Hedefini şaşırmış ruhlar

Şimdilerde başımı nereye çevirsem mutsuz yüzler, karışık zihinler, bozguna uğramış ruhlar görüyorum. Hele hayatının en coşkulu, heyecanlı ve sürur dolu yıllarını yaşaması gereken gençler! Bir yenilgiyi kutluyor gibiler. Öyle yorgun, biteviye isteksiz ve yoğun keder yumağına düğümlenmiş kocaman bir ilmeğin ta kendisiler.

Sırf ‘kazanmak’ fiilini gerçekleştirip etrafa çalım atabilmek için üniversiteye giden bu hedefsiz topluluk zaman geçtikçe görüyor ki olmak istedikleri yerde, mesleğini yapmayı arzuladıkları bölümde değiller. Kendi düşlerini yaşayamıyorlar! Öylesine yerleştikleri bölümlerde mutlu ve huzurlu olamadıkları için fikir dilemmalarına saplanıp kalıyorlar. Sonunda geriye tek bir çare kalıyor; yeniden YGS’ye hazırlanmak. Çevremde o kadar çok örnek var ki… Arkadaşımın biri matematik bölümü ikinci sınıf öğrencisi olmasına rağmen sınava girip tıp veyahut diş hekimliği okumayı düşünüyor. Bir başkası Türkçe öğretmenliği son sınıf öğrencisi olduğu halde turizm okumak için KPSS’ye çalışmaktan vazgeçiyor. İlahiyat mezunu bir arkadaşım anaokulu öğretmenliği yapıyor.
Herkes bir yerlerde… Ancak kimse doğru yerde değil. Hiçbiri enerjisini, emeğini, gayretini uzmanlaşıp yıllarını verdiği alanda kullanmıyor; daha doğrusu kullanamıyor. Ortaya çıkan hazin tablo ‘beyin israf’ının geniş boyutlara ulaştığı sinyalini veriyor. Veriyor da duyan yok!

Bugünün yanlışına yıllar evvel biz gebe kalıyoruz aslında. Çocuklarımızı, kardeşlerimizi ısrarla sayısal alanlara yahut popüler, para kazandıran mesleklere yönlendiriyoruz. Eğer sayısalcıysan zekisindir, eşit ağırlık okuyorsan idare edersin, sözelciysen safsındır anlayışının hâkim olduğu zihniyetle sürekli psiko-sosyal baskılara maruz bırakıyoruz onları. Yüreği gittikçe açılan derin bir yara iziyle nedbeleşiyormuş kime ne, hayalleri varmış bize ne, diyerek omuz silkiyor ha bire kendi isteklerimizi dayatıyoruz. Karşı çıktıklarında, asilik sıfatını yakıştırıp terbiyesiz olmakla suçluyoruz.
Oysa bir işten verim alabilmenin en önemli sırrı, yaptığın işi sevebilmektir. Biz sevmediğimiz işlerde çalışıyor, birkaç kuruş için o işe katlanıyor, tahammül sınırlarımızı zorluyor; kendimizi, gençlerimizi boğazlıyor, nefes almanın mümkün olmadığı kesif, karanlık, korkunç bir dünyaya hapsediyoruz. Sonra dönüp sergerdan nefsimize, niye böyle oldu, diye soruyoruz.

Asumana kaçıp giden uçan balonlar misali çocuklarımızın hayallerine görünmez oluncaya dek müstehzi tebessümün eşlik ettiği bir sevinçle el sallıyoruz. Oysa asıl el salladığımız kendimiz ve yavrumuzun geleceğiyken nasıl da gaflet uykusuna yatmaya devam ediyoruz!
Tefekkürî mânâda düşününce anlıyoruz, gençlerin ve ruhu her daim genç olanların tek istediği sadece biraz özgürlük. Allah, zübde-i âlem olan mahlûkatına, türlü nimetlerle donattığı kuluna ‘irade’ hakkı verirken, biz hangi hakla bizlere emanet edilmiş çocuklarımızı şahsî kanaat ve arzularımızla sıkboğaz ediyoruz?
Çok yakında, bu ayın sonunda yapılacak olan YGS’de bırakın onlar kendi hayallerinin peşinden koşsunlar, kendi amaçları doğrultusunda ter döksünler. Ve hayat neymiş kendileri tanıyıp keşfetsinler.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*