Yarım Kalmış Emekler: Bir Başlangıç mı, Son mu?
Yarım kalmış emekler, bazen yarısına kadar örülmüş ancak ipi bitmiş kazaklar gibidir. Isıtamaz ama atılmaya da kıyılamaz. Bazen de tamamlanamamış mimari bir sanat eseri gibidir. İçinde saklı bir şaheseri barındırır fakat sanatkârı ona son şeklini verememiştir. Kimi zaman bir kitabın ortasında bırakılmış bir cümleye benzer, sonunu bilemezsin lakin hissettirdikleri aklından çıkmaz. Kimi zaman da yağmurdan sebep yarım kalan bir duvar gibidir. Tamamlanmadıkça ne bir evi koruyabilir, ne de bir bahçeyi çevreleyebilir.
Belki de yarım kalmış emekler, insanın içinde ukde olan ama bir yandan da ona ilham vermeye devam eden şeylerdir. Çünkü bazen bitmemişlik bir son değil, yeni başlangıçların habercisidir. Horhor’daki filize durmuş ekinlere benzeyen civanların dünya savaşı tufanıyla biçilmesi misali…
İlk Talebeler ve Tarihi Fedakârlıklar
Bahçıvanın ektikleri yeşerince onları hayalen gözleriyle toplaması gibi, Bediüzzaman da “manevi zelzeleden” haber almadan önce ilk talebelerini nice ideallerle yetiştirmişti. Onlar bilginin hikmetle yoğrulmuş halinin mücessem ifadesiydiler. “Afaki ve enfüsi” tekâmülde Kur’an’ın manalarını idrak ederken, bir yandan da İşaratül İcaz tefsirini müfessirinin dilinden talim ediyorlardı.
Seferberlik ilanından sonra Bediüzzaman’ın topladığı milis alayındaki beş bin gönüllünün içinde bu talebeler vazife başına geçmiş, taburun bel kemiği olmuşlardı. At kullanmada, sevk ve idarede, hücum ve kerrü fer taarruzunda, mevkileri, köyleri ve şehirleri düşmandan koruma ve kurtarmada daima en ileri oldukları resmi ve gayr-ı resmi hatıralarda mevcuttur. Dostların yüzünü ümitle güldüren “keçe külahlılardan”, düşman kaçacak delik arardı. Rusların takviye gücü ve Ermeni ihaneti sonucu nice emeklerle yetişmiş bu fedailerin—biri hariç—tamamı ahiret yurduna geçiş yaparken, akıllara, “kalsaydılar ne olurdu?” sorusu gelip takılıyor.
Kalabilselerdi; diyanet, idare, hukuk, içtimai ve siyasi daireler, muallimlik ve belki de mimari alanlarda maharetli bu vatan evlatları, âlem-i İslam’da elbette nümune-i imtisal olacaklardı. “Hikmetinden sual olunmaz” Rabbimiz, bizim bu perdeden hangi dersleri çıkarmamızı hedefliyor?
Kaderin Hikmeti ve Risale-i Nur’un İnşası
Evvela; “Ölüm hakikati” mesajını daima taze tutan bir vaizdir. İster mevt olsun ister şehadet, bütün derslerin ve öğütlerin üstünde öyle yüksek bir kürsüden öyle âli bir hutbe okuyor ki, hiçbir âlimin veya hocanın veremediği tesirli nasihati vererek hayatımıza dokunuyor, belki de şekil veriyor.
O gençlerin—bize göre erken—şehadetleri, belki de Bediüzzaman’ın “dünyadan hakikate” geçişinde bir nokta-i mihrakiyedir. Rabıta-i mevtin insandaki ihlası hakka’l yakîn mertebesinde muhafaza etmedeki rolü, o safhada yaşanarak bizzat hissedilmiş ve Risale-i Nur’un hazırlık safhasına öylece geçilmiştir, belki de. Bediüzzaman’ın hayatına “el mevtü hakkun” kaziyesinin yerleşmesine bir sebep olmuştur. Eski Said’in ölümünden sonra, Yeni Said suretindeki dirilişi, onun eğitim, talebe, ders ve medrese sisteminde de aynen cereyan edişidir, bu hazin görünen olay. Horhor ölmüş, talebeleri cennet kuşu olmuş, yeni açılan helâket ve felaket asrının Cengiz-Hülagu benzeri arenasına Bediüzzaman davet edilmiş, esaretten dönüşte farklı bir vazife ile cihadının devam edeceğini anlayarak azimle yürümüştür, belki de. Zaman Horhor’daki zamandan farklı, mekânlar tarumar, devir artık ahir zamandır. Planlar yeniden inşa edilecektir. Yıllar sonra Van’a tekrar döndüğünde medresesinin yıkılışı ve bütün medreselerin harâbiyeti ona Horhor’u bir mezar taşı olarak göstermiştir.
Evet, o gün Üstadımızı saatlerce ağlatan hüznün başlangıcı, ilk talebelerinden firakıdır. Lakin “Risale-i Nur Saadetini” netice veren o acı felaket, kaderin pergârıyla meyvedar neticeler vermiştir.
Gizli birçok hikmetleri olmasıyla beraber belki de o vakit yaşananlar, Risale-i Nur hizmetinin ilerideki sıkıntılarına da teselli olmuştur. Üstadımız ve saff-ı evvel ağabeylerin hapis musibetlerine tahammülleri de belki o ilk talebelerin şehadetlerindeki manevi himmet sebebiyledir.
Onlar dünyadan gittikleri halde model olmaya devam etmişler. Medreset’üz Zehra’nın manevi olarak dershanelerle devam etmesi, ilk talebelerle gerçekliğini bulmuş, Risale-i Nur talebelerinden beklenen sadakat, fedakârlık, tesanüt ve fîsebilillah hizmetin açık delili, onların ruhlarını feda etmeleriyle tavazzuh etmiştir. Binbaşı Asım Ağabey, Hafız Ali ve Hasan Feyzi Ağabey gibi mukaddesat şehitleri âdeta o ilk talebeleri kendilerine rehber edinmişler.
Onlar dünyadan gittiler, çünkü son fasıl çok daha acımasızdı. Rahata, rahmete ve ücret almaya çekildiler. Bizlere de numune-i imtisal olmaya devam ediyorlar. İstikbalimize nur olması ümidiyle maziden dersler çıkarmaya devam edeceğiz, inşallah.
Benzer konuda makaleler:
- Said Nursi ve Tecdid Geleneği
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Risale-i Nur eserleri açısından “fikrî hak” kavramı
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Risale-i Nur´un Metod ve Gayesi
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Mehmet Kutlular: Şahsa değil sisteme bağlıyız
Kıymetli ablamızın itina ile tesbit ettiği hakikati, Üstadımız İşaratülicaz ve diğer bazı mektuplarında işaret ediyor. Birinci Dünya Savaşı hem Osmanlı medreselerinin ve hem de Medresetüzzehranın tüm mahsulatını yakıp yıktı k, peşisıra gelen Kemalistlik dinsizliği milleti elegeçirmede büyük zorluk çekmedi. İki gözümüzle saatlerce üzerinde ağlanacak bir hakikat..