Hedefe ulaşmada azim

Kendinize bakınız. Kesin olarak hedeflediğiniz işleri genelde başarmışsınız. Hedefsizce koştuğunuz kısa mesafeye, uzun seneler bile varamamışsınız! İstidat, kabiliyet ve arzular da çaydan, nehirden daha güçlüdür. İçimizdeki barajı doldurur, dışımıza taşarlar; nice yerleri aydınlatır, fabrikaları çalıştırır.

Kendimizi işimize vermenin, fenâ-fil’iş, yâni işinde yok olmanın, tam bir motivasyon ve konsantrasyon sağlamanın harika sonucunu şu kısa hikâyecikte bulabiliriz:

Vaktiyle bir adam krala gidiyor ve ‘Baştan çıkmaya nasıl direneceğim?’ diye sorar. Kral, ağzına kadar yağ dolu fıçıyı adama vererek, başına da iki yalınkılıç adam diker:

“Fıçıyı şehrin bir kapısından diğer kapısına kadar götür ve getir. Tek bir damla dökülürse başın kesilecek!”

Adam, tezgâh ve satıcıların bulunduğu çarşıda, çok dikkatli bir şekilde istenileni yerine getirdikten sonra Kral sorar:

“Ne var, ne yok; şehirde kimleri gördün?”

“Kimseyi göremedim Efendim, aklım fikrim yağdaydı!”
“Şimdi baştan çıkmamamanın yolunu buldun işte. Allah’a da fıçıdaki yağa baktığın gibi bak. Seni hiçbir şey baştan çıkaramaz.”

Aklımızı, fikrimizi işimize verirsek, mutlaka başarırız ve başarmayacağımız bir iş de yoktur.

Bu dersi; mini minnacık vücûdu, büyük “sabır-sebat ve kararlılığıyla” harika sonuçlar alan karıncadan ve böceklerden de alabiliriz. Size, “Hacca varmak isteyen karınca” hikâyesini hatırlatmayacağım. Merakını boşa harcamayıp yerinde kullanan bir zooloğun tesbit ettiği gerçek bir karınca öyküsü nakledeceğim:

Karıncanın biri, ağırlığının onlarca katı “yiyeceği” omuzlamış; yuvasına götürmektedir. (Ağırlığının 50 katı kadar yük taşıyan karıncaları, çoğumuz belgesellerden izlemişizdir) Yol kalabalık, engebelli, dikenli, mayınlı! Aldırmaz, ürkmez, ümitsizliğe düşmeden hedefine yürür. Son noktada en büyük engelle karşılaşır; pat diye yüküyle birlikte düşer. Bıkmadan-usanmadan bir, iki, üç, beş, on, elli, altmış, altmış dokuz ve tekrar düşüş! Ancak, onun lügatında, “usanmak-bıkmak” kelimesi değil, “hedefe ulaşmak” yer almaktadır:

Yetmişinci denemesinde mâniayı aşar! Zîrâ, karınca ne istediğini biliyordu, kesin kararlıydı ve sabrını öteye-beriye, sağa-sola hovardaca harcamıyordu. Hedefine kilitlenmiş, işine ihlâsla sarılmış, bütün gücüyle ona motive olmuştu.

Şayet “sebatı” olmasaydı, üçüncü, onuncu, ellinci, en nihâyet altmış dokuncu denemede vaz geçseydi; hedefine, maksud-u menziline asla ulaşamazdı. Küçücük karınca, fâni olup işine sarılıp başarıyorsa; insanın gözünü korkutan nedir? İnsandan, korkunun kendisi korksun!

Kur’ân’ın 27. Sûresi’ne ismini verdiren “Neml”in (karıncanın), herhalde çalışkanlığı, sebatı-sabrı, cumhuriyetçiliği ve dolayısıyla iş bölümündeki hârika özellikleri de olsa gerek.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*