Hong Kong’ta bir Cuma namazı

Yurdumuza avdet ederken yolumuz Hong Kong’a düştü. Kaptan devir teslimini yaptıktan sonra gemimiz seferini yapmak için yoluna devam ederken ben de Türkiye’ye dönecek uçağı beklemek üzere çoğunlukla denizcilere tahsis edilen bir otele yerleştim.

Hong Kong, bir İngiliz sömürgesi iken yönetimi birkaç yıl önce Çin’e verilmiş bir yer. Bazı hukuki düzenlemeler hatta parası dahi Çin’den farklı.

Yollar İngiliz düzeninde olduğu gibi soldan ve otomobillerde direksiyon sağ tarafta. Kısaca söylemek gerekirse Çin’in bir parçası olmasına rağmen Çin’den farklı bir yer Hong Kong.

Pakistanlı bir kişiden nüfusunun 6 milyon olduğunu ve 200 bin Müslüman’ın yaşadığını öğrenmiştim. Bu sebeble gemiden ayrıldığım Cuma günü vakit de müsait olduğundan “Cuma namazı kılabilir miyim?” diye araştırma yapmaya başladım.

Mariners Clup adı verilen otelimizde kilise vardı. Birinci katı bu kiliseye tahsis etmişlerdi. Kilise görevlisi bir hanıma buralarda bir cami olup olmadığını sordum. Bana hemen yakınımızda bir cami olduğunu ve yürüyerek 5 dakikada camiye varabileceğimi söyledi.

Gerçekten de birkaç dakika içinde “Kowloon Mescidi” adı verilen camiye ittim. Namaz vaktini sordum. Daha bir saat vakit vardı. Bu nedenle hem etrafı görmek, hem de buradaki Müslümanları tanımak için abdest almak için caminin şadırvanına gitmeye karar verdim.

Burası eski bir İngiliz sömürgesi olduğundan her yerde İngilizce tabelalar vardı. Ayrıca yanlarına Çince işaretler konulmuştu. Kiminle konuşsan İngilizce anlaşabiliyorsun. Hâlbuki Çin’de en önemli sorunlardan bir tanesi lisan konusudur. En basit kelimeleri bile anlamazlar. İllâki yabancı bir dil bilen Çinli bulmak gereklidir. Burada öyle bir sorun yok, herkes iyi kötü İngilizce konuşabiliyor.

Şadırvan denilen yer, ilginç bir yer. İlk defa böylesine rastlamıştım. Abdest almak için camlar ile bölünmüş yerler var. Ayakkabıları dışarıda bırakıp aynı camiye girer gibi girip öyle abdest alıyorsun. Oradan camiye giriş koridoru açmışlar yeniden dışarıya çıkmaya gerek yok.

Cami, geniş bir parkın kenarında Hong Kong’un en işlek caddelerinden birinin üzerinde yapılmış. Üç katı var. Birinci kat konferans salonu şeklinde ve geldiğimizde Ramazan olduğu için bir kısmı iftar ve yemek salonu şeklinde tanzim edilmiş.

İkinci katı medrese. Erkek öğrenciler sol tarafta, kız öğrenciler sağ tarafta ders alıyorlar. Üçüncü kat ise caminin namaz kılınan yeri. Burası da iki katlı. Fakat cami ile ortasından birleştirmişler. Üçüncü kattan cami kubbesini görmek mümkün. Caminin ayrıca küçük de olsa bir minaresi var.

Namaza gelen Müslümanların büyük çoğunluğu Pakistanlı. Hintli ve Bangladeşli Müslümanlar sayıca ikinci ve üçüncü sıradalar. Daha sonra Endonezyalı Müslümanlar geliyor. Çinli neredeyse yok denecek kadar az. Burada Türklerin de olduğunu söylediler, özellikle Türk lokantaları meşhur imiş. Fakat ben Türk varsa da göremedim. Zaten Cuma günü namaz dolayısı ile cami çok kalabalıktı. Bir saat önce gelmeme rağmen birçok kişi camide yerini almış, genellikle Kur’ân okuyorlardı.

Bu arada mikrofondan Kur’ân sesi duyuldu. Küçücük bir çocuk çok güzel bir şekilde Kur’ân okuyordu. Kısa bir sûre okuduktan sonra üzerinde Arap kıyafeti ve başlığı olan bir kişi Kur’ân okumaya başladı. Er-Rahman sûresini okudu. Belki de böyle bir ortamda uzun bir müddetten beri bulunmadığım için olsa gerek okunan Kur’ân’dan çok lezzet aldım. Huşû ile dinleme keyfini yaşadım.

Kur’ân ziyafetinden sonra Pakistanlı olduğu anlaşılan bir hatip vaaz vermeye başladı. Konuşması Urduca, yani Pakistan lisanıydı. Hazreti Ali’den bahsediyordu ve sık sık hadis-i şeriflere vurgu yapıyordu. Urduca bilmememe rağmen ehl-i sünnet cemaatinin doğruluğunu anlattığını anlayabiliyordum. Zira sık sık Risâle-i Nurlarda geçen Hazreti Ali ile ilgili hadislerden bahsediyordu.

Daha sonra kısa olarak İngilizce vaaz vermeye başladı. Cuma saati girince de vaazına son verdi ve müezzin Caminin içinde ezan okumaya başladı. Ezan sesi dışarıdan duyuluyor muydu bilemiyorum fakat duyulmadığını, sadece içerideki mikrofonlardan 50-60 metre uzağa kadar işitildiğini zannediyorum.

Ezandan sonra Cuma sünneti kılındı ve imam efendi hutbe okumaya başladı. Hutbe okunan yer genellikle Hindistanlı Müslümanların tarzında yani minber şeklinde değil de bir çeşit büyükçe koltuk şeklindeydi. Hatip elinde asasıyla duâ ettikten sonra oturduğu yerden kalkarak hutbeyi okumaya başladı.

Ramazan ve yine vaazdaki konuları bu sefer Arapça okudu. Daha sonra kamet getirilerek Cuma namazı kılındı.

Hindistanlı Müslümanlar genellikle Hanefi mezhebinden olduğu için namaz aynı ülkemizde olduğu gibi kılınıyor. Çok büyük çoğunluk ellerini bağlayarak namazını kılıyor. Belki de tek fark Fatiha sonunda okunan “âmin” duâsının yüksek sesle yapılması diyebilirim.

Fakat müezzin namazdan sonra “Allahümme entesselâmü vemin kesselâmü tebarekte ya zel Celâli vel ikram” duâsını okumuyor. Bunu cemaat kendisi yapıyor. Ayrıca tesbihat da yapılmıyor. Sünnet namazlar kılındıktan sonra cemaat kısa bir duâ edip camiden ayrılıyor.

İşte böyle bir Cuma namazını kıldıktan sonra bu çok güzel tefriş edilmiş camiden ayrıldım. Cenâb-ı Allah, böyle camilerin sayısını arttırsın ve bütün Müslümanların yapmış olduğu ibadetleri kabul etsin, âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*