“Hüden lil-müttakîn” sırrı

“Hüden lİl-müttakîn” cümlesindeki nûr-u belâğat dört noktadan tezahür etmiştir:

1- “Bu cümlede mübteda mahzuftur. Bu hazf, cümleyi teşkil eden mübteda ile haber arasındaki ittihat öyle bir dereceye varmış ki, sanki mübteda hazf olmayıp haberin içerisine girmiş. Hâricen ikisi müttehit oldukları gibi, zihnen de müttehit olduklarına işarettir.”

Arapçada iki çeşit cümle vardır. İsim cümlesi ve fiil cümlesi. İsim ile başlayan cümleye isim cümlesi denir. Fiil ile başlayan cümleye fiil cümlesi denir. İsim cümlesi iki unsurdan oluşur: Mübteda ve Haber. Mübteda isimdir, haber ise o ismin yaptığı işi haber verir. Misâl: “Ali çalışkandır.” Bu cümlede “Ali” mübteda, “çalışkandır” kelimesi haberdir. “Hüden lil-müttakîn” cümlesi bir isim cümlesinin haberidir. Mübteda olan “Kur’ân” kelimesi gizlidir. Hazfedilmiş, yani gizlenmiştir. Tam cümle “Kur’ân müttakiler için hidayet rehberidir” şeklinde olması gerekirdi.

Burada mübteda olan “Kur’ân” kelimesi, “müttakilere hidayet” olmakta o dereceye varmıştır ki, Hidayet demek Kur’ân demektir, Kur’ân demek hidayet demektir. Zaten Kur’ân’ın bir adı da “Hüdâ” yani “Hidayet”tir. Bunun için Kur’ân kelimesine, yani mübtedaya ihtiyaç kalmamıştır. Sanki bu kelime, yani mübteda olan Kur’ân kelimesi gizlenmemiş, Hidayet kelimesinin içine girmiştir. Haricen, yani dış âlemde müttehit, yani bir olduğu gibi, insan zihninde de Kur’ân ve Hidayet birdir.

2- “‘Hâdî’ yerine ‘Hüden’, yani ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nûr-u hidayetten cevher-i Kur’ân’ın husûle geldiğine işarettir.”

Kur’ân hidayete sebep olduğu için yapan, sebep olan anlamında “İsm-i Fâil” yani bir işe sebep olan ve o işi yapan anlamında “Hâdî” denilmesi gerekirdi. Ama burada “Masdar” yani bu anlamdaki kelimelerin tamamının kökü olan “Hüden” kelimesinin kullanılması bütün hidayet ile ilgili her şeyin Kur’ân’dan kaynaklandığı anlamını ifade etmektedir. Bu kelimenin kök, yani “masdar” olarak kullanılması “Hidayet nurunun cisimleşerek Kur’ân şeklinde göründüğünü” ifade etmektedir. Böylece hidayet demek Kur’ân demektir. “Kur’ân hidayetin kendisidir” demektir. Masdar olarak “Hüden” kelimesinin kullanılmasının amacı budur.

3- “‘Hüden’deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidayet-i Kur’ân öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikati idrak edilemez. Ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir. Çünkü Marifenin zıddı olan “nekra”, ya şiddet-i hafadan olur veya kesret-i zuhurdan neş’et eder. Buna binaendir ki, “Tenkir, bazen tahkiri, bazen tâzimi ifade eder.””

Arapçada kelimeler “Marife” ve “Nekra” olmak üzere ikiye ayrılır. “Marife” belli, bilinen ve tanınan anlamındadır. “Nekra” ise bilinmeyen, tanınmayan ve anlaşılmayan anlamındadır. Marifenin alâmeti başında “Harf-i Tarif” denen “Elif ve Lam” kelimesinin bulunmasıdır. İsim olan kelimenin başında “Elif ve Lam” yoksa, kelimenin sonu tenvinli olur. Tenvin, nekra olan kelimelerde bulunur. “Hüden” kelimesi nekra olduğu için bunun anlamı, bilinemez, hakikati tam idrak edilemez demektir. “Kur’ân’ın hidayeti o derece ince ve esrarlıdır ki hakikati aklen tam olarak anlaşılmaz; ancak iman nuru ile kalben anlaşılabilir” demektir.

Hidayet o derece geniş bir sahayı ihata eder, kuşatır ki, ilmen onu kavramak ve ilmî bir şekilde izah etmek imkânı olmaz. “İlmen hidayeti anlatmak çok zordur” demektir.

Nekra’nın ifade ettiği, bilinmezlik, anlaşılmazlık iki şeyden kaynaklanır. Ya çok gizli olmasından veya çok açık bulunmasındandır. Hidayet hem çok gizlidir, hem de çok açıktır. Bunun için anlaşılması ve idrak edilmesi zordur. Hidayet Allah’ı bilmek ve tanımak olunca, “Allah’ı tanıyorum, biliyorum” diyen de aslında çok yönü ile Allah’ı tam olarak tanımadığı için hidayetten mahrum kalıyorlar. Şeytan da Allah’ı tam olarak tanımadığı için hidayetten mahrum kaldı ve Allah’ın emrine karşı çıktı ve lânetlendi. Bütün dinlerde Allah inancı vardır; her din ve mezhep mensubu kendini hidayete ermiş görür ve inanır, başkasını da hidayetten mahrum görür. Bediüzzaman “Allah’ı inkâr ve şirkin şiddet-i zuhurdan” olduğunu söyler. Aynı şekilde çok gizli olmasından da anlaşılamaz. Hidayet işte böyledir. Bunun için “Hüden” kelimesi marife değil nekra olarak zikredilmiştir.

Tenkir, yani bilinmezlik ifadesi olan nekra kelimelere iki temel anlam yükler: Birincisi, hakaret anlamındadır. İkincisi ise; tazim ve hürmettir. Bir hakaret kelimesi nekra ile ifade edilirken, hürmet ve saygı ifade eden kelimeler de nekra olarak ifadesini bulur. Burada “Hüden” kelimesinin nekra gelmesi, hidayetin azamet ve hürmetini ve tazim edilmesi gereken bir makamda olduğunu ifade eder.

4- “Müteaddit kelimelere bedel ism-i fâil sigası ile ihtiyar edilen ‘müttakîn’ ile yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir.”

“Müttakîn” kelimesi Arapça İsm-i Faildir. Anlamı “takva sahibi olan kimse” demektir. Hâlbuki en kısa ve maksada en uygun yani veciz olan kelime yerine pek çok farklı kelime ve cümleler kullanılabilirdi. Meselâ, “insanları doğru yola ulaştırır” anlamında “Hüden ilâ sıratın müstakîm” gibi vb. pek çok farklı kelimelere tercihan “Müttakîn” kelimesinin burada kullanılması hidayetin meyvesinin ve insana tesirinin ancak “Takva’yı netice vermesidir.” Takvayı, yani “Allah korkusunu netice vermeyen hidayet, hidayet değildir” demektir. İlim ve hidayet insana Allah korkusu vermelidir. Yani Allah’tan korkarak Allah’ın yasakladığı şeylerden kaçınmalıdır. Çünkü Allah korkusu insanı günahtan çeker. Hidayet burada ifadesini bulduğu gibi, Allah korkusunu netice verdiği ve kişiyi masiyetten çektiği ölçüde hidayettir. Şeytan günahtan korkmadı ve hâlâ da korkmuyor. Bir gün Allah’ın kendisini affedeceği ümidi ile insanları yoldan çıkarmaya devam ediyor. Allah’ı bilmediği için değil. Hz. Âdem (as) ise günahına pişman oluyor ve bir daha asla günaha yaklaşmıyor, Allah’tan korkuyor ve hidayete ulaşıyor.

“Bürhan-ı İnnî” ve “Bürhan-ı Limmî” iki delidir. (İşârâtü’l-İ’câz, 143) Biri eserden müessire, diğeri müessirden esere gider. Bürhan-ı İnnî eserden müessire olan delâlettir. Eserin ustasına delâletidir. Takva hidayetin semeresi olduğu için hidayete delil-i innî’dir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*