Hayata tutunmak ve çözüm üretmek

Bu yazının kesinlikle bir suçlama, karamsarlık, tenkit, tahkir ve sübjektif bir manayı ihtiva etmemesini, sadece ve sadece bir tesbit olması lâzım geldiğini düşünüyor ve öyle yorumlanmasını da özellikle istirham ediyorum. Mesele kara tablolar ve ümitsizlik çizmek değil, derdi, problemleri ortaya koyup; teşhis ve tedavileri de beraberinde getirmeye yardımcı olmaktır.

Toplumun genel yapısına, piyasadaki hallere, siyasete ve siyasetçilerin beyan ve tutumlarına, medyaya, kurumlara, kuruluşlara, yüksek sorumluluk taşıyanlara baktığımız zaman ortalık toz duman görünüyor.

Dünyada, ülkede büyük bir manevî buhranın kıskacında sıkıntılarla boğuşuluyor.

İslâm coğrafyası hakeza; bomba, intihar saldırıları, kan, kin, savaş ve nümayişlerle malûl, mahzun ve karmaşık.

Bütün insanlığı adeta bir şaşkınlık, çaresizlik ve dehşet kaplamış gibi.

Özellikle ülkemizde siyasetteki tıkanma, tarafgirlik ve “tek düzeliğe” mahkûm olma gibi bir hâl seziliyor.

Adalet dağıtması lâzım gelenler kişi ve kurumlarla, devletin kademeleri, mahkûmlar, tutuklular, avukatlar tam bir karmaşa, atışma, suçlama, savunma vb. gibi garip ve acayip bir malûllük ve tarafgirlik havasında. “Emniyet” kurumlarına olan “emniyet” zedelenmiş. Bu alanlarda akıl almaz icraat, beyan ve tutumlar duyuyor ve yaşıyoruz.

İdarecilerdeki yetersizlik, beceriksizlik, kanaatsizlik ve istikrarsızlık ayrı bir garabet.

Esnafta ağırlıklı bir tedirginlik ve şükürsüzlük hali hâkim görünüyor.

Memurlardaki itaatsizlik ve kaytarma halleri bir başka problem.

Öğretmenlerin bitmeyen dertleri, Millî Eğitim’deki belirsizlik ve “mevzuatta” boğulma halleri gündemden düşmüyor.

Öğrencilerdeki sorumsuz ve istikbale ait kaygılar devam ediyor.

Hülâsa insanlar çaresizlik içersinde, toplum şaşkınlık geçiriyor ve depresyon halleri gösteriyorsa…

Birilerinin bir şeyler yapması lâzım.

Çare ve çözüm üretmek gerek.

Bütün bu olaylar şunu gösteriyor ki; beşerin bu konudaki tek çaresi Kur’ân’ın emirlerine, Sünnetin tatbikatına, İslâm’ın medeniyetine kulak vermek, ona yönelmektir.

Bu ülke için en büyük hazine ve bahtiyarlık ise Kur’ân’ın manevî ve mu’cizevî tefsiri olan Risale-i Nur Külliyatının ve onun mümtaz müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin asra ışık tutan tesbitleri, çareleri ve tavsiyeleridir. Yakın tarihin “şeref levhası” olan sembol kişi Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur hakikatlerine kulak verip prensiplerini uygulamak her kademede büyük rahatlığı beraberinde getirecektir. Şaşmaz ve şaşırmaz ilim hazinesi Risale-i Nur’da bu çözüm ve çare mevcuttur.

Bu iki sembol şey sadece bu toprağın insanına değil, bütün âlem-i İslâm’a ve âlem-i insaniyete çözüm getirmiş.

Bir asra yaklaşan manevî mücadelenin, mukaddes cihadın tek bir hedefi ve programı olmuş.

Ey yetkili ve etkili kişiler! Size sesleniyoruz. Bu eserlerin yayılmasına geçmişte “ithal tefsirlerle” mani olmuştunuz. Şimdi de “bandrol” garabeti ve emr-i vakisiyle mani olmaya çalışıyorsunuz. Kusura bakmayın bu sizi aşar. Gelin bundan vazgeçin. Çözümsüzlüğe prim vermeyin. “Çözüm” üretin “çözüm!”   

Topluma çözüm üretip onu sunmak gerekiyor.

Dağarcığında bir şeyler olanlar, senaryoları bırakıp, zanlardan kurtulup, beyin okumalarını terk edip, potansiyel suçlar üretmeyi bir kenara itip, hep başkalarının, ötekilerinin hatalarıyla yatıp kalkmayı bırakıp, tembellik ve karamsarlığı öteleyip, ümitsizlik ve karanlık tabloları yokluğa mahkûm edip bir ışık yakmayı deneseler…

Biz, ben, sen, yanımdaki, karşımdaki, mesai arkadaşım, can yoldaşım, dâvâdaki dostum, vatandaşım, dindaşım, yurttaşım… İşte her kimse… Her kimseki bunu,yani “çözüm üretmeyi” denesek…

Krizleri fırsatlara çevirsek…

İlk önce ve birinci olarak başkalarıyla değil kendimizle uğraşsak…

“Topu taca atmanın” veya “top çevirmenin” kendimizden uzaklaşmak ve bir kaçış olduğunun idrakine varsak…

Umursamazlığın, karartmanın, bencilliğin, gafletin, sorumsuzluğun ve kaçmanın bir geçerli yol olmadığının şuuruna erebilsek…

İnsafı öne çıkarabilsek…
Fedakârlığı kendimizde denesek…

Suçlu aramayı bıraksak, suçlamayı terk edip kendi suçumuzu itiraf edebilsek…

Tarafgirlikten müsbet manada şimdiye kadar bir şey çıkmadığı gibi, bundan sonra da çıkmayacağını kavrayabilsek…

Başkalarını değil kendimizi ve nefsimizi sigaya çekebilsek.

Masanın ön tarafındaki halet-i ruhiyeyi, arka tarafına geçince unutmasak.

Amirken memur gibi gayretli ve dikkatli ve sorumluluk duygusuyla çalışırken; memurken âmir gibi ilk önce kendi nefsimize hükmetmeyi kabullenebilsek…

Bütün bunlar ve daha niceleri bu topraklarda var. Resmiyetinde var. Sivilinde var. Şahsiyetinde var. Cemiyetinde var. Hanelerde var. İş yeri ve resmî yerlerde var.
Ama çözüm yolları ve çare de var.

Çareye giden yollar, sevgi çiçekleri, muhabbet meyveleri, fedakârlık halleri, diğergamlık tavırları, sabır, sadakat, doğruluk ve metanet ibrişimleriyle işlenirse, süslenirse netice verir.

Tarih böyle diyor. Tarihe kayıtlar böyle geçiyor. Zaman şeridi böyle işliyor.

İnşaallah ileriye doğru yine böyle işleyecek.

Bundan asla şüphemiz yok. Düşmanlığın rağmına, dostluk ve muhabbet kazanacak.

Dostluğun, muhabbetin, sevgi ve hasbiliğin o engin ve manevî sofralarında hep birlikte olmak dilek ve temennisiyle…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*