Hayatın gerçekleri, muhabbet ve nezaket

Fıtratı farklı, yaratılışı harika, teçhizatları mükemmel olan “insan” denen eşref-i mahlûkat varlık…

Dünyanın efendisi, hâkimi, sahibi, şerefi konumundaki canlı…
Hayatın, kâinatın, varlık âlemin süsü ve gayesi olan kul…

Niçin bu âleme gönderilmiştir? Gayesi nedir? Maksadı nedir? Nasıl bir yol ve tarz izlemelidir ki, istikameti muhafaza etsin. Dengeleri sağlasın. Şanına ve makamına lâyık şekilde yaşayıp hayat sürsün ve arkasından güzel izler bırakarak emaneti Sahibine selâmet ve huzurla teslim edip berat fermanını alabilsin.

İnsan için; şahsî, ailevî ve toplum hayatında, karşılıklı muâmele, adalet, sükûnet, barış ve huzur için en fazla ihtiyaç duyduğu ve lâzım olan hareket ve tavırların başında doğruluk, dürüstlük, adalet üzerine olma, nezaket, samimiyet ve dostluk gibi kavramlar ve değerler gelir.

İnsan bu değerlerin kullanım alanı, yeri, zamanı ve makamını iyi tutturabilirse hem kendisi hem de çevresi için çok iyi bir örnek ve yapıcı ve adaletli bir unsur hâline gelir. Mühim olan insanlık ve hayat için olmazsa olmazı konumundaki önemli değerleri yerli yerinde uygun şekilde kullanabilme hünerini gösterebilmektir.

Toplum içinde; kaba, sert, haşin, kırıcı, hakaret, zan, iftira, kin, adavet, nefret, inat… vb davranış ve mizaçlar hiçbir zaman kabul itibar görmez. Bunlara karşılık; nezaket, samimiyet, ihlâs, hasbilik, dostluk, uhuvvet, kardeşlik, mertlik, doğruluk, adalet, sevgi, muhabbet, hoşgörü, barış, sadakat ve istikamet gibi güzel huy ve mizaçlar devamlı güzel neticeler vermiştir. Bu huy, mizaç ve hareketlerin kuvvetleri de, neticeleri de her zaman müsbettir ve menfîliklere nazaran kat be kat fazla değere sahiptir.

Nezaketin ve dostluğun sertlikten kuvvetli olduğuna dair şöyle bir misâl anlatılır:

“Rüzgâr, Güneş’e der ki: ‘Ben senden daha kudretliyim. Bak, şu ihtiyarın ceketini sırtından fırlatıvereceğim.’ Rüzgâr esmeye başlar, fırtınaya dönüşür, ama ihtiyar ceketine daha sıkı sarılır.

“Güneş, ‘Beceremedin’ der: ‘Ben daha kudretliyim. İhtiyara ceketini şimdi çıkarttıracağım.’ Saklandığı bulutun arkasından çıkan güneş, bir gülümsemeyle ortalığı ısıtıverir. İhtiyar, ceketini çıkarır, neşe içinde yürür. Ve Güneş, rüzgâra döner: ‘Nezaket ve dostluk sertlikten kuvvetlidir.’”

Mesele; iyiyi, müsbeti, güzeli benimsemek ve sahiplenmek. Menfîlikleri ve negatif halleri ötelemek ve gündemden kaldırmaktır.

Gerek kendi memleketimizde, gerekse, İslâm ve insanlık âleminde en fazla ihtiyaç duyulan, özlenen husus “müsbet hareketler”dir. Yani aslında İslâmın özü ve mayasıdır. Çünkü bu gerçek insanlıktır, kalitedir, maharettir, tecrübedir. Şu an için toplumun ve insanlığın gerçekten her kademede yetişmiş insana çok ihtiyaç olduğu bir asır ve zamandayız. Gönül ve kalp diyarlarına müsbet meyveler verecek tohumları atıp yeşertmek gerekiyor. İnsanın his ve duygu dünyasına girecek, onlara tesir edecek yol ve kanalları bulup dikkatlice tamir edip işlemek gerekiyor. Kalp ülkesinde; sevgi ve muhabbet tarlalarının genişletilip yeşertilmesi gerekiyor.

Bu ruh, gönül, kalp, akıl, his dünyalarına giden yolları süslemek, doğru istikamette amacına ulaştırmak için de Kur’ân ahkâmının ebedî lezzetleri, Kâinatın Efendisinin (asm) tatbiki hayatının rehberliğine mutlak ihtiyaç vardır. Bu İlâhî hallerle hallenip, tavsiyelerle yoğrulan, çileyi kendisine meslek edinen bir hayata talip olmak gerekiyor. Bu yolculuktaki vaki hicret ve gurbetleri işin gereği ve tadı olarak görebilmek gerekiyor.

Fıtrat dini olan İslâmın kabul etmediği; sertlik, kırmak, soğukluk, kabalık, kin, adavet, iftira, zan, yalan, hile, bizden çok ötelerde olmalı. Sevgi, hayat, muhabbet, samimiyet, hasbilik gönüllere dolmalı. Hayatın mihveri, hedefi, meyvesi, gayesi ve mayası olmalı.

Samimî davranmanın, kalp yapmanın, gönül almanın yollarını ve sırrını davranış dünyamıza nakşetmek hayata artı değer katmaktır. Muhtaç ruh ve gönüller İslâmın ulvî, samimî hal ve tatbikatlarını bekliyor. Bu helâket ve felâket asrının dehşet saçan halleri, firavunlaşmış, nemrutlaşmış felsefenin tasallutu ve baskısındaki insanlığın ve toplumun selâmete çıkabilmesi için zorluklara talip olup çileye katlanmanın derin ve acı mutluluğunu tatmaya âmâde olabilmeliyiz. Bu alanda hayatın ve kâinatın sırlarını anlama ve ona göre hareket etme, bunlara kafa yorma, kaderin hükmüne de boyun eğip asla şikâyete tevessül etmemek gerekiyor.

Aslında bu konuda inanan kitlelerin hiçbir surette herhangi bir bahaneye ve şikâyete hakkı olamaz. Sorumlu mü’minlere düşen; bütün yüce rehberlerin anlatıp, tavsiye ettiği mutluluk levhası emir ve tavsiyelere uymak olmalıdır. İnsanlığın manevî güneşi şanlı Peygamber’in (asm), katlandığı acılar, Hz. Ebubekir Sıddık’ın (ra) o muazzam fedakârlığı ve son asrın sahibi ve imamı Hz. Bediüzzaman’ın yaşantısı bize ve inananlar başta olmak üzere ehl-i insafa bıraktığı emanet hep bu esasları gösteriyor.

Zorluklara, çilelere katlanma katsayımız…
Sevgi, muhabbet ve aşkı yaşatma hedef ve ufkumuz…
Fedakârlıkları çoğaltma ve yayma gayret ve tatbikatımız…

İyilikleri tavsiye ve yaşama debisi ve keyfiyetimiz; “dâvâ adamlığı” ve “inanç” sebatındaki mikyas ve ölçülerimizin göstergesidir.

Bütün olumsuzlukları arka plana atıp, öteleyen, inananların en büyük hastalıklarından birisi olan “ümitsizliği” gündeminden çıkarıp, onun yerine, ümit, aşk, şevk, gayret, himmeti yerleştiren gerçek ahlâklı, faziletli, istikametli ve haysiyetli bir hayatı yaşamaktır marifet.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*