Hayata tutunmak

Image
İstanbul’da yaşanan sel felâketinde azgın sulara kapılan bir adam, eline geçirdiği bir ağaç dalına tutunmuş, daha sonra da ağacın üzerine çıkarak kendisini kurtaracak bir yardım elinin uzatılmasını beklemişti. Bazıları elektrik ve telefon direklerine tutunmuş, bazıları da kendilerine uzatılan iplere tutunarak hayatta kalmayı başarmışlardı.

 
Batan bir gemide denize düşen bir insan, eline geçirebildiği bir tahta parçasına tutunur; şiddetli depremle sarsılanlar, korku ve telâşla en yakın bir direğe veya duvara tutunur, hortum ve kasırgaya maruz kalanlar bir ağaca tutunur. Bu şekilde musîbetlere maruz kalan insanlar, bir yerlere tutunmak sûretiyle aslında hayata tutunmuş olurlar.

Hayat yolu bir çok engeller ve engebelerle dolu olduğundan, insan da çok âciz ve pek zayıf bulunduğundan, hayatta kalmak için sağlam dallara tutunmak zorundadır. Elini uzattığı dal ne kadar sağlam ve kuvvetli olursa, kurtulma şansı da o kadar fazla olacaktır. Çürük dallara elini uzatırsa, el attığı dallar elinde kalacaktır. Bir başka ifade ile, kendisini hayata bağlayan kuvvetli bağlara ihtiyacı vardır. Yoksa en ufak bir rüzgârın veya en küçük bir selin önünde sürüklenir gider.

İnsan çok âciz ve pek zayıftır dedik. Siz bakmayın insanın kendinden güçlü görünen mahlûkata hükmettiğine. Bir aslanı terbiye eden, bir filin üzerine binen veya bir deveye boyun eğdiren insan, küçücük bir mikrobun veya bakterinin karşısında âciz kalır. Bir sivrisineğe veya bir karıncaya söz geçiremez. Gökgürültüsünden titrer, bir gezegenin dünyaya yaklaşması karşısında dehşete kapılır. Bir salgın hastalık karşısında korkar, yola çıkarken bir kazaya kurban gitmekten endişe duyar. Hayatta tutunacağı ve emin olacağı bir istinat noktası bulamazsa, hayatı zehir olur.

O halde insan hayata nasıl tutunacaktır? Her türlü korku endişeden emin olacağı istinat noktasını nerede bulacaktır? Maruz kaldığı musîbetler karşısında nerede teselli arayacaktır? Bu suâllerin cevabını, musîbete maruz kalanların davranışlarından bulmak mümkündür. Dini inancı pek de kuvvetli olmayan, hatta kendisini bir dine bağlı görmeyen bir insan bile, hayatının tehlikede olduğu bir durum karşısında mânevî bir güce sığınma ihtiyacı hisseder. Normal zamanda Allah’ın varlığını pek düşünmeyenler, şiddetli bir acıya maruz kaldıkları zaman “Allah!” diye bağırırlar. Orhan Veli’nin “Süleyman Efendi” şiirinde dediği gibi, “kundurası vurmadığı zamanlarda Allah’ın adını anmayanlar” nasırına dokunulduğu zaman “Allah” diye feryat ederler. Bir musîbete maruz kalanlar, sıkıntıya düşenler, hastalar ve kazazedeler, daha çok duâ ederek Allah’tan yardım isterler. Çünkü Allah’tan başka tutunacak bir dal, sığınılacak bir güç yoktur.

17 Ağustos depreminde evini, malını, aile fertlerinin tamamını kaybeden insanlar gördük. Deprem bu insanların dış dünyalarını yıktığı gibi, iç dünyalarını da harabeye çevirmişti. Kendilerini toparlamaları, normal hayat şartlarına dönmeleri kolay görünmüyordu. Bazı “büyükler!”, öksüz ve kimsesiz kalan çocukları teselli etmek için “Anne ve babanız Avustralya’ya gittiler” diye avutmaya çalışırlarken, onlar gerçek tesellinin kadere teslim olmak olduğunu çoktan fark etmişlerdi. Bu şekilde öyle bir istinat noktası bulmuşlar, öyle bir güce tutunmuşlardı ki, bu güç sayesinde tahrip olan evlerini kısa sürede mamur ettikleri gibi, harabeye dönen ruhlarını da çabuk tamir ettiler. Yeni bir ümitle hayata yeniden tutundular. Hayatta kimsesiz kalan bu insanlar, “kimsesizlerin kimsesi” olan Allah’a yönelmişler, “Allah’ın ipine” tutunarak hayata tutunmuşlardı. Çünkü O’ndan başka onlara tutunulacak bir dal, O’nun yolundan başka selâmete çıkaracak bir yol yoktu. Nitekim depremden sonra o bölgede insanların dine daha fazla yöneldiği ve inançlarına daha sıkı sarıldıkları görülmüştür.

Hayata tutunmanın en anlamlı örneklerinden birisini de, Mardin’in Mazıdağı İlçesinin Bilge Köyünde yaşanan katliâmdan sonra gördük. O korkunç katliâmda annesini, babasını ve kardeşlerini kaybeden çocuklar vardı. Hayatta kimsecikleri kalmamıştı. Ama onlar, küçük bedenlerindeki büyük ruhları ile en sağlam istinat noktasına tutunmuşlardı. Ellerinde Kur’ân-ı Kerim olduğu halde, yakınlarının mezarı başında duâ eden o masumlar, hayata tutunmanın yolunu bu şekilde bulmuşlardı. Ruhlarındaki büyük boşluğu ancak duâ ile doldurabiliyorlar, “Hayy-ı Kayyum”un ipine sarılarak hayata tutunabiliyorlardı.

Hayata tutunmak için Hayat Sahibini bilmek ve O’nun dergâhına sığınmaktan başka çıkar yol yoktur. Hazreti Ali Efendimizin (ra) dediği gibi, “Allah’a dayanan yıkılmaz.”

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*