Hepimiz ‘Hür Adam’ız!

Image
Hür Adam, hep hak ve hürriyetin peşindedir. Hürriyet ise, yüksek bir değer olduğu için hep yükseklerde bulunur ve yüksek bir bedel ödenerek elde edilir. Onun için Hür Adam her zaman yüksekleri tercih etmiş, daima zirvelerde dolaşmıştır. Onu kâh bir dağın tepesinde, kâh bir kalenin zirvesinde, kâh bir minarenin şerefesinde dolaşırken görüyoruz.
Onu izlemeye devam ediyoruz. Kur’ân’a dil uzatan, “Kur’ân’ı Müslümanların elinden almalıyız” diyen İngiliz Sömürgeler Bakanının alçakça beyanlarını işitince, Hür Adam’ın yüksek duyguları harekete geçiyor.

Sesini kâinata duyuracak derecede, yüksek perdeden meydan okuyor: “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu dünyaya ispat edeceğim.” Ve bu ideal uğruna yollara düşüyor.

İman ve Kur’ân dâvâsını dünyanın başına geçirmek için çıktığı yolda, “çekmediği cefa, görmediği eza” kalmıyor. Bir katil gibi hapishaneye, bir mecnun gibi tımarhaneye, bir âsi gibi sürgüne gönderiliyor. “Şarkın yalçın kayalıklarından tulû eden bir ateşpare-i zekâ”, ne garip ve acı ki, delilik isnadı ile tımarhaneye kapatılıyor…
Hür Adam’ın hürriyet yolculuğu devam ediyor, hayalimiz de onun peşinden gidiyor. Yolumuz Selimiye Kışlasından, Sultanahmet ve Selanik Meydanlarından geçiyor, oradan da hamallar kahvesine uzanıyor. Gittiği her yerde hürriyeti anlatıyor. Hamallara ders veriyor, askerlere nasihat ediyor. “Hürriyet imanın hassasıdır” diyerek, imanla hürriyeti birlikte zikrediyor.
Hürriyetin düşmanları olduğu gibi, Hür Adam’ın da düşmanları pek çoktu. “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret ve ihtilâftır” diyordu. Cehaletle mücadele için ilmin elmas kılıcı ile mücadele ederken, bir yandan da vatanı istilâ eden Rus ve Ermeni güçlerine karşı top ve tüfekle savaşa katılıyordu. Kaderin cilvesi olarak, Ruslara esir düşüyor ve esir kampına götürülüyor. Hayalimiz de onunla birlikte Kosturma’ya kadar uzanıyor. Rus Kafkas Ordusu Komutanı Nikola Nikolaviç kampı teftişe geldiği zaman herkes ayağa kalkarken, Hür Adam yerinden bile kıpırdamıyor. Bizim yine yüreğimiz ağzımıza geliyor “Eyvah, bu defa kurşuna dizilmekten kurtulamayacak” diyoruz. Ama imanın kudsiyeti ve ilmin izzetine olan sadakati ile yine hayatını ve hürriyetini muhafaza ediyor.
Birinci Dünya Savaşı bitmiş, arkasından başlayan İstiklâl Mücadelesi sonunda “İslâm’ın son ordusu” muzaffer olmuş, vatan düşman istilâsından kurtarılmıştı. Görünürde bir hürriyet sevinci ve coşkusu vardı. Ama Hür Adam, bu hürriyet görüntüsünün altında cereyan eden birşeylerden rahatsızdı. Çünkü yeni bir devletin temelleri atılırken, imanın temellerine dinamit yerleştirildiğini fark ediyordu. Kurtuluş Savaşı kazanılmıştı, ama bir başka mânevî savaş şimdi başlıyordu. Sanki “Küçük cihad bitmiş, şimdi büyük cihad” başlıyordu. Bu cihadın başkomutanı, ancak Hür Adam olabilirdi. Bu görev zaten kendisine “İ’caz-ı Kur’ân’ı beyân et” talimatı ile verilmişti.
“Bu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek” diyen Hür Adam, temellerin çürük zemin üzerine atıldığını görünce, fikrini değiştiriyor, siyaset yerine Kur’ân’ın elmas kılıcı ile mücadele etmeye karar veriyordu. Bu kararını da en iyi şekilde hürriyetin en bol olduğu dağ başlarında tatbik edebilirdi. Onun için yine doğunun yalçın dağlarına doğru yola çıkmıştı. Hayalimiz bu dağlara tırmanmakta zorluk çekse de, biz de peşinden gidiyoruz.
Hür Adam’ın dâvâsında gösterdiği sebat ve gayreti gören hürriyet ve şeriat düşmanları, onu dağlarda da rahat bırakmadılar. “Ya bizimle birlikte olursun, ya da hayatı sana zehir ederiz” diyorlardı. Ama o, zehri yudumlamaya razı oldu, hürriyet yolunu tercih etti. Çileye ve cefaya tâlip oldu. Ondan sonra da ardı arkası kesilmeyen sürgünler, mahkemeler, hapisler, suikastlar devri başladı. Bakalım hayalimiz bu zulümlere ne kadar tahammül edebilecek.
Eskişehir Hapishanesinde günlerce aç ve susuz bırakılıp, tuvalet ihtiyacından bile mahrum edildiği günlerde, Afyon Hapishanesinde zemherî ayında sobasız koğuşunun camları kırılarak ölüme terk edildiğinde, Emirdağ’daki evinde en kuvvetli zehirlerle zehirlenerek acı içinde kıvrandığında, hayalimiz hep Hür Adam’ın yanında oldu. Ona bu kadar eza ve cefaları reva görenlerin de insan görünümlü varlıklar olmasından dolayı, insanlığımızdan utandık.
Hür Adam, aynı zamanda “Nur Adam” dı. Ona zulmeden zalimler, hem cahil, hem de gafil olduklarından, Nur’u zindana kapatarak söndüreceklerini zannediyorlardı. Bilmiyorlardı ki, karanlık ne kadar koyu olursa, ışık o kadar fazla parlardı. Nitekim hapishaneler birer mektep oluyor, en azılı katiller, en gaddar caniler, en belâlı mahkûmlar arasına atılan Hür Adam, onları da en kısa sürede kendine benzetiyor, kalplerini yumuşatıyor, vicdanlarını nurlandırıyordu. Aslında bu durum yöneticilerin de işine gelmesi gerekiyordu, ama onların gözünü kin bürüdüğü için, bundan da rahatsız oluyorlardı. Ama Hür Adam, yani Nur Adam, zindanlara da nur tohumu atıyor, kan ve gözyaşı ile onları sulayıp, neşv-ü nemâ bulmalarını sabırla bekliyordu.
“Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, âhiretimi de.”
Fedakârlığın bu derecesini aklımız almadığı gibi, hayalimiz de almıyordu. Kendisine zulmedenlere kin beslemediği gibi, beddua bile etmiyordu. Bu zamanda insan sevgisinin bu kadarı ancak Bediüzzaman’da bulunabilirdi.
Devlet, Hür Adam’ı gözlerden saklamak ve gönüllerden uzaklaştırmak için yakın tarihin en uzak köşelerinde unutulmaya terk etmişti. Adının anılmasından bile rahatsız olanlar vardı. Ama “Mehmet Tanrısever” adında bir adam çıktı, öyle bir film yaptı ki, devletin de, milletin de nazarlarını bir defa daha Hür Adam’a çekti. O’na muhabbet besleyenler de, muhalefet edenler de bu filmi merakla bekledi, heyecanla seyretti.
Pek çok insan, bu filmi izledikten sonra Hür Adam’ın tarafında yer almaktadır. Usta karikatürist İbrahim Özdabak’ın çok güzel tasvir ettiği gibi, sinema salonuna giren her adam, onu tanıdıktan sonra “Hür Adam” olarak salondan çıkıyor.
Sanki herkes lisân-ı hâli ile “Hepimiz Hür Adamız” diye bağırıyor.

ÜSTÂDIM

Çektiğin çileyi beyaz perdede,
Gördük de hüzüne daldık Üstâdım.
Afyon zindanında, soğuk hücrede,
Ruhumuz üşüdü, donduk Üstâdım.

Mübarek bedeni zehirlediler,
Cevşenle zehiri yendik Üstâdım.
Saidlerin sonu geldi dediler,
Bir öldüysek, bin dirildik Üstâdım.

Salona hâkimdi ruhâniyetin,
Ruhuna rahmetler sunduk Üstâdım.
Perdeye aksetti Nurlu rü’yetin,
Seni karşımızda sandık Üstâdım.

(A. Y.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*