makaleler:
- Orucumuzu tutuyor muyuz?
- İçtimaî, siyasî meselelerde de müceddide müracaat
- Meşveretin ana prensipleri üzerine
- Yeni Asya’nın siyasi duruşu
- Yeni Asya
- İstişare ile imtihanımız!
- Hizmet mi zor, biz mi?
- Yeni Asya, meşveret ve şura
- Risale-i Nur mesleği ve meşveretler
- Örnek nur talebeleri: Zübeyir Abi ve Kutlular
İlk yorum yapan olun