Evet, “Hubb-i fillah buğz-i fillah” temel bir meseledir. Yani Allah için sevmek, Allah için buğzetmek…
Hayatta insanoğlunun en büyük saadeti, gayesi Sahibini tanımak, Ona itaat edip rızası dairesinde hareket etmek şeklinde olursa bir mânâ ifade eder. Bu gaye yoksa ne konuda olursa olsun bütün didinme ve çabalar “kumistana”, boş sahralara ve yokluğa akmaya mahkûmdur.
Cin ve insin en tatlı saadeti ve huzuru bunda mevcuttur ve buna bağlıdır. Kâinatın en değerli, en kompleks ve taklidi mümkün olmayan patente sahip bir yaratığı olan insanın saadeti veya şikâyeti tek noktada düğümlüdür. Bu düğümün anahtarı da, her işte “Allah’ın rızasını” esas maksat yapmaktan geçmektedir.
Onun içindir ki, ihlâs sırrı Risâle-i Nur’da ve şahs-ı maâneviyi temsil eden bu muazzam daire içerisinde en vazgeçilmez bir sır, unutulmaz bir düstur, sağlam bir ip, hayatî bir hakikat olarak önemini muhafaza etmekte ve değişmez bir esas olarak karımızda durmaktadır.
Bediüzzaman’ı anlaşılır yapan, aşılmaz yapan, unutulmaz yapan, sır âlemlerinin kumistanında başarıdan başarıya ulaştıran, hiç zalim ve cebbar ruh karşısında eğilmez yapan, gerçek manada gönüllerin kahramanı yapan, daima öne çıkaran, farklı kılan, istikametli yapan, sabırlı yapan, şefkatli yapan, mânialar karşısında hiç geri atmaz ve geri çekilmez yapan, insanlık tarihine mâl eden, dünyayı umursamaz yapan, Hakk’a hakikî kul yapan, halka rehber ve lider yapan, insanlığa kılavuz yapan, Peygamber ahlâkına örnek olup, bu yolda hiç şaşmaz yapan ve bağlı kılan, ömrünü bereketli yapan, hizmetini uzun ve yüce yapan, dâvâsına ufuk açan… vb. İşte bu vazgeçilmez sırdır. Allah için başlamak, Allah için işlemek, Allah için sevmek, Allah için çalışmak, Allah için görüşmek, Allah için kızmak, Allah için almak, Allah için vermek ve Allah için yaşamaktır vesselâm.
Hayatını bu yolda sarf etmiş, en zor şartları bu yolla aşmış, en fazla mesaiyi bu yolda harcamış, en fazla dikkatleri bu konuya çekmiştir. İhlâsı kazanmak, muhafaza etmek, şahsında ve şahs-ı mânevîde yaşayıp, yaşatmak. Nefis, heva, şeytan, vehim, kör hissiyât tuzaklarından uzak kalmanın tek çaresi budur. Bu konuda başka yol yoktur.
Bu kudsî dâvâya geçmişte hizmet edip kabrin öbür tarafına gidenlerin hukukuna tecavüz etmemek için, hayatta olanların mesai, hizmet ve gayretlerine set çekmemek için, akıl, kalp ve ruh dairesinde gerçek mânâda rahat edip, huzuru yakalamak için tek çare budur. Allah’ın rızası dairesinde hareket etmek.
Daire içinde bulunanları “başkası” ve ”öteki” görmeden, onların his ve duygularıyla yaşamak, onların nefislerini kendi nefsine en zor olan her konuda tercih edebilmek…
Bu büyük bir mücadele olduğu kadar aynı zamanda bir cihaddır, devamlı nefisle bir boğuşmaktır. Evet, bu cisme oldukça ağır bir yük ve vicdana da büyük bir vebaldir. Ama hak yolunda olduğu için, Kur’ânî bir emir ve şiâr olduğu için, “şahs-ı mânevî”nin yüksek hatırını sakladığı için bu büyük cefada bir sefa vardır. Hayır vardır. Rahmet ve vefa vardır.
Bu yola uyanlara, bu yolda mesai harcayıp, ömür dakikalarını bu yolda harcayanlara ve bu yola baş koyanlara selâm olsun.
Benzer konuda makaleler:
- Dengeli yaşamak
- Allah’ım ayıplarımı ört!
- İnsan kendini ‘misafir’ bilmeli
- Herkes kendi mesleğinin muhabbeti ile hareket etmeli, başka mesleklerle değil
- Işık hızı aşılabilir mi?
- Güvenilir olmak zenginliktir
- Hayata bakış açımız ve sorumluluk imtihanımız
- Abdullah İbni Zübeyir (ra) ve Muaviye’ye çağrısı
- İhlâsın sırrı
- “Sabitkadem” olmak ve istikamet çizgisinde kalmak
İlk yorum yapan olun