Hazan vurdu baharı

Belki siz yağmurlu ve bulutlu yazları az bilirsiniz. Zira Temmuz’da, üşüdüğünüz yağışlı günler hemen hemen hayatınızda yoktur. Siz, yeşilin kısa sürelerde kuruduğu, kuşların belli bir zamanda çevreyi işgal ettiği coğrafyaları, üç mevsimi zümrüdî geçen iklimlerle elbette karşılaştıramazsınız. Baharın; yalnızca kırlarda, tarla ve ormanlarda değil otoyollarında ve şehir caddelerinde dolaştığı Temmuzlarda, birden bire çayırların kuruduğuna ve yaprakların sarardığına Avrupalılar alışık değildi.

 

Üç mevsimi baharca yaşayan bir kıta elbette güzel olacaktı. Bu kıtanın şehirlerini çiçeklerle, beyabanlarını ağaçlarla süslemek elbette kolay olacaktı. Rahmet-i İlâhiyenin muslukları bu hayattar güzelliği yalnız bırakmıyordu.

Bu yaz mevsiminde Avrupa’nın baharlarına hazan düştü. Boynu bükük yapraklarıyla bir matemi seslendiren çiçek ve ağaçların hali, park ve bahçelerde gezintiye çıkanları üzmüş olacak ki, ziyaretçiler iyice azalmış. Yağmurun “Rahmet” olduğunu bilmeyen bazı belediyeler, neredeyse “Yeşil”e hizmet etmekten el çektiler. İtalyanlar “Rahmet” kapılarını tutan hadiseler, manzara ve fiillerden habersizce yağmur duâsına çıktılar. Zira, Po ovasına hayat taşıyan damarlar kuruyunca, planlar alt-üst ve beklentiler boşa çıkmıştı.

Yağmuru ve bulutu güneşle münavebe ile insanlarının yüzüne gülen kıtanın çocukları bu sene güneşi azıcık fazla görünce, açılıp-saçılmaya başladılar. Bunu fırsat bilen global ahlâkı tahrip komitesi de hemen harekete geçti. Müstehcenliğe bağlı fuhuş ve sefaheti dört koldan teşvike başladılar. Havalar ısındıkça onlar saçılmaya, saçılanlar çoğalınca da “Rahmet” kapıları kapanmaya başladı. Önceleri yağmur ve bulutlara yüzünü ekşitenler, kavrulmaya yüztutan bitkileri gördükçe hadiseyi sorgulamaya koyuldular. Çınar ağaçlarının oykeliptusa dönen gövdelerinden düşen kabuk parçaları bazı bakışları paniğe sevketti. Bazı gönüllerin derinliklere, gözlerin semaya döndüğü şu Avrupa’da “bazı şeylerin anlaşılmaya” başlanıldığı kanaatindeyim. Avrupa Birliği komiserliği ahlâksızlığı tervic edenleri takibe alıp, yavaş yavaş insanî hürriyetlerin sınırlarını çizmeye başlıyor. Avrupa’nın esas değerleri uçveriyor, desem belki de beni aşırı iyimserlikle suçlayacaksınız…

“Soğuk insanları” güneş ısıtmaya dursun…

Seyir için vatanlarından koparılmış penguenler gibi… Kendilerinden geçiyorlar. İşte zındıka onların bu halinden istifadeye başlayınca, asıl Avrupa harekete geçti.. Aileden, nesilden, çevre ve düzenden mahrum bir gidişata ‘Dur’ demek üzere AB’nin harekete geçtiğini söylemek mümkün. Bu merkezî hareket henüz çevreye yansımadığından “Rahmet” nazlanmaya devam ediyor. İnsanların bağırsakları susuzluktan kurumaya başlasa, hayat da durmaz mı? Ren ve Sen nehirleri üzerlerindeki “yük şileplerini” taşıyamayacak kadar yataklarına yapışınca, Avrupa’nın da hayatında tıkanmalar baş gösterecek… Manş’tan Hopa’ya yol açan Avrupa’nın bağırsakları olan nehirler zayıfladıkça, hayat da zayıflamaya devam edecek. İlmine ve teknolojisine güvenen semavî dinlerden bîhaber Avrupa, bunu hiç düşünememiş olacak ki, çoktan teslim bayrağını çekti.

“Semavî dinleri dinlemeyen” Avrupa’yı güneş hem karada vurdu, hem de denizde… Bu defa Akdeniz’den “çöl sıcakları” esmeye başladı. Sıcakların başlamasıyla sahillere cureffalar gibi hücum edenlerin, sahillerden dağlara doğru üstsüz-başsız kaçacakları günleri de düşünerek denizlerdeki “çöl sıcaklıklarını” değerlendirmek gerekiyor. Medenî insan, Vezüv’ün homurtusu ile Atlantis’in akibetini düşünerek “insanca” yaşayan değil mi?

Temmuz’un başında Kuzey Almanya’dan İsviçre’ye düzenli otoyollarında gördüğüm “güz manzaraları” beni yukardaki düşüncelere sevk etti. Yağmursuzluk karşısında eli-kolu bağlı insanın hüznünü seyrettikçe, acz ve fakrın medenî insanın imdadına koşacağına ümidim artmaya başladı. Acz ve fakrın mucizevî kanatlarına sahip insanların, hemcinslerine şefkat ederek yardımlarına koşacaklarından da zaten kimsenin şüphesi yok…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*