Hoda Mobariz’den ne istediniz?

(Arşivimde unuttuğum bir yazıdan)

Şu başörtüsü meselesi artık kabak tadı vermeye başladı. İnsan, son olarak başörtülü avukatların başına gelenleri duyunca şaşırıyor. Yıllarca uyduruk bir Danıştay kararına istinaden başörtüsü zulmünü “kanun” gibi tatbik eden ve gerçekte kanunsuzluk yapan zihniyet, hâlâ bu zamanda bildikleri gibi icraat yapıyor, kanunsuzluk yapıyor, suç işliyor. Çünkü en yakın zamanda bir Danıştay kararına rağmen, yine o kararı takmayıp, başörtülü avukatlara zulmetmek isteyen bir azınlık var.  İşte bu son zulümleri görünce, aklıma bundan birkaç sene evvel yazdığım ve arşivimde unuttuğum bir yazı geldi. Onu sizlerin nazarlarınıza havale ediyorum:

“Hoda Mobariz, Mısırlı ziraat mühendisi bir hanımdır. Türkçe bilen bu hanım kardeşimizle bizi Mısır’da iken, Prof. Safsafi Hoca tanıştırmıştı. Türkçe öğrenme hususunda yardımcı olmamızı da rica etmişti. Kendisiyle üç senedir tanışırız. Kendisine Risale-i Nur’u ve gazetemiz Yeni Asya’yı tanıttık. İnternetten de gazetemizi okur. Bize de ‘amcam’ diye hitap eder. Hoda, geçen sene Türkçe dil eğitimi için Ankara’ya, hani yabancılara Türkçe öğreten ‘TÖMER’e gelmiş. Fakat bizim düzenbazlar burada da marifetlerini göstererek, kızcağızın başörtüsüne takmışlar, başını açmasını söylemişler. Ama ‘Ben Türk değilim, Mısırlıyım’ dediyse de, estek-köstek yapıp, bir takım bahanelerle kızın başını açtırmışlar. Ve Hoda buna çok üzülmüş. O zamanki konuşmamızda bana söylemişti ‘Amcam, biliyor musunuz, benim başımı açtılar’ diye.

Hayret etmiş, yutkunmuş ve çok canımız sıkılmıştı. Bu kadarına da ‘pes’ denilirdi doğrusu. Kendi kendime, ‘Yahu bu kızın başörtüsünden ne istediniz?’ dedim. Cevabını da hemen, yine kendim verdim. ‘Bizim kızlarımızdan, bacılarımızdan ne istiyorlarsa, ondan da aynı şeyi istiyorlar işte’ dedim. Maksad ‘başörtüsü düşmanlığı’ olduktan sonra, kim olursa olsun onlar için fark etmezdi. Güçlerinin yetebildiğine bu zulmü reva görmekten hiç çekinmezlerdi. ‘Diplomatik münasebetmiş, Mısır’da bize ne derler?’miş, onlar için bunlar hiç mühim değildi.

Bu başörtüsü, aslında ve daha doğrusu ona bağlı olarak tesettür meselesi, dâvâsı (maalesef, başını örtüp de, tesettüre uymayanlar için de çok üzüldüğümüzü belirtelim bu arada) yıllardır bizim kanayan bir yaramızdır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin dahi, mahkûmiyet aldığı tek dâvâ, tesettür meselesidir. Yani o kadar mühimdir bu onların nazarında.

‘Kanayan bir yaramızdır’ dedim. Gerçekten de, bizzat yaşayarak geldiğimiz yaramızın kanaması hiç durmadı. Kendi öz yurdunda; bu yurdun müdafaası hususunda 13 sene savaştan savaşa girmiş ve vatanın düşmandan kurtuluşunda canını ortaya koymuş bir büyük dedenin öz yurdunda, başörtüsünden dolayı okutulmayan kızımın Mısır’da ne işi vardı? Zaten bu mücadele, biraz da oradan kaynaklanıyor bence. Yani, yıllarca savaştan savaşa girip, dinini, imanını, namusunu korumak üzere mücadele veren bizim dedelerimizle, o zaman, ya samanlıkta saklanıp, ya da cephe gerisinde kalan, ama sonradan da kahraman olanların arasındaki bir mücadeledir bu başörtüsü dâvâsı. Düşünün bir kere şu andaki memleketin durumunu! Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer hükümet mensubu çok zevatın eşi, kızı baş-örtülü. Ama zulüm alabildiğince devam ediyor, ettiriliyor. İcranın başında olan o zatlara da dünya dar ediliyor. Nitekim geçenlerde Başbakanın, bir hadise dolayısıyla söyleyince öğrenebildiğimiz, eşinin Gülhane askerî hastahanesine alınmaması gibi.

Çok garip ve şaşılacak bir durum. İnsanımızın ekseriyetinin oylarıyla seçilip, başörtüsü meselesinde aynı görüşte olup, oy vermeyenlerle birlikte % 80-90 civarındaki bir çoğunluğun da, yanlarında olduğu bu hükümet erkânına, dolayısıyla da, milletin ekserisine baskı ve zulüm yapan kim?

İş, dönüp dolaşıp, namluya dayanıyor. Yani milletin dişiyle tırnağıyla, kazandığı paralarla büyütüp beslediği, maaşlarını verdiği askerân sınıfında odaklanıyor bu hadisenin çözülememesi. Bazen açıktan, bazen de perde gerisinden yapılan bu icraatlarda oklar, hep onları gösteriyor.

Hâlbuki istiklâl savaşı kıvılcımının ilk ateşlenmesinin yeri olan Maraş’taki, Sütçü İmam’ın yaptığını hatırlayalım. Mesele neydi? Maraş’ı işgal etmiş olan ecnebi askerin, Müslüman ahalinin kadınlarının örtülerine uzandığı elleri kırmak için, tabancasını ateşleyip yaptığı hareketti. Yani, tesettürdü, başörtüsüydü.

1960 ihtilâlinin yapıldığı, bizim çocukluk yıllarımızdan beri söylenen bir tekerleme aklıma geliyor hep. ‘Askeriye-mülkiye-adliye’ diye. Tabiî o zamanlar ‘Acaba bu ne demektir?’ diye anlamaya çalışırdım, ama şimdi bunu çok güzel anlıyoruz. Milletin emrinde olması gereken bu kurumlara hâkim bazı zevât-ı muhterem, çoğu zaman sağ gösterip, millete sol yumrukla çakmışlardır. Yani ‘Yüce Türk milletinin verdiği yetkiye dayanarak…’ diye, milletin rağmına yapılan bu icraatlara bir son vererek milletin yakasını bırakmalı.”

İşte birkaç sene önce, o zamanın şartlarına ve ahvâline göre yazılmış bu yazıya pek müdahale etmeden sizlere aktardım. Aslında bu iş çok kolay çözülür. Bilmiyorum, başörtülü olan memurlar v.s., bir sabah o kıyafetleriyle hep birden iş yerlerine gelseler, kim ne diyecek? Ne diyebilecek? Kanunî hiçbir dayanağı olmayan bu saçmalık için böyle bir hareket, bu işin çözümünde bir müessir olabilir mi bilmem?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*