Heykel tartışması

Gerçek şu ki, Bediüzzaman “1338’de (1922) Ankara’ya gittim. Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessasâne çalıştığını gördüm. ‘Eyvâh!’ dedim. ‘Bu ejderha imanın erkânına ilişecek” ibâresiyle, Ankara’dan ayrılma sebebinin içyüzünü izâh eder. (Lem’âlar, 239)

“BU ADAMLARLA HAKİKÎ VE CİDDÎ İŞ GÖRÜLMEZ!”

Birinci Meclis’te İkinci Grubun başında yer alan dostlarından Ali Şükrü Bey’in öldürtülmesinden birkaç hafta sonra Ankara’dan ayrılmaya karar veren Bediüzzaman, o günkü “Ankara reisleri” ve hükûmetiyle birlikte çalışmasının mümkün olmadığını, aslında en evvel “beyannâme”de bildirir. “Sırr-ı tevâtür ve icma’ı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili (İslâm âlimlerinin ittifakı, tevâtürü ve ortak kanaatiyle gelen İslâm’ın ve esaslarına, şeâirlerine dair delilleri) dinlemeyen ve safsata-i nefis (nefsin safsatası) ve vesvese-i şeytandan (şeytanın vesvesesinden) gelen vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez” beyânıyla ilân eder.

“ANKARA’DA EN KARA BİR HÂLET-İ RUHİYE…”

Bediüzzaman, Ankara’da bulunduğu dönemi ve Meclis’teki karşılaşma ve görüşmelerin neticesini ve Ankara ziyaretinin hülâsasını Risâlelerde “Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhîye hissettim” cümlesinde derceder. (Lemalar, İhtiyarlar Risâlesi, 287)
Bilâhare 1950’lerde bu ifâde okunurken, meselenin mâhiyetini, “Ankara’da en kara bir vaziyet ve durumu hissetmek değil, bizatihi görmüştüm. Ben Ankara’daki Hacı Bayram Veli Hazretlerinin hatırı için ‘hissettim’ diye ifâde ettim. Yoksa o karanlık durumlar his değil, bizatihi gördüğüm işlerdi” diye açıklığa kavuşturur. (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 262)
Hulâsa Birinci Mebus Siverek mesubu Abdûlgani Ensari’nin, “Üstâd Hazretleri’nin Ankara’dan ayrılacağı zamana yakın günlerde, bir gece rüyamda gördüm ki Peygamber Efendimiz (a.s.m.) sahabe ve yârânı ile birlikte, tam Meclis’in üstünden göğe doğru uçarak yükselip tâ kayboluncaya kadar gittiler. Ben sabahleyin bu rüyamı Üstâd Hazretleri’ne hikâye ettim. Çok üzüldü, müteesir oldu. Epey düşündü, sonra bana dedi, ‘Ey Ensari! Bu rüya işâret ediyor ki; artık sizin Meclisinizde iman nuru, mâneviyat ve ruhaniyyat tesiri uçtu, gitti…” hâtırası, Bediüzzaman’ın Ankara’dan ayrılışının perde arkasını aralayan gerçek sebebi olur. (Abdülkadir Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, c. 1, 572-573))

AYRILIŞTAN ÖNCE “HEYKEL TARTIŞMASI”

Bu arada Bediüzzaman’ın Ankara’dan ayrılmaya karar verdiği sırada, enteresan bir “heykel” tartışması olur. İlginçtir, bu “heykel tartışması” Bediüzzaman’ın Ankara’dan ayrılışına kadar sürer.
Bu mevzuda Abdülgani Ensari’nin, “M. Kemal Paşa heykelini yaptırmaya ilk teşebbüs ettiği sıralarda, Üstâd Hazretleri ona hitaben uzun bir mektub yazdı ve Paşa’nın yâverine verdi, M. Kemal Paşa’ya vermesini söyledi. O mektubu ben de görmüş, çok korkmuştum. Hatırımda kalan bir kaç cümlesi şöyle idi: ‘Nasıl ki insanın avret yeri mestûr olduğu zaman, sair insan ve mahlûkat görmezler. Amma eğer bir insan, bilerek ve kasten avret yerini açar, dolaşırsa; o zaman herkese maskara olur. Aynen öyle de, bu sanem (put) ve heykel dahi, âlemi İslâm’ın bin seneden beri bayraktarlığını yapmış olan bu milleti temsil etmediği gibi, gayet ahmak ve divâne birisinin avret yerini açarak halka teşhir eder misüllü bir hamakat (ahmaklık) ve maskaralıktır. Bu millet için yapılacak heykel; yol, köprü, mektep vesâire gibi hizmetlerdir” hâtırası, Said Nursî ile M. Kemal arasındaki “heykel münâkaşası”nı teyid eden bir diğer delil olur. (Badıllı, 573)
Bediüzzaman’la birlikte İstanbul’da İngilizlere karşı Hutûvâtı Sitte’yi neşreden ve ardından Bediüzzaman’ın destek için önceden Ankara’ya gönderdiği Van mebusu Tevfik Demiroğlu, “Üstâd’ı Ankara’da son olarak, istasyonda M. Kemal’le konuşurken gördüm. Ben yanlarındaydım. O zaman M. Kemal’in Sarayburnu’na heykelinin yapılması düşünülüyordu. Buna karşılık ilk olarak Sokulluların adamı olan, sarıklı avukatlardan Abdünnafi Efendi karşı çıktı. İstanbul’dan Ankara’ya telgraflar çekti. ‘Hilâfet merkezine heykeller dikilmez’ diye…” belirtir.

“PAŞA, BİZ SANA HEYKEL DİKMEN İÇİN YARDIM ETMEDİK …”

Keza Afyon Mahkemesi’nde Bediüzzaman’ın avukatlığını yapan Av. Hulusî Bitlisî Aktürk’ün 11 Ocak I949’da Yargıtay Birinci Ceza Dairesi’nde yaptığı temyiz müdafaasında; “Cumhuriyetimizin iptidalarında (başlarında), müvekkilim (Said Nursî) Ankara’da bulunurken; Atatürk, müvekkilimin heykel hakkındaki kanaatlarını sormasına karşı, müvekkilim ona karşı şiddetli bir sûrette cevap verir” diye nakleder.
Bediüzzaman’ın trenle Ankara’dan Van’a gitmek üzere istasyona geldiği ve dostları tarafından uğurlandığı, bu esnada M. Kemal’in yanına gelerek ayak üzeri heykel konusunda konuştuklarını anlatan Av. Hulûsî Bitlisî Aktürk, “Bedüzzaman da, ‘Büyük Kur’ân’ımızın bütün hücumu heykelleredir. Müslümanların heykelleri ise hastaneler, mektepler, yetimleri koruyan yurtlar, mâbedler, yollar gibi âbideler olmalıdır” cevabını verdiğini aktarır. (Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, 264-265; Afyon Mahkemesi Müdafaası, -Teksir-  16, Badıllı, a.g.e.))
Bediüzzaman’ın Ankara istasyonunda M. Kemal’e, “Paşa, biz sana heykel dikmen için yardım etmedik…’ dediğini duyup şâhid olduğunu nakleder. (Necmeddin Şahiner, Son Şâhitler, c. 1, 226)
Bediüzzaman’ın Ankara’dan Anadolu Bağdat Demiryolu ile Genbuze (Gebze) üzerinden Van’a gittiği, birinci mevki tren biletinden okunmakta. Ancak Bediüzzaman’ın “Said Kürdî Efendi” ismiyle ve “Said” imzasıyla 29 Nisan 1923 Çarşamba günü aldığı biletle 3 Mayıs 1923 Pazar günü Ankara’dan ayrıldığı”nı yazmasına karşılık, Bediüzzaman’ın tren biletini 30 Haziran 1923 günü aldığı, bu biletin 13 Temmuz’a kada geçerli olduğu ve bu sürede, kuvvetli ihtimal ile 30 Haziran 1923’te Ankara’dan ayrıldığı belirtilmekte… (Şahiner, 266; Badıllı, 576)

VE “MEKTUB”UN MÂHİYETİ…

Diğer yandan Habertürk gazetesinde gündeme getirilen ve “Cumhurbaşkanlığı arşivi”nde olduğu iddia edilen  “mektub”un da tahkike ihtiyacı olduğu görülmekte.
Gerek Bediüzzaman’ın eserlerinden, başta Tarihçe-i Hayatı olmak üzere lâhika mektuplarından, Nur Talebelerinin ve başta birinci dönem Meclis’teki mebusların şâhidlerinden, şimdiye kadar Bediüzzaman’ın M. Kemal’e doğrudan yazdığı bir mektuba dair en ufak bir bilgi ya da herhangi bir hâtıra yok.
Bununla beraber sözkonusu “mektub”un, Bediüzzaman’ın 1 Şubat 1922’de Meclis’te mebuslara ve komutanlara dağıttığı ve M. Kemal’e okuması için Kâzım Karabekir’e verdiği ve Kâzım Kârabekir’in kendisine okuduğu on maddelik “beyannâme”yle hitap kısmı hâriç, baştan sona noktası ve virgülüyle aynı olması, bu açıdan dikkat çekici.
O günkü şartlarda Bediüzzaman’ın her bir mebusun ya da komutanın şahsına özel hitapla ayrı ayrı mektup yazıp bastırması pek ihtimal dahilinde olmadığına göre, matbu “beyannâme”nin üstüne aynı karakterde ve aynı düzgünlükte—M. Kemal’e—“hitab”ın bulunması, beraberinde bazı soru işâretlerini getirmekte. Bediüzzaman’ın Kâzım Karabekir’le M. Kemal’e gönderdiği “beyannâme”nin üst kısmına mevzubahis ifâdenin sonradan ilâve edilip “mahremdir” diye numara verilerek saklandığı kanaatini ortaya çıkarmakta.
Bu bakımdan Ankara Millî Kütüphane’de kayıtlı, M. Kemal’in yakın çevresinden Şebinkarahisar mebusu Ali Surûrî Tönük’ün “özel hâtıra defteri”nde Bediüzzaman’la M. Kemal’in “mubâhasesini (sohbetini-tartışmasını)”, “Takrîben akşam namâzı sıralarında Meclis dağılırken baktım, Dîvân-ı Riyâset Odasında Kemâl Paşa ile Bedîüzzaman Molla Saîd-i Kürdî arasında bir mübâhase var. Ben de dinledim. Bir sâat kadar imtidâd etti (uzadı)” notuyla ikrar ederken, bahsettiği “mektub”un muhtevasının, Bediüzzaman’ın Karabekir Paşa ile M. Kemal’e gönderdiği “beyânnâme” olması da “mektup”la “beyannâme”nin aynı olduğunu ispatlamakta…
Bunun içindir ki Tönük’ün, “Mübâhasenin ibtidâsı; Bedîüzzamân’ın Kemâl Paşa’ya ve dahâ bazı arkadaşlara yazdığı mektub”un, Bediüzzaman’ın M. Kemal dahil diğer mebuslara ve komutanlara dağıttığı ve gönderdiği “beyannâme” olduğu anlaşılmakta…

“MUBÂHASE”NİN KONUSU “MEKTUP” MU, “BEYANNÂME” Mİ?

Ayrıca belirtilen tarihler ve “mektub”un Tönük’ün bahsettiği “25 Teşrîn-i sânî 1338 mubâhasesi”nden önce yazıldığı hesaplandığında, olsa olsa Bediüzzaman’ın “beyannâme”den önce bir benzerini M. Kemal’e ve mebuslara yazdığı, daha sonra bunu umûm Meclis’e “beyânnâme” olarak neşrettiği şeklinde yorumlanabilir.
Başka bir cihetiyle, Tönük’ün, “Kemal Paşa, meâl-i mektûbun siyâsete derkâr olan (siyaseti ihtiva eden)  mahâzîrinden (mahzurlarından) ve hiç olmazsa yalnız kendisine yazılsa idi bu mahzûrun o kadar vârid olmayacağından bahisle Bedîüzzamân’a darıldı” cümlesi, “mübâhase”de sözünü ettiği “mektub”un dağıtılan “beyannâme” olduğunu göstermekte.
Özetle Bediüzzaman’ın ikazının yer aldığı “beyânnâme”den farklı olarak başındaki mâlum “hitabı”yla “Said Nursî’nin M. Kemal’e övgüler” dizdiği tarzında tahrifle “dindar Atatürk” portresini çizmeye çalışanların meseleyi ne denli manipüle ettikleri sırıtıyor.

Zira Bediüzzaman’ın eserlerindeki kayıtlar meydanda. Risâlelerde en açık ifâdelerle bu kayıtların tam tersi yer alıyor. Bediüzzaman’ın Ankara’daki teşhis ve kanaatlerinin aksine bir “Atatürk imajı” peşindekilerin “barıştırma” yeltenmeleri de bu haliyle de boşa çıkıyor.
Kaldı ki “mektub”un başındaki hitabı Bediüzzaman tarafından yazılsa dahi, başta bizzat tebliğ ve ikazdan önce bunun “ân’anatı milliyei İslâmiye (İslâmî millî an’âne ve esaslar) lehinde istimal edilebilir acib bir dehayı askerîyi (askerî dehayı), an’ane aleyhine çevirmemek” ve “bu dehayı kuşkulandırmamak” için olduğu, Bediüzzaman’ın beyânlarından ve şâhidlerin hâtıralarından anlaşılmakta. (Tarihçe-i Hayat, 341-342)
Kısacası, ilk önce Bediüzzaman’ın başta M. Kemal olmak üzere on dokuzu aşkın şifreli telgraflarla ısrarlı dâvetlerle Ankara’ya geldiği ve Meclis’te “hoşamedi (hoş geldin) merâsimi” ile karşılandığı Meclis zabıtlarıyla ispatlandığı gibi, Meclis’te M. Kemal’le karşılaşması, tartışması, neşredip dağıttığı on maddelik beyannâme ve akisleriyle Meclis’teki görüşmelerin muhtevası yine Meclis zabıtları, dönemin mebusları ve şâhidlerin ikrarıyla, yazılı belgelerle belgelenmekte…
Neticede mâlum “mektub”un mâhiyeti,—bulunduğu belirtilen—“Cumhurbaşkanlığı arşivi”nden çıkarılıp ciddî olarak incelenmesiyle vuzûha kavuşacak…
— SON —

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*