İnsanlar, yeryüzüne ayak bastıkları günden itibaren, devamlı terakki ve tekâmül kanunlarına tabi olmuş ve bu yolda basamakları tek tek çıkarak çağları atlamış, ilim ve medeniyet hususunda ilerleme kaydetmişlerdir.
Karanlık bir âlemden, aydınlık bir dünyada gözünü açan insanoğlu, her türlü bilgiye ve öğrenmeye muhtaç yaratılmıştır.
Bilmek için öğrenmek, öğrenmek için de okumak gerekir. Öğrenmenin en önemli vasıtaları kelime ve sesleri çıkaran dil ve o sesleri duyan kulaklardır. Yüce Yaratıcı Allah Teâlâ’nın sevgili Peygamberine ilk emri “OKU” olarak, şöyle buyurdu: “Yaratan Rabbinin adıyla oku! Oku! İnsana bilmediklerini öğreten, kalemle yazmayı ta’lim eden Rabbin, en büyük Kerem sahibidir.”(1)
Burada “Ey kendini insan bilen insan kendini oku!” denilerek insanı okumak, olayları okumak, düşünceleri okumak, gözünden okumak, bazı hareketlerden manaları çıkarıp okumak, gizli bir duyguyu anlamak, kavramak, hissetmek tarzındaki bir çok mecâzi okumalar akla gelse de, esas itibariyle kast edilen yazılı metinleri okumaktır. En esaslı bilgiler, yazılı metinlerle tesbit edilen ve zamana nakşedilen kalıcı bilgilerdir.
Yaklaşık 1000 yıl önce yaşamış olan İmam-ı Gazalî’nin yazılı metinlerinden, eserlerinden istifade ediyoruz. Sokrates MÖ. 399’da ölmesine rağmen, aramızda şu anda yaşıyormuş gibi yazılı eserlerinden yararlanıyoruz. İlim adamları ancak bıraktıkları eserleriyle, yazılı metinleriyle yaşarlar ve adeta ölümsüzleşirler.
Yine varlığımızın ve vücudumuzun en önemli organlarından biri olan kulaklar üzerinde durmaya çalışacağız. Dikkat ederseniz her ele aldığımız bir organın başına bir “EN önemli” kelimelerini yerleştiriyoruz. Zira, bütün organlar arasında daha az önemli olan bir tek tanesi söz konusu değildir. Her bir organ konumuna göre en önemlisidir.
Yeryüzünde, tabiatın her bir yanından İlahî bir orkestra, kulakları manaya da açık olanlar için; her an bir beste, nazik, nazenin bir nağme, bir mana fısıldıyor, bazen yüksek hakikatlari terennüm ediyor. Allâh insana sonsuz nimetler vermiştir. Ayrıca bu nimetlerin yanında bir de bu nimetlerden istifade edecek muazzam organ ve cihazlar da vermiştir. Göze karşılık süslü, müzeyyen güzellikler yaratmış, sindirim sistemine karşılık çeşit çeşit besinler, yiyecekler yaratmışken; kulağa mukabil de sonsuz fıtri, doğal, hoş sadalar, sesler halketmiştir. İşte o sonsuz nimetlerin en önemlilerinden bir tanesi de seslerin yaratılmış olmasıdır diyebiliriz. Allâh, ilk insanla beraber ona kelimeleri öğretti. Ve o kelimeleri konuşsun, telâfüz etsin diye de ses tellerini ve dilini yarattı. Bunların yanında kulaklar yaratılmasaydı eğer, bütün o sesler bir şeye yaramazdı. İşte Allah, o sesleri değerlendirmek ve anlamlandırmak için kulakları yarattı ve içini de çihazlarla donattı. Ses sistemi bütün vücudun mükemmel bir uyum içinde çalışmasıyla oluşur. Bu sistem akciğerler gırtlak ve ses telleri düzeneği ile ifade edilebilir. Asıl ses sistemi, tüm bedenimiz ve ‘ruh halimiz’ dir. Ayrıca iç duygularımızdan gelen en manalı hissi sesler de vardır. Bunlardan birinin eksikliği halinde, şüphesiz tümünün hiç bir önemi kalmaz ve hepsi abesiyete giderdi.
Bildiğiniz gibi ilk okullardan başlamak üzere, öğrencilere hep 5 duyu organlarından bahsedilir. Daha önceki bahislerde de kısmen bunların üzerinde durmuştuk. Bunlar göz, kulak, burun, dil ve dokunma duyusu deriden oluşmaktadırlar ki; görme, koklama, işitme, tat alma ve dokunma işlevlerini, faaliyetlerini yerine getirirler. Bilim literatüründe bu beş duyu organı kabul edilmekle birlikte, bunlara iki ek algıyı da ilave edenler vardır. Bunlara iç algı ile vestibüller algı denir. Aslında bu ek algılar, 5 duyu organının çeşitli kombinasyonları ve etkileşimleri olarak kabul edilirler. Fazladan olan bu ek duyulardan biri; “denge duyusu” iç kulak ve görsel sistem tarafından sağlanan bilgilerle dengeyi düzenleyen sistem olarak kabul edilir. “Kinestezi” duyusu ise, vücudumuzun konumunu ve hareketini algılayan ve bu bilgileri beyine ileten duyu sistemidir.
Her duyu organı bize dünya ve bütün evren hakkında benzersiz bilgiler sağlarlar. Bu duyulardan her biri içinde bulunduğumuz ve yaşadığımız hakikatlerin farklı yönünü algılayıp tesbit ederler.
Biz burada, bu duyu organlarını teker teker ele alıp inceliyoruz. Lâkin gerçek hayatta bizim davranışlarımız ve algılarımız, birden çok duyudan hasıl olan bilgilerin bir arada değerlendirilmesiyle gerçek şekline kavuşurlar. Mesela gözlerimizle bir şeyi seyredip görürken, diğer yandan kulaklarımızda bazı sesleri duyarız, aynı zamanda burnumuzla enva-ı çeşit kokular alırız veya aynı anda ağzımızda bulunan bir besinden dilimizle zevklenip tat alırız. İşte burada beyin sinir hücreleri birden çok duyusal kaynaktan gelen bu bilgileri birleştiriyor ve bizde bulunan bu mevcut düşünce algılarımızı oluşturuyor.
İşitme bilgileri genellikle beynin “temporal lobun” denilen kısmında işitme korteksinde işlenir ve değerlendirilir. Duyular arası cereyan eden bir etkileşim ile algılamada bir bütünlük arz eder. Bu durum yaşadığımız tecrübelerle zenginleştirilir ve bu suretle çevremizle daha derin ve daha anlamlı bir bağlantı kurmamızı ve sosyal hayatta daha esaslı ilişkilerimizi sağlamış oluruz.
Burada öncelikle kendimi sorguladığım ve sizlere de sormak istediğim şöyle bir soruyu sormak isterim. Bu beş temel duyu organlarımız dışında tasavvur edebileceğiniz ve bir eksikliği doldurabilecek başka duyu organlarını tesbit edip önerebilir misiniz? Mesela bu hususta şöyle bir organ olsaydı daha mükemmel bir duyu organı daha ortaya çıkacaktı diyebileceğiniz bir organ? Bunun için saatler, günler, aylar değil; belki de yıllarca zaman verilse dahi, böylesi bir tesbitte bulunabilirmisiniz? Şimdiye kadar hiç bir bilim insanı ne böyle bir şeye tevessül etmiş ve ne de böyle bir tesbitte bulunabilmiş değildir.
Demek ki, basit bir ifadeyle; “Başı gören, o başa uygun şapkayı da uydurur” misali, insanı yaratan, onun varlığına ve yaşamına uygun lâzım gelen, bütün organları da eksiksiz, ama mükemmel bir şekilde yaratan Cenab-ı Allâh’tır ki; İlmiyle, kudretiyle ve hikmetiyle hep işliyor, süslüyor, donatıyor ve yaratıyor.
Bu evrendeki bütün varlıklarda ve özellikle insanın fizikî yaratılışı yanında duyu organları, hissiyat ve diğer lâtifeleri itibariyle dakik, intizamlı ve düzenli yapısına işareten, Allâh Te’alâ, Kur’an’ı Kerim’de; “Fetebârekellâhu Ehsenü’l-Halıkin” diyerek işaret ediyor. İşte o âyetlerden bir tanesinde şöyle buyuruyor: “Sonra nütfe (embriyo) yi, alaka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden alakayı, bir parçacık et haline getirdik; bu parçacık eti kemiklere (iskelete) çevirdik. Bu kemikleri etle kapladım. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yaratanların en güzeli olan Allâh pek yücedir.”(2)
Her şeyi hikmetle yaratan Cenab-ı Allâh’ın bizlere ihsan ettiği en kıymetli organlardan biri de işitme organıdır. İşitme duyusunu kaybeden insanlar için bu kâinat sessizlikler âlemine dönüşür. Zira sağır insan, aynı zamanda dilsizdir. Çünkü, kendi sesini duymayan ve konuşulanı işitmeyen bir insan aynı zamanda konuşamaz ve dolayısıyla dilsizdir.
Mahiyet ve mana itibariyle muhteşem bir organ olan kulak, genellikle basit ifadelerle izah edilmeye çalışılır. Ancak bu kısa anlatım tarzından da büyük dersler alınmalı ve ibretle ve hayranlıkla izlenmelidir.
Aslında sesler madde değil, bir enerjiden ibaret olduğunu öğreniyoruz. Ses, titreşimler sonucunda meydana gelir. Ve bu ses durgun bir suda hasıl olan dalgalar gibi etrafa sirayet edip bütün katı, sıvı ve gaz halindeki varlıklarda yayılabiliyor.
Malum olduğu üzere kulak üç kısımdan oluşmaktadır. Bunlar: Dış kulak, orta kulak ve iç kulaktır.
Kulak kepçesi, havada dalgalar halinde saniyede 340 m. hızla yayılırken; o ses dalgalarını en mükemmel şekilde toplamak üzere, uydu çanak anteni gibi yaratılmıştır. (Tabi burada akıllara hayranlık veren büyük faaliyetler söz konusudur. Bunu daha önce hava ve havada vaki olan mu’cizelereden bahsederken dile getirmiştik.)
Dış kulak kepçesi sesleri toplar ve kulak zarına verir. Kulak zarı, bir santimetre çapında gerilmiş bir şemsiye gibidir. Bu zar, 1360 gramlık bir basınca dayanıklı olacak bir şekilde yaratılmıştır. Orta kulakta çekiç, örs ve üzengi isimleri verilen ve onlara benzeyen üç tane kemik vardır. Bunlar mafsallar ile birbirine bağlıdır. Kulak zarına çarpan ses dalgaları bu üç küçük kemiği titreştirir. Bu titreşimler oradan iç kulağa intikal ederler.
“İç kulağın gelişimi, ana rahminde beşinci hafta başında başlar, dış işitme kanalı yüzeyi altında hızla örtülecek ve böylece iç kulak oluşumu için yüzeyle ilişkisini koparacak kulak kesesini oluşturmak üzere ektoderm (dış deri) de kalın bir plaka gibidir. Kulaklar yedinci haftanın sonunda (Kırk dokuzuncu günde) olgun bir insanın kulak yapısına benzer şekilde tamamlanır. Bu evrede kulak kemikçikleri sertleşir ve üç kulak yapısı oluşmuş olur. Fakat ceninin kulağı ancak yirmi dördüncü haftadan sonra sesleri duyabilir”(3)
İç kulakta helezon şeklinde yaratılmış ve içten dışa doğru gittikçe incelen koklea adı verilen bir boru vardır. Tamamı otuz iki milimetre (milimetre: cm’nin onda biridir) olan bu helezon şeklindeki borunun en kalın yeri 0,36 milimetre, en ince yeri yani dışarıdaki ucu 0,04 milimetre inceliğindedir.
Kulak 20 ile 20000 Hz aralığındaki sesleri duyabilmektedir. Sesin iki temel belirleyicisi vardır. Bu da frekansı ve ona bağlı şiddetidir. Sesin şiddeti doğrudan kulak zarına ulaşan mekânik basınçla ilgilidir ve desibel (dB) olarak ölçülür. Kulağımız, 0-140 dB arası sesleri algılar. 140 ve üstü dB kulakta ağrı, kulak zarında yırtılma etkisi yapar. İnsan 20-20000 frekans aralığındaki sesleri duyabiliyor. 500-20000 Frenkans ses aralığında konuşur. (Frenkans: Saniyede geçen titreşim sayısıdır. Birimi ise Hertz “Hz” dir)
Bu koklea borusunun kalın tarafı ile yirmi frekanslı titreşimleri, en ince kısmı da yirmi bin frekanslı titreşimleri algılar. Helezon borunun içi bir sıvı ile doludur. Bu sıvıya intikal eden titreşimler, sıvı içinde özel tüyleri titreştirir, ki; bu tüylerin 15 000 tüylü hücre topluluğu şeklinde meydana geldiğinden söz edilmektedir. Ve orta kulaktan gelen ses titreşimlerini bu titrek tüylü hücreler tarafından algılanıp elektriksel enerjiye dönüştürüldüğü ve işitme sinirlerine aktarıldığı bölümdür. Bu tüylerin titreşmesi ile meydana gelen elektrik akımı, insan kulağında sayısı otuz bini bulan sinir liflerine, oradan işitme sinirine intikal eder ve oradan da beyne geçer. Böylece, beyin kulaktan gelen sesleri algılar ve gerekli değerlendirmeyi yapar. Kulak ve işitme olayı için işin ehli uzmanlarca bu şekilde anlatılmaktadır ki bu en basit bir anlatım biçimidir.
Burada kulağın dikkat çeken çok özellikleri vardır. Cenab-ı Hak, insan kulağına yirmi ile yirmi bin frekans arasındaki titreşimleri, duyma özelliği vermiştir. Bu da, genç bir insan kulağının duyabileceği sınırlardır. Şayet bu sınırlardan daha alt veya daha üstteki frekansları duyma durumu olsaydı, meselâ sokakta yürüyen karıncaların ayak sesleri, elde ve avuçta ve hatta kulağın içindeki milyonlarla ifade edilen mikropların, bakterilerin, virüslerin ve gökteki güneşin etrafında hızla dönen gezegenlerin sür’at seslerini de bir uçağın sesi gibi duysaydık, hayat çekilmez bir hal alırdı. Bu kadar büyük gürültü altında insan uyuyup rahat edebilir miydi?
Yaratılışı ve yapılışı başlı başına bir mu’cize olan işitme organı, bu fazla ve düşük ses titreşimlerine karşı kulakların korunması ve kapalı olması, kulak zarının gelen sesin şiddetine göre gerginliğinin değiştirilip ayarlanması ve bunun insanın tamamen bilgisi ve iradesi dışında hârika tedbirlerden biri olarak cereyan etmesi, başlı başına bir mu’cizedir. Demek ki, duyma sınırının dışında olan yirminin altındaki ses titreşimleri ve yirmi binin üstündeki ses titreşimlerini duymamamız da, İlâhi rahmetin ihsan ettiği en büyük nimetlerden biridir.
Bu hususta en esrarlı nokta, her ses çıkaran varlığın kendine özel bir sese sahip olma keyfiyetidir. Ve hiç şaşırmadan bu sesin fıtri sıfatları bozulmadan olduğu gibi tecelli etmesidir. Her insanın, diğer bütün insanlara muhalif olarak bir sese sahip olmasıdır. Diğer yandan tabiattan, yerden, göklerden ve bütün varlıklardan sayılamıyacak kadar birbirinden farklı sesler, nağmeler var. Esen havanın, rüzgarın sesi, yıldırımların, yağmurun sesi, çeşmenin, fıskiyenin, şelalenin, çağlayanın, deniz dalgalarının ayrı ayrı özel sesleri…
Ve hakezâ, bir horozun ötüşü, bir bülbülün, bir kekliğin ötmesi, bir papağanın ayrı, bir karganın başka sesi ve daha nice kuşların sesleri. Bir öküzün böğürmesi, bir eşeğin anırması, bir aslanın kükremesi, bir köpeğin havlaması, bir kuzunun melemesi, bir kedininin miyavlaması ve sonsuza kadar bütün seslerin her biri ayrı ayrı özelliklere sahip olması…
Bunların hepsi ve dolayısıyla doğadan gelen bütün sesler, insana rahatsızlık vermediği gibi haz ve lezzet verip dinlendiriyor. Psikolojik olarak da, ruhî huzura ve kalben de dinginliğe ve sürura ermesini sağlıyor.
Aksi takdirde İnkâr ile o kulak tıkandığı zaman, tüm bu nimetlerden mahrum olmakla birlikte, aldığı o haz ve lezzetler yerine, insanın kalbi hüzün, elemler ve kederler ile dolar, buhran ve bunalım yaşamaya başlar.
Bir piyanodan on milyon kat daha küçük olan, fakat frekans algısı yüz defa daha geniş olan işitme sistemi, önceden bir plan ve program olmadan nasıl kendi kendine oluşabilir? Bütün canlılara verilen farklı derecelerdeki işitme mekanizması buna kıyas edilebilir.
Yine her sesin kulaklar ve bir santral hükmünde olan beyin tarafından; yek diğerinden ayrı bilgilerinin ayrıştırılması ve algılanması ve anlamlarının idrak edilmesine ve kısaca işitme denilen olaylar dizisinin tümü bu mu’cizevî tarz ile gerçekleşmektedir. Şu mu’cize yapı ve işitmedeki hârikulâde durum ne ile izah edilebilir? Kör ve sağır tabiat bu hârika işe karışabilir mi?
Keza; çok önemli bir husus da, kulağa gelen seslerin tek ses olmayıp, bir çok frekansların aynı anda üst üste binerek gelen karmaşık titreşimler olmasıdır. Bu titreşimler, iç kulakta ince bir titreşim analizine tabi tutularak saf sesler tek tek ayrılır, belirlenir, sinir liflerine teslim edilir ve oradan beyne gönderilerek idrak edilir.
Üstad Nursî’nın de ifade ettiği gibi: “Hatta o nur-u iman sayesinde rüzgârların terennümatını (nağmelerini), bulutların nâralarını (gök gürültülerini), denizlerin dalgalarının nağamatını ve hâkeza. Yağmur, kuş ve saire gibi her neviden Rabbâni kelâmları ve ulvî tesbihatı işitir. Türlü türlü avazlarla, çeşit çeşit terennümatla kalplere hüzünleri ve Rabbâni aşkları intiba ettirmekle kalpleri, ruhları nurâni âlemlere götürür, pek garip misali levhaları göstermekle, o ruhları ve kalpleri lezzetlere ve zevklere gark eder.”(4)
Netice itibariyle, kullakta dikkatle izlenmesi gereken nokta şudur. Kulakta bulunan ve görünürde çok basit olduğu kabul edilen dış kulak, bir zar ve arkasında üç küçük kemik ve ardından içi sıvı ile dolu bir torbacık ve bir takım tüylü hücreler vasıtasıyla beyne iletilen seslerin muazzam nizamî, bizce görünmeyen bir sistem marifetiyle ayrıştırılmaları meselesidir. Doğuştan kör doğan bir kişi muhatap olduğu ve çevresinde bulunan küçük olsun, büyük olsun, kadın olsun, erkek olsun, tek bir sefer sesini duymuş ise, onu sesinden tanır. Zira Allâh her bir insanın sesini farklı bir alâmetle yaratmıştır. Her bir insanın sesi kendine ait, fıtratına özel frenkans ve ses titreşimlerine göre ayarlanmış ve özellikler verilmiştir. Nitekim yapılan ses kayıtları üzerinden bir takım adlî işlemler ve çok tesbitler yapılabilmektedir.
Bu gün yeryüzünde bulunan hiç bir insanın sesi, DNA ve parmak izlerinde olduğu gibi, kendi dışında bulunanların hiç birinin sesine benzemez. Ve maziye ve geleceğe doğru da bu daireyi genişletebilirsiniz. Yani hali hazırdaki bir insanın sesi ne geçmişte ve ne de gelecekte ve ne de hazırda mevcut olan hiç bir insanın sesine benzemez ve benzemeyecektir de. Yani insanlık âleminde sesiniz kendinize özel yaratılmıştır. Haşirde de kendi orijinal sesiyle yaratılıp varlık sahnesine çıkacaktır. İşte bu mahiyeti itibariyle seslerin birbirinden tefrik edilmeleri ve ayrıştırılmaları; aklî melekeleri sağlıklı olan ve idrâk-ı selim sahibi kimseler için, İlâhî muazzam ve muhteşem bir mu’cizedir.
Her bir varlık O’nun varlığını gösterir… Her birlik de O’nun birliğini tarif eder, bildirir.
Dipnotlar:
(1)Alak 96/1-5 buyurdu.
(2) Mü’minun 23/14 buyurdu.
(3) Kur’an ve Sünnet Işığında Embriyoloji (komisyon tarafından hazırlanmıştır) s. 144-165
(4) İşarât’ül İ’caz s. 78
Benzer konuda makaleler:
- Gayb âlemdeki sesleri işitmek
- Vücut sarayının dünyaya açılan penceresi gözlerimiz
- Yapay zeka ile inanç üzerine bir konuşma
- Beynin gizem ve hikmetleri