Hizmetin pırlantaları

Biz Nur yolunun yolcusu olmak istiyoruz… Bu hayal süsledi istikbal düşüncelerimizi. Dünya makamı, mansıbı istemedik. Faniyatın yüzündeki fani damgasının tesiriyle, dünyaya değil, ahirete talip olduk. Risale-i Nurlar yediğimiz ekmeğimiz, içtiğimiz suyumuz oldu. Dünyaya hep Risale-i Nur perspektifiyle baktık.

Hizmetin ruhunu ruhunda hissetmeyen hakikî hizmet edebilir mi? Hizmetin kor gibi sıcaklığını yüreğinde özümsemeyen gerçek Nur Talebesi olabilir mi? İhlâs burcunda kanat çırpmadan, metanet havuzundan kana kana içmeden, mahviyet rüzgârıyla arş-ı azamda savrulmadan hizmet insanı kalınabilir mi?

Kur’ân ve iman hizmeti, saf gönüllü fedailer ister. “Bu hizmete en fazla ben muhtacım” deyip, Zübeyir Ağabeyin söylemiyle miyan oku gibi yerinden fırlayan gönüllüler ister. Karda üşümeyen, yağmurda ıslanmayan, sıcakta terlemeyen aslan yürekliler ister. Zarif bir mum gibi içten içe yanıp erimeyen kullar ister.

İşte biz bu yolun yolcusu olmak istiyoruz. Bu sevdanın yolunda kor gibi yanmak, bu sevdanın lavlarıyla küle dönmek istiyoruz. Bu yangına aşkla talip olduk. Bu muştuya adımızı, yüreğimizi, ömrümüzü koyduk. Bu mefkûre döndürdü başımızı sadece. Bu hayal süsledi istikbal düşüncelerimizi. Dünya makamı, mansıbı istemedik. Faniyatın yüzündeki fani damgasının tesiriyle, dünyaya değil, ahirete talip olduk. Risale-i Nurlar yediğimiz ekmeğimiz, içtiğimiz suyumuz oldu. Dünyaya hep Risale-i Nur perspektifiyle baktık. Dostlarımıza, kardeşlerimize, akrabalarımıza hakikat taşıma sancısıyla yaşadık. Bu sevda yaşama sevincimiz oldu. Bu umut dünyaya bakışımızın adı oldu. Bu inançla yoğrulduk, bu ümitle dirildik. Her şeyimizi kaybetsek bile Nur Risalelerini ve neyyir-i hürriyeti kaybetmemeyi diledik her duâmızda.

Biz hizmet insanı olmayı diledik kalubelâda. “Evet demenin bedeli belâ çekmektir” sözü mucibince belâ çekmeye evet dedik. Binlerce yanardağ üstümüzde patlasa, kuyulara düşsek ve gulyabaniler bizi sarsa, hapislere girsek, bin bir türlü sıkıntılara dûçâr olsak, biz yine bu hizmetten dönmeyeceğiz diyerek evet dedik. Makam mevki sevgisini, belli bir dünyalık meslek edinme gayretini elimizin tersiyle iterek “Ben Risale-i Nur Talebesi olmak istiyorum” iradesiyle ortaya çıktık. Hakikî olarak bu hizmeti öğrenme ve hayatımızda bir yaşama tarzı olarak oturtma gayretiyle yön çizdik. Çünkü biz ahirete taliptik. Biz Allah’a hakikî kul olmaya, Peygamberimize (asm) lâyık ümmet, Üstadımıza lâyık bir talebe olmaya karar vermiştik. Bize bu iradeyi veren Rabbimize, bu cemaatin tesanüdünü bozma, bozmak isteyenlere fırsat verme diye duâ ettik her namazımızda.

Niyazımız insanları Risale-i Nur’la tanıştırmaktı. Amacımız daha çok gönlü bu kaynakla buluşturmaktı. Gayemiz, gazetemiz gibi vatan sathını bir mektep yapmaktı. Bütün sıkıntılara katlanışımız, bütün acılara sabredişimiz, kederlenişimiz, meyusiyetimiz hep bundandı. Bizim üzüntümüz sadece hizmetin gereği gibi anlaşılamamasının üzüntüsü olabilirdi.

“Teessür ve ıztırap karşısında kalpten bir parça kopsa idi, bir genç dinsiz olmuş haberi karşısında o kalbin atom zerratı adedince param parça olması lâzım gelir.” (Zübeyir Gündüzalp, Şuâlar, 14. Şuâ müdafaasından)

İşte bizim ıztırabımız gençleri dinsizlikten kurtarma ıztırabı olabilirdi ancak. Daha çok genci iman hakikatleriyle buluşturmanın, dinsizlik canavarının ağzından kurtarmanın cehd ve gayreti içindeydik.

Halimizden memnunuz. Çektiğimiz maddî ve manevî ezalara rağmen, bu yolun kahrı da hoş lütfu da hoş deyip ilerliyoruz.

Bizim adımız vakıftır, vakıf elemanıdır, hizmet elemanıdır. Bize böyle diyor insanlar. Allah ömrümüzü bu minval üzere geçirtip, ruhumuzu da bu minval üzere kabzetsin. Âmin, âmin, âmin…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*