Hayatımızın koordinatları

Hepimizin ma’lûmudur ki, Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’de bâzı târihî hâdiseleri veya enbiyânın (as) kıssalarını zikrederek insanlara dersler verir; îkazlarda bulunur; yol gösterir. Akıl, vicdân ve insaf sâhibi kimseler de bu kıssaları okur; hâdiselerden ibret alır ve–inşâallah—doğru yolu bulur. Ancak burada önemli olan ve nazarlarımızdan kaçırmamamız gereken bâzı husûslar var ki, bunlara dikkat ettiğimiz ölçüde hakîkatin ucunu yakalayabilir; murâd-ı İlâhîye yakın ibretler alabiliriz. İşte bu kıssalardan birisi de Yûnus (a.s.) kıssasıdır.

Kısaca hatırlayacak olursak; Hazret-i Yûnus Aleyhisselâmın kıssa-i meşhûresinin hülâsası:
Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümit kesik bir vaziyette, “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min’ez zâlimîn” münâcâtı, ona sür’aten vâsıta-i necât olmuştur.1

Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, Birinci Lem’a’da bu kıssadan çıkarmamız gereken ders ve almamız gereken ibretleri harikulâde bir tarzda anlatmaktadır. Biz bu makalemizde önemli gördüğümüz bir iki noktaya temas etmekle iktifâ edeceğiz.
Bu konuyu okurken dikkatlerden uzak tutmamamız gereken en önemli husûslardan birisi, Hz. Yûnus Aleyhisselâmın, Enbiyâ Sûresi’nin 87. âyetinde ifâdesini bulan “Senden başka ilâh yoktur. Seni her türlü noksandan tenzîh ederim. Gerçekten ben kendine zulmedenlerden oldum.” noktasına nasıl geldiği husûsudur. Ya’nî ne olmuştur da Yûnus Aleyhisselâm “Ben nefsine zulmedenlerden oldum” durumuna, hakîkatine gelmiştir. Başka bir ifâdeyle bu hâl, Hz. Yûnus Aleyhisselâm’ın bir seyr-i sülûku olduğuna ve Yûnus (as) bu seyr-i sülûku bütün unsurlarıyla aynelyakîn gördüğü ve yaşadığına göre, bizler hangi husûslara dikkat ederek bu hâdiseleri kendi hayâtımıza tatbîk edebiliriz? Bu kıssadan nasıl doğru bir ibret dersi çıkarabiliriz?
İşte burada tefekkürün çok önemli üç ayağı olan “zaman, mekân ve makam” boyutlarını nazarlarımızdan uzak tutmamamız gerekiyor. Günlük hayâtımızda muhâtap olduğumuz hayât şartlarından ve hâdiselerden doğru çıkarımlarda bulunabilmemiz, kâinattaki konumumuzu doğru tespît edebilmemize bağlıdır. Bir bakıma bulunduğumuz yerin koordinatlarını iyi tayin etmemiz hâlinde tefekkür dünyamızın sınırlarını doğru tespit etmiş, yol haritamızı doğru çizmiş, seyr-i sülûkumuzu hatâsız-–veya en az hatâ ile—tamamlamış oluruz. Bunu sağlayabilmek için bilmemiz gereken, ancak ekseriyetle de yanlış bildiğimiz bir mefhûm var. Öyle ki maâlesef eğitim sistemimize bile yanlış girmiş olan bu mefhûm, hayâtımızın koordinatlarını tespît etmekte bizi hatâya sürükleyen bir husûstur.

Gerek materyalist felsefenin, gerekse eğitim sistemimizin etkisiyle olsun kafamızda yanlış yer eden bu mefhûm kâinâttır. Günlük hayâtta kime kâinâtın ta’rîfini sorsak alacağımız cevap genellikle “içinde yaşadığımız evren; veya şu gördüğümüz evren” şeklinde olacaktır. Kâinât tâbirinden ekseriyetle galaksilerin, güneş sistemlerinin, yıldızların ve gezegenlerin meydana getirdiği maddî varlıkların bütününü anlarız. Hakîkatte ise kâinat Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı, mâsivâsından olan maddî mâ’nevî bütün varlıkların tamâmını ifâde eder. Ya’nî kâinât, ruhlar âlemi ile başlayıp, maddî âlem ile devam eden ve uhrevî âlemleri de içine alan varlıkların bütünü olmak gerektir. Buna göre, gözümüzle gördüğümüz ve kısaca evren tâbir edilen maddî âlemler kâinât değil, kâinâtın bir parçası, bir cüz’üdür. Ta’rîfi böyle yaptığımız takdirde kâinât içindeki hakîkî yerimizi, hayâtımızın koordinatlarını doğru tespît etmemiz daha kolay olacaktır.
Mahlûkat için hayâtın dört boyutu var. Bunlar; zaman, mekân, makam ve sûret boyutlarıdır. Bizler imtihâna tâbi insanlar olarak âkıbetimizin hayır olması için pozisyonumuzu doğru tespît etmek mecbûriyetindeyiz. Bu noktadan, Hz. Yûnus Aleyhisselâm’ın kıssasında da hâdisenin boyutlarını doğru tespît edersek doğru tefekkürlere ve doğru netîcelere ulaşmayı bekleyebiliriz.

Hz. Yûnus Aleyhisselâmın kıssasında geçen üç kelime; deniz, gece ve hût, sözünü ettiğimiz boyutların tespîtine yarayan üç önemli kelimedir. Bunlardan deniz mekân boyutunu, gece zaman boyutunu, hût (balık) da makam boyutunu ifâde etmektedir. Yûnus (as) fırtınalı bir denizde, karanlıklı bir gecede ve hiçbir kurtuluş ümîdi olmadığı bir zamân dilimi içinde esbâbın bilkülliye sukût ettiği bir sırada “Müsebbibü’l-Esbâb’dan başka bir melce olamadığını aynelyakin gördüğünden, sırr-ı ehadiyet, nur-u tevhîd içinde inkişâf ettiği için, şu münâcat birden bire geceyi, denizi ve hût’u musahhar etmiştir.”2 Ya’nî Hz. Yûnus (as) aynelyakîn görüp yaşadığı bir hakîkat ile tevhîd nûru içinde sırr-ı ehadiyetin inkişâfını görmüş ve esbâbdan yüz çevirerek hulûs-u kalb ile Rabbine münâcâtta bulunmuştur. Ki bu hâl onun sâhil-i selâmete çıkıp şecere-i yaktîn altında lûtf-u Rabbânîyi müşâhede etmesine vesîle olmuştur. Bu da hâdisenin sûret boyutu olmalıdır.
Buradan yola çıkarak bizler de hayâtımızda, bulunduğumuz koordinatları iyi tespît ederek doğru tefekkür ve müşâhedelerle benzer şekilde hayırlı netîcelere ulaşmanın yollarını bulabiliriz. Nasıl Hz. Yûnus (as) esbâbdan yüz çevirerek ve Rabbine ilticâ ile mekân boyutu olan denizin fırtınasından, dalgaların dehşetinden kurtuldu ve mekânını emniyetli bir sahrâ, bir meydan-ı cevelân ve tenezzühgâh hâline getirdi ise, bizler de aynı tavır ile mekânımız olan ve her dalgasında binler cenazeler bulunan dünyanın sıkıntılarından, hâdiselerin tazyîkinden kurtulabilir, hayâtımızı cennet hayâtı hâline getirebiliriz.

Kezâ, Yûnus (as) hangi nûr ile zaman boyutu olan karanlık ve dağdağalı gecesini aydınlatıp, “semâ yüzünü bulutlardan süpürüp, kameri bir lâmba gibi başı üstünde bulundurmuş” ise, bizler de aynı tevhîd nûru ile ömür müddetimiz olan dünya hayâtımızı ışıklandırabiliriz. Makam boyutu olarak Hz. Yûnus Aleyhisselâmın hûtu nasıl onun için bir tahtelbahir (denizaltı) hükmüne geçmiş ise bizim de aynı şekilde ebedî hayâtımızı sıkıp mahvına çalışan hevâ-i nefsimizi dizginleme, hayâtımızı nefsânî arzûlarımızın hücûmundan koruma ve kurtarma imkânımız mevcuttur. Önemli olan ne zaman, nerede ve nasıl hareket edeceğimizle ilgili temel düsturlarımızın neler olduğunu iyi bilmek ve ona uygun hareket edebilmektir.

Burada söz konusu yaptığımız düsturlar yalnızca Hz. Yûnus Aleyhisselâm’ın kıssasına ve ondan alacağımız ibretlere münhasır değildir. Hayâtımızın her döneminde, her hâdiseye tatbîk edebileceğimiz İslâmî ve Kur’ânî ölçülerimiz, şaşmaz ve şaşırmaz rehberlerimiz zâten var. Bize düşen zaman, mekân ve makamımızı, ya’nî koordinatlarımızı doğru tespît etmek; kâinâtın hangi zamanında, neresinde ve ne ahvâlde bulunduğumuzu doğru okumaktır. Bu doğru tespîti yaptıktan sonra, doğru hareket tarzının ne olduğunu, nelerin bizi rızâ makamına ulaştıracağını bulmak için Allah’ın (cc) kitabı ve Resûlünün sünnetinden başka rehbere ihtiyacımız zaten yoktur.
Doğru zamanda, doğru yerde ve doğru ahvâlde bulunabilmeyi; nûr-u tevhîd içinde sırr-ı ehâdiyeti idrâk edebilmeyi Rabbim cümlemize ihsân buyursun!

Dipnotlar:

1- Lem’alar, s. 11
2- A.g.e., s. 12

 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*