Her türlü iyilik ve yardım sadakadır

Dilencilerin bir çoğu insaf, acıma, yardımseverlik ve dindarlık duygularını sömürerek kolay ve haksız kazanç elde etmeye çalışıyor. Özellikle Ramazan, Cuma namazı, kandil, bayram gibi dinî duyguların daha yoğun olduğu zamanlarda sayıları oldukça artıyor.

Son yıllarda direkt para istemek yerine türlü metotlar deniyorlar. Kimisi hastanede mahsur kalma, yolda kalma gibi mazeretler ileri sürerek dükkân önleri, otobüs durakları gibi işlek yerlerde yardım dileniyorlar. Kimisi de yoksul görünümlü olmayıp, benzin bitmesi, cüzdanını kaybetme vs. gibi mazeretler ileri sürerek insanları dilenci olmadığına, gerçekten yardıma ihtiyacı olduğuna inandırmaya çalışıyor, hatta çoğu kez yardım eden kişilerin adresini isteyerek parayı geri gönderme sözü veriyorlar…

Peki dilenciye para vermek doğru mu? Bizden yardım isteyen birine el uzatmamak bize nasıl vebal getirir? Bunları Uludağ İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç Dr. Salih Karacabey ile konuştuk…

İlk önce sadaka nedir onu öğrenelim?

Sadaka başkasına yapılan iyiliktir. Sadaka lafzını bizim toplumumuz biraz yanlış anlıyor. Toplumuzda sadaka deyince dilenciye verilen para ya da fıtır sadakası vs. gibi algılanıyor. Hâlbuki sadaka iyiliktir. Kişinin ailesinden başlayarak toplum içerisinde iyilik yapması bu kapsam içerisindedir.

Yani insan yakınlarına yaptığı harcamadan dolayı sevap kazanır mı?

Bu soruya Peygamberimiz (asm) çok güzel bir cevap veriyor: “Eşinin ağzına koyduğun bir lokma da sadakadır ve sana sevap kazandırır” diyor. O yüzden Peygamberimiz (asm) ‘İyilik yaparken bakmakla yükümlü olduğun insanlardan başlamalı’ buyuruyor. Kendi çocuklarının ihtiyacını gördükten sonra başkasına bakılmalı. Herkes kendi yakınlarından başlarsa toplumda ihtiyaç sahibi insan azalır ve ihtiyacı olduğu halde haberdar olunmayan insan kalmaz. Bazen öyle oluyor ki kişinin gerçekten ihtiyacı var ve biz haberdar olamıyoruz. O kişinin yakınları, kardeşi, annesi, babası zengin, ama yakınlık görevini yerine getirmiyor, dışarıdan bakan bunu fark etmiyor ve o kişi mağdur kalıyor. Böyle bir mağduriyet yaşanıyorsa yakınları sorumludur.

Bir insan evden çıkarken: “Ya Rab! Eşimin çocuklarımın rızkını temin etmek üzere evden çıkıyorum. Bana helâlinden bol rızık ver” diye duâ etse, yola çıkıp geri dönemeden ölürse şehit olur. Kişinin ailesine karşı yardımı çok önemlidir. Bu prensip insanların vazgeçilmezi olduğu zaman toplumda mağdur kalmaz.

Genellikle dilencilerin önünden geçerken içimiz sızlıyor, para verip vermemek arasında kalıyoruz. Bizden yardım isteyen birine el uzatmamak doğru mu?

Öncelikle temel prensip: “İhtiyacı olana yardım etmektir.” Peygamberimiz’den (asm) şöyle örnek vermek mümkün; Peygamberimiz (asm) buyuruyor ki: “Bir Müslüman uyandığında onun gün içinde 360 sadaka vermesi gerekir.” Sahabe şaşırıyor: “Bu kadar sadakayı nasıl veririz? Bu zor bir şey.” Resulallah (asm) şöyle cevap veriyor: “İmkânı olan maddi sadaka verir. İmkânınız yoksa sadaka verene yardım edersiniz. Buna da gücünüz yetmiyorsa, bileğinin üzerine yük yüklemeye gücü yetmeyen adama, yardım edersiniz. Bu da bir sadaka olur.” Karşıdan karşıya geçemeyen birine yardım edersin. İnsana yardım edebileceğiniz her şey sadakadır. Eğer hiçbir şeye gücünüz yetmezse, kimseye kötülük etmezsiniz o da kendinize bir sadakadır.

Bir Müslüman sabah uyanınca iki görevim var diye düşünmeli: Birisi Allah’ın bana verdiği kulluk görevini yerine getirmek, ibadetleri yapmak. İkincisi; Allah’ın kullarına yardım etmek. İnsanların dışındaki canlılar da Allah’ın kuludur. Hayvanlara, bitkilere yardım etmek de sadakadır.

İyilik yapmak, her zaman cebindeki parayı çıkarıp başkasına vermek değildir. Zaten Kur’ân-ı Kerim’de Allah cimri olmamayı tavsiye ederken “Saçıp savurmayın, muhtaç duruma düşmeyin” buyuruyor. Kendinizi ve bakmakla yükümlü olduğunuz insanları da düşüneceksiniz. Eşine, çocuklarına iyi davranmak da kişinin yükümlülükleri arasındadır.

Bize el uzatan dilencinin gerçekten ihtiyaç sahibi olup olmadığını anlamıyoruz. Bu işin bir sektör haline geldiğini de göz önünde bulundurarak dilencilere nasıl davranmalıyız?

Bazı mahallelerde standart kadrolu dilenciler var. Böyle bir insana yardım etmeye gerek yok. Belli ki bunu iş edinmiş. İhtiyacı olmadığı halde istemeyi alışkanlık haline getirmiş birinin durumunu değerlendirip para vermemeniz bile gerekebilir.

Ama tanımadığınız birisi karşınıza gelip dedi ki; “İhtiyaç sahibiyim. Allah rızası için bana şöyle bir yardımda bulunun.” Bir an duraksıyorsunuz, gerçekten ihtiyacı var mı? Aklınıza şüphe geliyor; ya değilse! Bir de tersinden düşünün. Gerçekten 2-3 gündür yiyecek bir şey bulamamışsa, bu insan mağdurdur. Onun asgari ihtiyacını giderecek kadar yardımda bulunmak gerçekte lâyık olmasa bile geri çevirmekten daha hayırlıdır.

Bir gün sahabeden biri sadaka vermek istiyor. İhtiyacı olduğunu düşündüğü birinin yanına para koyuyor. Biliyorsunuz “Bu sadakadır” demek şart değil… O adam da parayı alıyor. Sonra sahabeden bazıları diyor ki: “Bugün zengin bir adama sadaka verdin.” Adam “Bu verdiğim sadaka yerine gelmedi” diye düşünerek başka birine sadaka veriyor. O da lâyık olmayan biri çıkıyor. Adamcağızın gönlü yine tatmin olmuyor, birine daha veriyor, bakıyor ki o da lâyık değil. Sonra Peygamber Efendimiz’e (asm) soruyor. Resulullah da şöyle buyuruyor: “Sen niyetinle sevabını alırsın. Sonrası diğerinin problemi…” Bu olayı düşünerek ihtiyaç sahibi olduğunu düşündüğümüz kişiye para vermek, vermemekten daha hayırlıdır. Çünkü Resulullah “Allah adına isteyene verin” diyor. Yalan söylüyorsa onun problemi.

O zaman bizden yardım isteyen kişi, gerçekten ihtiyaç sahibiyse biz ona vermezsek üzerimize vebal mi oluyor?

Evet, ihtiyaç sahibi birine yardım etmemek sorumluluk getirir.

Dilencilik her geçen gün farklı metotlarla karşımıza çıkıyor. “Yol param yetmedi, otobüsüme binemiyorum, hastaneden taburcu olamıyorum…” gibi bir sürü bahanelerle insanlar yardım istiyorlar. Karşımıza çıkanların gerçekten ihtiyacı var mı anlamadığımız gibi hepsine yardım etmemiz de mümkün değil. Bu durumda ne yapmalıyız?

Bunu istismar edenler maalesef var. Bunlara karşı devletin aldığı tedbirler var. Meselâ bakıyorsunuz bir vatandaş geliyor “Ben falan yerden geldim, geri de dönemiyorum bana yardım eder misin?” diyor. Aynı insana gel biletini alayım deyince “Şimdi gitmeyeceğim” diyor. Ben de soruyorum “Kaymakamlığa gittin mi?” İlçe kaymakamlığında sosyal yardımlaşma ve dayanışma fonu var. Orada yolda kalanlar için yardım yapılıyor. İstismarcıya yardım etmek de bazen topluma kötülük etmek oluyor. Bu sefer gerçek ihtiyaç sahibini mağdur ediyorsun.

Artık bu nokta sizin vicdanî kanaatinize kalıyor. Gerçekten ihtiyaç sahibi olabilir kanaatini veriyorsa yardım yapmak gerekiyor.

Resulullah (asm) zamanında Peygamberimizin (asm) yanına biri geliyor “İhtiyacım var bana yardım eder misin?” diyor. Peygamberimiz (asm) adamın durumuna bakıyor, gayet sağlıklı… “Hiç paran var mı?” diye soruyor. Adam bir miktar parasının olduğunu söylüyor, Peygamberimiz (asm) de “O parayla bir ip ve balta al sonra git filan yerden odun topla, getir, sat.” Sahabe sözünü dinliyor, odunları getirip satıyor, bir müddet sonra o zat Resullullah’ın huzuruna gelip “Şu kadar para kazandım” diyor. Peygamberimiz (asm) şöyle buyuruyor: “Kişinin yediği en helâl lokma elinin emeğinden yediği lokmadır.” Hz. Davud (as) da el emeği ile geçinirdi. Allah’ın gönderdiği hiçbir peygamber insanlara istemeyi tavsiye etmemiştir. Gerçekten zorunlu olmadıkça başkasından bir şey istemek doğru değildir.

Hz. Aişe (r.anha) validemizin anlattığı çok ilginç bir olay var. Yanında iki kız çocuğu ile bir hanımefendi Aişe (r.anha) validemizin yanına geliyor ve diyor ki: “Birkaç gündür açız, bize ikram edeceğiniz bir şey var mı?” Aişe (r.anha) validemiz bakıyor 3 tane hurmadan başka bir şey yok… Getiriyor kadına ve çocuklara veriyor. Kadın kendi hurmasını yemiyor, çocuklarına veriyor. Çıktıktan sonra Peygamberimiz (asm) geliyor. Duygulanan Aişe (r.anha) validemiz ona durumu anlatınca Peygamberimiz (asm) çok üzülüyor ve şöyle buyuruyor: “Kim bu çocukların sorumluluğunu üstlenirse ahirette cennete gider.”
O mağduriyet içinde olabildiğince yardım edildiğini görüyoruz.

Peygamberimiz (asm) kıtlık ya da açlık çekmeyebilirdi, elini açıp Allah’tan istese biliyoruz ki Allah onu mağdur etmezdi. Resulullah (asm) Allah’tan bile istememiş, bunun hikmeti nedir?

Onun Allah’tan kolaylık istememesini belki ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekir. Hz Musa (as), İsrailoğullarını Firavun’dan kurtardığında deniz yarıldı, içinden geçtiler. Allah onlara ulaşamayacakları bir nimet verdi. Sonra Sina Çölü’ne geçince Allah onlara kudret helvası, bıldırcın eti gönderdi. Çölde onunla beslendiler. Hz. İsa (as) havarileriyle beraber Allah’a duâ etti, gökten günlük yiyecekleri indi ve onunla beslendiler. Ama Peygamberimiz (asm), ne kendisi ne de sahabeleri için böyle bir talepte bulunmadı. Resulullah (asm) şöyle buyurdu: “Her peygamberin ümmeti için yaptığı bir duâ var. Ben duâmı ahirete sakladım, ümmetime şefaat için.”

Resulullah’ın (asm) son peygamber olarak gönderilmesindeki hikmet olarak da bunu anlamak lâzımdır. İnsanın başına gelebilecek her zorluğu Resullullah (asm) kendi başına yaşamıştır. Nasıl örnek olunması gerekiyorsa o konuda bize örnek olmuştur. Akla dayalı, hak ve adalete dayalı, dürüstlüğe dayalı insani mücadele neyi gerektiriyorsa onu yapmıştır. Efendimiz (asm) şöyle buyuruyor: “Eğer isteseydim Uhud Dağı benim için altın olurdu.” Ama istememiştir…

Konuyu araştırırken birkaç tane hadis ilgimi çekti. Bunlardan biri “Gece dilencileri geri çevirmeyiniz; çünkü onlar ne ins, ne de cin taifesindendir. Allah’ın size verdiği nimetler hususunda sizin ne yapacağınızı görmek için gönderilmiştir.” Diğeri; “Dilenciler doğru söylemişlerse eğer ihtiyaç sahibiyseler onları reddeden ferah bulamaz. Kim bir miskini buyur ederse, cennet ona vacip olur.”

Bunlar sahih hadisler mi?

Bu özellikle “Gece isteyenleri geri çevirmeyin” hadisi bildiğim kadarıyla sahih bir hadis değildir. Diğerleri de zayıf olmakla beraber demin dediğim gibi Allah’ın adını vererek ihtiyaç sahibi olduğunu iddia ediyorsa ve de biz bilmiyorsak Allah’ı şahit tutuyorsa, biz onun doğru söylediğine inanmak durumundayız. Dolayısıyla yardım etmemiz gerekebilir…

Miskin ifadesi bizim dilimizde farklı, hadislerde farklıdır. Kur’ân-ı Kerim’de de geçer. Bizde olumsuz mânâda kullanılır. Ama Kur’ân’daki anlamı şudur: “İhtiyaç sahibi olduğu halde ihtiyacını söyleyemeyen insan…” Peygamberimiz’e Allah (cc) şöyle buyuruyor: “Aslında sen onları yüzlerinden tanırsın, kendileri söylemezler…” İşte bir insanın kendisi söylemese dahi ihtiyaç sahibi olduğunu fark etmişsek, ona kendisine hissettirmeden bir iyilik yapmak gerekir. Bizim dedelerimiz Osmanlı’da bunun örnekleri vardır. Sadaka taşlarına bırakılır. İhtiyacı olan ihtiyacı olduğu kadar alır. Toplum böyle olduğu zaman insanoğlu ihtiyaç sahibi durumuna düşmez.

Peki öyle yardımsever bir toplumdan bu hâle nasıl geldik?

Toplumun görevini yerine getirmemesiyle ilgili bir örnek vermek istiyorum. 8-10 yıl kadar önceydi. Son sınıflardan bir öğrencim geldi. “Hocam, heykel civarında ayakkabı boyayan bir çocukla karşılaştık. İhtiyaç sahibi olduğunu söyledi. Ayakkabı boyayarak ailesini geçindiriyormuş. Biz de ona yardım edelim istedik” diyerek yol göstermemi istediler. “Öncelikle bu niyetinizden dolayı sizi kutluyorum, çok güzel. Adresini aldınız mı?” diye sordum “Aldık” dediler. “Çocuğu evinde ziyaret edin, ailesiyle tanışın, gerçekten ihtiyaç sahibi mi onu öğrenin. Eğer ihtiyaç sahibiyse o mahalleye en yakın camiye gidin. Caminin imamına çocuğun adresini verin. Sonra mahallenin muhtarına gidin. İkisinin ilgilenmesi gerektiğini, sizin de yardım edeceğinizi söyleyin” dedim. Niye böyle yapın dedim biliyor musunuz? Bir caminin imamı bana göre o mahallede olan her şeyden sorumludur. İhtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermek imamın sorumluluğundadır. Bir mahallede ihtiyaç sahibi varsa; komşular, mahallenin imamı, muhtarı, hatta ilkokul öğretmeni dayanışma içerisinde ihtiyaç sahibi olanları belirler. Yine mahallenin zenginleri fakirlerin ihtiyaçlarını giderirlerse, dilenmek zorunda olan insan kalmaz.

Peygamberimiz’in (asm) ifade ettiği bir husus var: “Her biriniz yöneticisiniz ve sorumlusunuz.” Bu hadis bir prensibi ortaya koyuyor. Evin reisi ailesinden sorumlu. Evin hanımı evinden sorumlu. Çalışan personel sahibine karşı yaptığı işten sorumlu. Devleti idare eden şahıs devletten sorumlu. Sorumluluk alanınız geniş olabilir, dar olabilir ama hiç kimsenin sorumluluğu önemsiz değildir. Toplumu oluşturan fertlerden bir kısmı sorumluluğunu yerine getirmezse o sorumsuzluk başkalarına da sirayet eder.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*