Yeşil, cennetten indirilmiş bir renktir. Gözü dinlendirir, ruha inşirah salar ve insanı sekînete erdirir. Hâkim olduğu mekânlarda algıyı güçlendirir, konsantrasyonu artırır. Duygusal olarak bizi en çok etkileyen organımız olan kalbimizin, bu rengin yaydığı enerji alanında bulunduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir. Güven hissini yansıtan bu renk, zindeliktir, hayatın ta kendisidir, İslamiyet’in temsilidir. Yusuf Suresi’nde ise “yeşil”, “kuru”nun zıddı olarak belirtilmiştir.
Horhor Medresesi’nin Tabiatı ve Maneviyatı
“Horhor” bir yeşiller abidesidir, Nur’un tarihçe-i hayatında. Bediüzzaman’ın ilk hususi eğitim mekânı diyebileceğimiz Horhor medresesi, Van Kalesi’nin yamacında tutunuyordu. Manzarasında yemyeşil çayırlar ve Van Denizi… Talebelerin gözüne, kulağına, dikkatine isabet edecek herhangi bir sebep bulunmazdı. Gündüzleri semavat, derin yeşilliklere nazire oluşturur, ders çalışan talebeleri rahatsız etmemek için bulutlar parmak uçlarına basarak dağın tepesinden sessizce geçer, gece ise kum tanesi gibi yıldızlar, seyyarelerle göz kırpmaca, köşe kapmaca oynar, talebelerin zikirlerine neşve katarlardı. Dört mevsim değişken bir iklimi vardı Horhor’un.
Dünyada eşi bulunmayan farklı bitki ve çalı türlerinin rengârenk çiçeklerinden musiki makamlarında, vızıldayarak bal toplamaya çalışan arılar, belki de Molla Said’in talebelerinden daha çalışkan değillerdi. Medresenin içinde küçük odacıkların dışında upuzun sade bir ders salonu bulunurdu. Önceleri tatbik edilen dizüstü ders düzeni, daha sonra yerini uzun boydan bir masa ve sandalyelere bırakmıştı. Dikdörtgen yemyeşil bir masa. Üzerinde Bediüzzaman’ın raptiyelerle yazdığı bir hadis-i şerif…
اُطْلُبِ الْعِلْمَ مِنَ الْمَهْدِ إِلَى
“Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz.”
Bediüzzaman’ın Eğitim Metodları
Bediüzzaman, kendisi ezberinden ders anlatır, talebelere not aldırırdı. Bazen de elinde sadece Kur’an olurdu. Talebelerin sayısı değişirdi. Ailesine yardım etmek için ara verenler gittiğinde sayı düşer, toplaşıldığında talebelerin mevcudu üç yüzleri bulurdu. Yetişmiş talebelerin yanına yeni gelenleri verir, onlara bir nevi “stajyerlik” yaptırırdı. Tahsilini ilerletenlere daima kendisi ders verirdi. Bediüzzaman, talebelerine karşı bir muallim veya bir hoca tarzında değil, müşfik bir arkadaş veya “ağabey” olarak bulunurdu. Şakalaşması hiç eksik olmazdı. Eğlendirerek öğretir, sıkça latife yapar, ikrar ettirir, geri bildirim alır, yarışmalarla mevzuyu pekiştirirdi. Müsbet rekabeti canlı tutardı. Onların kendisine her türlü soruyu sormalarına müsaade eder, ayıptır diye geri çevirmezdi.
Talebeleri sık sık Erek Dağı’na çıkarır, Zernabad Çayı’na tefekküre götürürdü. Hava şartları ne olursa olsun onları medresenin taşlarının arasından çıkarır, bahçesinde onlarla oyunlar kurar, sportif faaliyetler düzenlerdi. O gün için, bu tarz eğitim faaliyetlerinin modeli yoktu. Bugün bile büyük bir gayret ve maliyet gerektiren böyle eğitim faaliyetlerini Bediüzzaman, en az masraf ve yüksek bir himmet ile fedakârca yaparken; halk, eşraf ve ulemanın büyük takdirini alıyordu. Bu destek ve teveccüh de medresenin şevkini artırıyordu.
Bediüzzaman’ın bu ilk talebeleri fedailikte o kadar ileriydiler ki, bir işaretine ruhlarını feda edecek kadar bağlıydılar. Talebelerin ahlakları parmakla gösterilecek derecedeydi. Geziye çıktıkları, mahallelikten geçtikleri esnada göz kapaklarını kaldırmaz, edeplice yürüyüp giderlerdi.
Bediüzzaman’ın o yıllarına şahit olanlar, Onun talebeleriyle ilişkisinde hem gayet ciddi hem de gayet samimi olduğunu anlatırlar. Onları ilimde, amelde, takvada, ibadette, cesarette, ahlak ve davranışta numune mükemmel insan olarak yetiştirdiğini görenler, maddi yardımla destek çıkmak isterlerdi. Fakat Molla Said-i Meşhur Bediüzzaman’ın medresesinin belirli kuralları vardı. Bu kurallara önce kendisi riayet eder, alınacak talebenin velisi ile kuralları açık açık konuşur, kabul ederse talebeliğine alırdı. Katiyen hiç kimseden sadaka ve zekât şeklinde para ve maaş kabul edilmeyecekti.
Bediüzzaman bu düsturunu en zor şartlar altında bile ömrü boyunca değiştirmemiştir. Sadece mollalık veya din eğitimi beklentisi olanlara, fen ilimleriyle delillendirilmiş bir Kur’an eğitimi verileceğini ifade ediyordu. Daha ileri yıllarda bu eğitime, “savunma teknikleri” ve silah eğitimini de dahil etmişti. Hiç kimseye sual sormamak ve kimseyi sorgulayıp aciz durumda bırakmamak da Bediüzzaman’ın eğitim prensiplerindendi. Ve sadece ihtiyacı olanların sordukları suallere cevap veriyor, kendi ilminden şüphe duyanları ikna veya ilzam ediyor, hiçbir âlimin ilmini yargılamıyordu. Daima “cevap veren” mevkiinde bulunmalarını talebelerine öğütlüyordu. Talebelerin iaşesini kendisi karşılıyor, Van’daki medreselerle ilgilenen bir vakıftan gelen parayı da talebelerine yardım olarak dağıtıyordu.
Fedakârlık ve Vatan Savunması
Ahval-i âlemin fırtınalı bir döneme girdiği ilerleyen yıllarda, art arda gelen manevi haberler, insanlığın kendi başına açacağı felaketi bildiriyordu. Yani 1. Cihan Savaşı’nın hissedilmeye başlandığı kasavetli günlerde, henüz Risale-i Nur rahmet yağmuruna dönüşmemişken, Bediüzzaman bir hiss-i kabl-el vuku ile silah talimine başlamıştı. Yeni müracaatlara da: “Talebelere dâhil olmak istiyorsanız şartım, başladıktan sonra bırakamayacağınızdır. Vazife nereye sevk ederse gitmem diyemeyeceğinizdir.” diyordu.
İşte birkaç cephede “keçe külahlılar” olarak vatan müdafaasında gönüllü olarak savaşan ve hepsi şehadet şerbetini içen talebeler bunlardı. Biz onları cennetin süslü yeşil atlas koltuklarında, yeşil elbiseler içinde yeşil cübbe giymiş Peygamberimiz (a.s.m)’in yanında, yeşil sarıklı Üstadımız beraberlerinde olduğu halde, hiç ölmemiş olarak hayal ede duralım… Onların gidişindeki birkaç hikmetten de haftaya bahsedelim inşallah…
Benzer konuda makaleler:
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar
- Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar
- Risale-i Nur eserleri açısından “fikrî hak” kavramı
- Said Nursi ve Tecdid Geleneği
İnşallah tasvir ettiğiniz hale getirirler, Horhoru.
Ve bütün gençlerimizin heyecan ve sevinçle uğramak istedikleri mekan olur.
Çok istifade ettim, ablacığım.
Allah razı olsun.